13 Ağustos 2014 Çarşamba

Carpe Diem'in Peşinde...

      Bu yazımı bize gülmenin sadece bir eylem değil hayatın tüm sıkıcılığına ve zorluklarına göğüs germenin bir aracı olduğunu öğreten Robin Williams'a ve etramızda dönen dünyanın kölesi değil kendi dünyamızın efendisi olmanın değerini gösteren Jack London'a ithaf ediyorum.

       Kaç kez Carpe-Diem'i yakalamaya çalışırken paçanızdan tutulup çekildiniz. Hayatımızın her döneminde acaba bunu yaparsam ne düşünürler diye anın tadını çıkarmaktan kendimizi alıkoyduk. Çok kez bir hedef koyduk ama peşinden koşmayı unuttuk. Kaç kez sokağa çıkıp ben ilgi görmek istiyorum, sevilmek istiyorum demek yerine dört duvarla çevrili bir odada kendimizi beyaz tavana bakarak hayal kurarken bulduk. Kendi  oyunumuzda bile başrolu alacak güveni göremedik kendimizde.

        İnsanları memnun etmeye çalışmaktan sıkıldım.  Genç yaşımda kendimi memnun etmek için yaşamanın farkına vardım fakat bu kolay olmadı. Size yatırım yapan ebeveynleriniz, bir baltaya sap olup olamayacağınızı merak eden sosyal çevreniz ve hayat ellerinizin arasında hızla akıp giderken bir çiçek gibi solan gençliğiniz sizi her zaman bir adım ileriye atarken düşündürdü. Mezuniyet diplomasını alır almaz start verildi ve koşu başladı. Beyaz gömlek, koyu renkli kravat ve rugan ayakkabılarla kalabalık şehrin hayat mücadelesinin içinde bulduk kendimizi. Tüm ay deli gibi çalışıp, bitmek bilmeyen hedefleri gerçekleştirmenin stresi ile boğuştuk. Kuş kadar primlerle motive olup, patronların egosunu tatmin ettik. Ay sonu geldiğinde koşarak gittiğimiz bankanın atm'sinde 15 dakikalık bir hazla tatmin olduk. Hani evinin nafakasını aksaraydaki pavyonlarda bir gecede yiyen perişan aile babaları var ya aslında bizim onlardan bir farkımız var mı?

        Bir salak gibi göründüğümün farkındayım. Hiçbir zaman babama hayallerimi ve ideallerimi anlatamadım, anlatamayacağım da. Çünkü babam yıllar önce kendisi için nefes almaktan vazgeçmiş. Bir kitabın verdiği  hazzı bulamadım insanların ödedikleri hesapla mutlu olmaya çalıştığı kafelerde. Hayatın adil olmadığını söyleyerek şikayetçi olmak istemiyorum. Bir restauranta gittiğimde kapıdaki valeye bahşiş olarak bir 50'lik değil de sıcak bir gülümseme vermek isterdim fakat anlar mıydı ki değerini. Farkına varmak lazım şunun; hepimiz dünya kârhanesinin müdavimleriyiz. Kimimiz hayatımızı işverenlerin altına yatarak kazanıyor, kimimiz ihtiyaç sahiplerini altımıza alarak. Ve fısıltı ile çıkan bir cümle suratımıza çarpıyor. "Tecavüz kaçınılmazsa sevişmekten zevk almaya çalış." Yani şu an yaptığımız gibi.

        Bir günü daha önemsiz biri olmanın hafifliği, gerçekleşmeyen hayallerin burukluğu, ciğeri beş para etmez insanların parayla satın olduğu mutluluğu izleyerek geride bırakıyorum. S.ktir et deme lüksüm var mı bilmem ama gönlümü ferah tutmaya çalışıyorum. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursam bu gece rüyamda şirinleri bile görebilirim...
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...