Güneş doğmadan başlıyormuş ya hayat. Sabahları işe giderken göz aşinalığı hep aynı insanlara denk geliyorum. Metroda bir kenara kıvrılmış kestiriyorlar. Elleri nasır tutmuş, taş kesilmiş. Yüzlerinde yılların yorgunluğu. Çocuk iken hiç düşünmezdim akşam sofraya oturduğumda bu güzel yemekler nasıl önüme geliyor diye. Babam hiç konuşmazdı sofrada. Ben hep anlatırdım bir şeyler. Mahalle maçında attığım golleri, miskette üttüğüm çocukları...Babam dinlemezdi belki ama bir gözü haberlerde bir gözü bende dinliyormuş gibi başını sallardı.
Erken kalkıyorum babamdan. Ben evden çıkarken, o iki büklüm yatağa kıvrılmış yatıyor. Dile kolay kırk yıl. Başarısız olmadı mı, hayal kırıklığına uğramadı mı, patronları gururunu kırmadı mı? Elbette oldu bunlar. Ama hiç bir zaman pes etmedi. Etseydi belki bugün onların halinden anlayan bizler olmayacaktık. Bir şeyi başarmak için aynanın karşısına geçip kendi yüzümüze bakmaya gerek yok. Gözlerinin altı torba torba olmuş, elleri nasır tutmuş, saçları kırlaşmış o adamlara bakmak yeterli sanırım. Meyvesi olmasa da gölgesi yeter. Arkamızda dursunlar da...
Elim cebimde ılık rüzgarı karşıma almış ilerler iken sabahın köründe çocuğunun çantasını sırtına almış, elini sımsıkı tutan analar geçiyor yanımdan. Çok şükür diyorum, çocukken bizi servise bırakan değil, okula kadar taşıyan analarımız vardı diye. Ömür boyu tatili olmayan, mesaisi bitmeyen vefakar emekçiler. Kocasını işe, çocuğunu okula uğurlayan elleri öpülesice insanlar. Yapamıyorum lanet olsun. Hayallerim var benim, rahat bırakın kendi yoluma gideyim diyemiyorum. En ufak bir yanlışımda ben bu işi yapamayacağım diye umutsuzluğa kapıldığımda ceketimi omzuma atıp terkedemiyorum bulunduğum yeri. Bir vefa borcudur boynuma asılmış.
Yaş olmuş 25, hayalleri uçurtma diye salmışız masmavi göklere. Sımsıkı tutuyoruz ipini aman kaçmasın. Rüzgar kimi zaman tersine esiyor, savruluyoruz, Kimi zaman başkasının uçurtmasına takılıyor, aynı gökyüzünde iki yürek tek uçurtma oluyorsun. Kaybetmiyorsun içindeki o masum çocuğu. Alın terin en büyük sermayen, kahkahan tek silahın bu rekabetçi dünyada. Bir kenara not et unutmamak için. Yapacaklarım, harcanan emeklerin mükafatı...
Erken kalkıyorum babamdan. Ben evden çıkarken, o iki büklüm yatağa kıvrılmış yatıyor. Dile kolay kırk yıl. Başarısız olmadı mı, hayal kırıklığına uğramadı mı, patronları gururunu kırmadı mı? Elbette oldu bunlar. Ama hiç bir zaman pes etmedi. Etseydi belki bugün onların halinden anlayan bizler olmayacaktık. Bir şeyi başarmak için aynanın karşısına geçip kendi yüzümüze bakmaya gerek yok. Gözlerinin altı torba torba olmuş, elleri nasır tutmuş, saçları kırlaşmış o adamlara bakmak yeterli sanırım. Meyvesi olmasa da gölgesi yeter. Arkamızda dursunlar da...
Elim cebimde ılık rüzgarı karşıma almış ilerler iken sabahın köründe çocuğunun çantasını sırtına almış, elini sımsıkı tutan analar geçiyor yanımdan. Çok şükür diyorum, çocukken bizi servise bırakan değil, okula kadar taşıyan analarımız vardı diye. Ömür boyu tatili olmayan, mesaisi bitmeyen vefakar emekçiler. Kocasını işe, çocuğunu okula uğurlayan elleri öpülesice insanlar. Yapamıyorum lanet olsun. Hayallerim var benim, rahat bırakın kendi yoluma gideyim diyemiyorum. En ufak bir yanlışımda ben bu işi yapamayacağım diye umutsuzluğa kapıldığımda ceketimi omzuma atıp terkedemiyorum bulunduğum yeri. Bir vefa borcudur boynuma asılmış.
Yaş olmuş 25, hayalleri uçurtma diye salmışız masmavi göklere. Sımsıkı tutuyoruz ipini aman kaçmasın. Rüzgar kimi zaman tersine esiyor, savruluyoruz, Kimi zaman başkasının uçurtmasına takılıyor, aynı gökyüzünde iki yürek tek uçurtma oluyorsun. Kaybetmiyorsun içindeki o masum çocuğu. Alın terin en büyük sermayen, kahkahan tek silahın bu rekabetçi dünyada. Bir kenara not et unutmamak için. Yapacaklarım, harcanan emeklerin mükafatı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder