Sanırım yaklaşık 2 aydır blogda yazmıyorum. Yazmaya değer bir şey olmadığından değil, üşendiğimden hiç değil. Twitter çıktığı günden beri insanlar vermek istediği mesajı 150 karaktere sığdırmaya başladı. Gün geçtikçe daha da kısalıyor. O yüzden ne söylemek istiyorsanız kısa yoldan etkileyici bir şekilde söylemelisiniz. Ki etkisi de zaten story'ler gibi 24 saatten fazla sürmüyor. Ben de o yüzden artık eskisi kadar yazma hevesi duymuyorum. Eskiden vermek istediğim mesajı veremediğimi düşünürdüm, artık insanların vermek istediğim mesajı almak istemediğini anlıyorum. Canınız cehenneme pislikler. Umarım o kıymetli beyaz kıçınızı, zencinin biri pompalar. Amen...
Evet bugün kendimle alay etmek için buraya yazıyorum. Çünkü ekonomik kriz, politik gündem, ve sikindirik insanların varlığını düşününce bir şeyler yazmadan edemeyeceğimi anladım. Rahatlamam lazım. O yüzden seri bir şekilde önce kendi içimden sonra elâlemin içinden geçeceğim.
Don Jon gibi ideal ilişkiyi ararken yine bir duvara toslama vakası ile karşı karşıyayım. Suç her zaman ki gibi bende. Çok hızlı gittim, okuduğum binlerce kitap beni iktidarsız Sigmund Freud'a çevirdiği için konuşarak mastürbasyon yapan bir adama dönüştüm. Saçlarımı kazıtıp, top sakal bırakırsam bir de gözlük takıp boynuma fular bağlarsam tam bir entelektüel fahişe olabilirim diye düşünüyorum. Çünkü açık sözlü olduğum için insanların bana güvenmeleri gerekirken benim içi bu çocuk profesyonel bir hatip diyorlar. Anca felsefe ve demogoji yaparak bizi etkilemeye çalışır ama bizim bunlara karnımız tok diyorlar.
Bir zamanlar çevremdeki ideal çiftler midemi bulandırırdı. Millet lise aşkı ile evleniyor. Üniversiteyi beraber okurken Avrupa'yı geziyor. Biz de o sırada tek başımıza mehtaba kürek çekiyorduk Elizabeth ile. Toplum içerisinde gözlerinin içine bakıp, birbirlerini öven çiftler, baş başa kaldığımızda aslında o kadar mutlu olmadıklarını anlatıp sevgililerin arkalarından konuşurlardı. Aslında bu gayet normal bir şey yahu. Hangimizin mükemmel ve kusursuz ilişkisi oldu ki. O yüzden eleştirdiğim şeyi yapacağımı bildiğim için ben içimden geldiğim gibi davranmayı seçtim.
Genelde hep bir ilişkiye hevesli ve heyecanlı olarak başlayan ben olurdum. Güzel bir akşam yemeği veya kahvaltı. Zaten buluşmadan önce hayat düşüncemi ve dünyaya bakış açımı kıza belli ederim. Buluşma esnasında yeterince kibar ve nazik davranır, edebiyat, sinema ve geleceğe dair hayallerimden konuşurum. Bugüne kadar her kızda olumlu etki bırakmıştır. Birkaç buluşmadan sonra ise malum kaçınılmaz son olur. Kızın konuşacak konusu kalmaz o yüzden genelde işi dedikoduya ve kim kiminle ne yapmış muhabbetine getirir. El ele İstanbul'un çeşitli semtlerini gezer, sinemaya gideriz. Hani İlhan Berk'in bir sözü var ya; "O insanı ilk gördüğünde ilk iki dakika en güzelidir. İlişkinin geriye kalanında hep o ilk iki dakikayı aramakla geçer ömür." Aynen öyle olduğu için ben bir süre sonra kitap okumak için bile kız arkadaşımı ekerim. Babaanneme birkaç kez kalp krizi geçirtmişliğim vardır. Annem bir kez merdivenlerden düştü. Yani bahanelere sığınıp kaçış yolunu hep buldum.
Nedense vaktim hep değerliydi. Kendimi şu şekilde avutuyordum. Benim bazıları gibi kızları ayartıp cinsellik beklentim yok. Sadece hoş sohbet edip, kaliteli bir zaman geçirmekti derdim. O yüzden konuşacak konunun ve kaliteli zamanın bittiği vakit hep kaçtım. En uzun ilişkim 1.5 yıl sürdüğünü göz önüne alırsam. Sahi o da nasıl sürdü inanın bilmiyorum. Kızın sabrına helal olsun. Yani yalnızlıkla ilgili şikayet ediyorsam bilin ki şımarıklığımdandır.
