12 Haziran 2018 Salı

Falan Filan...

Bir şeyler yazmak için oturduğumda bilgisayarın başına, bir anlığına ekrana boş gözlerle bakarken buldum kendimi. Bundan yaklaşık on yıl önce üniversiteyi yeni kazandığım dönemde içimde bir şeylerin biriktiğini anlamış ve blog yazmaya başlamıştım. Zaman kum taneleri gibi avucumun arasından kayıp geçmiş. Neleri takmışım kafama, karın ağrısı ile uyandığım sabahların sayısı her geçen gün artmış. Stres katsayısı bir şeyleri başardıkça azalmak yerine daha da fazla artmış. Şu engeli de aşarsam artık düzlüğe çıkarım dediğim her anda, karşıma aşılması daha da zor engeller çıkmış. 

Ne değişti 10 yılda hayatımda diye düşünüyorum. Siyasi fikirlerim, ekonomik bilgim zamanla olgunlaşmış. Ön yargılarım bir bir kırılmış, tuzla buz olmuş. Dini maneviyat yerini evrensel ahlak normlarına bırakmış. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Can Yücel ve nicelerini okuya okuya ateist mi oluyorum diye düşünmüyor değilim. Ama ufaktan da olsa içimde hâlâ bir Allah korkusu da yok değil? Fakat günah işlemekten de korkmuyorum. Eşiği bir yerde geçtim. İyi bir insan nasıl olunur, bunun kriterleri nelerdir bilmiyorum. 

Önümüzdeki otuz sene daha nasıl çalışırım kara kara düşünüyorum. 6 yılda edindiğim tecrübe ve birikim içimde potansiyel bir seri katil barındırdığımın farkına varmamam neden oldu. Gelecek otuz yılda Hannibal'a dönüşmemem için herhangi bir engel yok. Eskiden insanları anlayışla dinler, sessizce işime bakardım. Artık saçmalayan ve başkalarına karşı saygısı olmayan insanlara tahammülüm kalmadı. İnsanlar iş hayatında yanıma gelip, yalancıktan halimi hatrımı sorup, iş olsun diye baş sağlığı diledikten sonra işlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Birileri başarı merdivenleri elleri cebinde çıkarken, pamuklara sarmalanıp korunurken; bizim kıçımıza vites kolu sokup beşe takan iş hayatına ne demeli inanın bilmiyorum. 

Ailem bin bir güçlükle okuttu, üzerimde teyzemden dayıma, komşumdan arkadaşıma herkesin emeği var. Nasıl öderim onların hakkını. Vefa borcu denen şeyin altında her geçen gün eziliyorum. Kendi yoluma bakıp hayata devam etmek varken her defasında geriye dönüp birilerine borcumu ödemek zorunda gibi hissediyorum.

Kızlar konusunda elime geçen fırsatları cömertçe harcadığımı düşünüyorum. Yani saha şartları uygundu, istediğim toplarla da buluştum fakat kimi zaman topu taca attım, kimi zaman ayağımda gereğinde fazla tuttum. Kimi zaman da ofsayta yakalandım. Şu an ki durumum Sadri Alışık'tan hallice "Bu da mı gol değil be!" 

Açık sözlü olursam kısa vadede kaybederim ama uzun vadede kazanırım diye düşündüm hep. Sanırım kısa vadede kaybetmeye devam ediyorum. Uzun vadeyi de görmeye Allah ömür verir mi meçhul! Kariyerimle ilgili elle tutulur bir hayalim yok. İşimden nefret ediyorum. Neden diye soruyorlar? Tıpkı okul hayatında olduğu gibi fırsat eşitliği yok. Mütevazi ve küçük bir dünyadan çıkan bizim gibi insanlar; büyük hayaller ve acımasız rekabet ortamında hangi yöne gideceğini şaşırıyor. İnsanlara güvenmeye başladığınız anda aslında kazık yemeye başladığınızı öğreniyorsunuz. Çıkara dayalı ilişkileri yürütmek her baba yiğidin harcı değil, o yüzden gereğinden fazla yıpranıyorsunuz. 

Kadınlara karşı ne zaman dürüst olacağımı henüz öğrenemedim. İlişkinin başında dürüst olduğumda karamsar bir görüntü çiziyorum. Hani o çok sevdiğim şairlerden alıntılar yaparak yaptığım konuşmalar var ya. Beni aptal konumuna düşürmekten, bu çocuk hangi dünyada yaşıyor acaba gibi sorulara maruz kalmaktan başka bir işe yaramıyormuş. Halbuki Şükrü Erbaş bir şiirin de ne kadar güzel ifade etmiş bizim gibileri: "Öyle büyük umutlarım olmadı benim; büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni..."

Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilk gençlik,
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim...

Bu yazının amacı kendi kendimle konuşmaktı aslında. Çünkü kime döksem içimi geriye toplamak çok zor oluyordu. Ve nasihate değil, sessizce dinlenmeye ihtiyaç duyuyordum en çok...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...