Peki nereye kadar böyle diye kendime sorduğum oluyordu. Yine İlhan Berk'in dizelerini sığınıyorum. Karşındaki insanı iki şeyle sına: "Hiçbir şeyin yok iken gösterdiği sabır, her şeyin varken sergilediği tavır." Kendi paramı kazandığım günden beri aşama kaydediyorum. Kendimi hazır hissedene kadar hiçbir kıza bağlanmadım, sadece maddi açıdan değil, manevi açıdan da verebilecek bir şeylerimin olması lazımdı. Şu bir gerçek ve ben bu gerçeğe hak veriyorum. Kızlar haklı olarak beraber olacağı erkeğin bazı şeyleri başarmış olmasını istiyor. İyi bir eğitim, iyi bir iş, belirli bir deneyim ve kariyer, kenarda birikim, ev veya araba.... Artık ne kadarı olursa. Bense yıllar boyu bok çuvalı gibi okuduğum felsefe kitaplarından edindiğim fikirlerle kendi kendime götüm kalktığı için farklı bir düşünce yapısına sahip oldum.
Düzgün bir karakterim olsun, beraber olduğum insan benimle beraberken güzel vakit geçirsin, her konuda konuşabilelim, yeni fikirlere açık olalım, yeni insanlar tanıyalım, yeni yerler keşfedelim. Beraber bir şeyleri inşa edelim. Beraber birikim yapıp, zorluklara beraber katlanalım. Sanki ben Sadri Alışığım amına koyim, sokakta yürürken çingeneler güzeli Feri Cansel beni bekliyor. Mahkemede hakime "bu da mı gol değil be" hakim bey diyorum. "Çok bir şey istemedik ki; o biraz sevse biz üstünü tamamlardık" desem tam olacak.
Beyaz gömleğin içine girip, boynuma da koyu renk kravatı dolayınca beyefendi olmadığımın farkındayım. Ben hâlâ 16 yaşında toprak sahada top oynarken yeterince mücadele etmeyen arkadaşına "koşsana amına koduğum" diye bağıran takım kaptanıyım. Ben sistemi eleştirmeyi köydeyken ineklerin bokunu çimenlerden temizlerken öğrendim. Top oynarken boka basıp düşmeyelim diye koskoca tarlayı baştan aşağı temizlerdik. Taa o zamanlar başkalarının bokunu temizlemeyi âdet edinmiştim. Onca sene oku, diploma al, sikindirik kişisel gelişim kitaplarını al. Sonra bunların yeterli olmadığını anla. Kariyer basamaklarını daha hızlı çıkmak için doğru insanın taşaklarını sıvazlamayı öğren. Koskoca bir yıl çalışıp 14 günlük yıllık izni iple çek. Hatta bayram tatili ile birleştirmek için can at.
Ben böyle geçen ömrün izzeti ikramını sikeyim sayın okuyanlar. Bir de bana gelip o kadar sistemi eleştiriyorsun, ama sistemin en sadık kölesisin diyorlar. Kardeşim bu sistemin kölesi olmadan nasıl öğreneyim bunları. Ne yapayım yani, borç para ile evleneyim mi? Tinder'dan eşleştiğim kızı eşyalı stüdyo daireye götürüp sabaha kadar pompa mı yapayım? Kredi kartına taksitle 4 gün 5 gece 6 ülke gezip sırf insanları ben burayı da gezdim demek için sosyal medyada onlarca fotoğrafa mı boğayım.
Şimdi kaynatasızın biri diyecek ki; bizim hayatımızı beğenmiyorsun ama biz hiç olmazsa bunları yaşıyoruz. Sen oturduğun yerden kıskanırcasına eleştiriyorsun. Siz de haklısınız. Ama birilerinin bunları oturup yazması lazım. Oh be rahatladım. Balkona çıkıp iki de küfür sallarsam tam olacak. Evleneceğim insanı çok merak ediyorum. Ya da evlenebilecek miyim? Benim tüm bu sivri düşüncelerimi yontup tipik bir aile babasına çevirecek olan insana buradan saygılarımı iletiyorum. Ay sonu o siktiğimin faturaları neden fazla geldi diye soracağım. Hamam mı işletiyoruz burada, biraz az yiyin. Kredi kartına fazla asılmayın. Fuzuli para harcamayın. Akşam yemeğinde evde olun.
Evet hayatın kaçınılmaz sonunu kısaca hatırlamak istedim. Bugün bazı şeyleri kaybettim yine. Mutsuz değilim, yalnız da değilim sadece tek başınayım. Tabi yerseniz. Uykumda kaçtı. Bu yazı bittikten sonra bilgisayarda ne yapacağım. Sanırım kaçınılmaz son beni bekliyor. O yüzden olur da yarın görüşemezsek şimdiden iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder