Bini aşkın kitap ve yüzlerce filmden sonra 20'li yaş bunalımını atlatmaya çalışıyorum. Tam atlattım derken 30'lu yaş bunalımı ile karşı karşıya kalacağımında farkındayım. Şu genç yaşımızda ekonomik bir kriz ile mücadele etmek zorunda kalmadık, işsiz kalma korkusu bizi daha fazla tamahkar yaptı. Artık ucuz işlerde, büyük hayallerin peşinde koşuyoruz. Bizim buhranımız kendimizle. Her geçen gün daha üretken ve daha azimli olmak zorundayız. Yükselen binalar gibi hayat standartları da yükseliyor. Üst katlardan yerimizi almak zorundayız.
Jim Carrey'nin filmlerini her zaman hayranlıkla izledim. Güldürürken düşündürmek diye bir gerçek var ya. Bunu her zaman başardığına inanıyorum. Onca saçmalığın ve gereksiz uğraşlarının arasında hayatına bir anlam yükleyebilmesi her filminde karşımıza çıkıyor. Benim favorim tabi ki de YES MAN. Her ne olursa olsun hayattan zevk alamayan, mutluluğu Kaf Dağı'nın arkasında zanneden birisiyim. Filmdeki gibi çevremdeki insanlara sürekli bahaneler üretiyorum tıpkı kendime yaptığım gibi. Çalan telefonlara cevap vermiyorum, bayramda kimseye mesaj çekmiyorum. Doğum günleri ve düğünlerin olduğu günlerde genelde hastayım veya bir yakınım vefat etmiştir. Hayatımı küçücük bir kutu içinde yaşıyorum. Yeniliklere yer kalmadığı için kısır bir döngü içinde yuvarlanıp gidiyorum. İzleyenler bilir o meşhur sahnede beyaz saçlı adam gelir ve kahramanımızın karşısına oturur. Ve ona aslında bilip de yıllardır kabullenemediği şeyleri bir çırpı da suratına çarpar. Hem de yüzlerce kişinin önünde. Bir sevgilin bile yok ve hayatının aşkını kaybettin; çünkü o hayatını yaşayamayan bir adamla birlikte olmak istemedi.
Her gün bir çalar saat sesi ile uyanıp, her sabah aynı asık suratlara bakıyorsun. Bu gerçekten böyle çünkü sabah 6:30'da kimseyi gülümseyerek işe giderken göremedim henüz. Kurumsal çevrede sizden yaratıcı, yeteneklerini etkin bir şekilde kullanan bir kültür robotu olmanızı isterler. Evet aynen öyle. Çok çalışacaksın, sürekli kendini geliştireceksin, kendine ve ailene vakit ayıracaksın, yeniliklere açık olacaksın. Evet bunların hepsini 7 gün 24 saat yapabilecek zamana sahipsin. Farkına varman gereken tek şey özgür olduğunu ve bunların hepsini yapabilecek enerjiye sahip olduğunu unutmamak :)
Hep önemsenmek istiyoruz. Hiç unutmuyorum. Bir gün askerde yorgunluktan çimlere uzanmışım. Üzerimdeki kamuflajdan olsa gerek tuhaf düşüncelere daldım. Acaba şehit olsam ne olurdu. Koskoca bir ömür cennete girmek için çabalamaktansa, John Rambo gibi kalabalığa dalsam ne bırakırdım arkamda. Kendimi kurtarmak için arkamdakileri çaresiz bırakırdım sadece o kadar. Çünkü günümüzde sokaklara şehit adları veriliyor. Askerlerin ailelerine kalan sadece bu.
Küçük bir çocuk iken dünyanın bir oyun bahçesi olduğunun farkındayız fakat bunu büyüdüğümüzde unutuyoruz. Kendimizi hayatın akışına bırakamayacak kadar çaresiziz. Mutluluğa ve zenginliğe o kadar açız ki; özgür olduğumuz unuttuk. Bunalım da değilim; ama dostlar size de tuhaf gelmiyor mu? Facebook'ta duvarınızda herkesin mutlu resimleri, hayatında yaptığı tek tatilde çekilmiş yüzlerce fotoğraf. Bir türlü sevemedim dışarıda vakit geçirmeyi, evimdeki çayın ve kurabiyenin tadını bulamadım belki de. Evimdeki huzur ve mutluluk benim, paha biçilemez. Peki dışarıda öyle mi? Kaç para veriyoruz içeri girerken, kredi kartına kaç taksit yapıyorlar sevdiğiniz tatları, sıcak bir ortamı.
Yine karamsar bir yazı yazdığımın farkındayım. Fakat çok da umrumda değil. Söylecek söz kalmadı ise kapanışı bu kez bir film repliği ile yapıyorum. "Bu düşen bir toplumun hikayesi..Düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şunu tekrar edermiş: Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda.Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır."
Jim Carrey'nin filmlerini her zaman hayranlıkla izledim. Güldürürken düşündürmek diye bir gerçek var ya. Bunu her zaman başardığına inanıyorum. Onca saçmalığın ve gereksiz uğraşlarının arasında hayatına bir anlam yükleyebilmesi her filminde karşımıza çıkıyor. Benim favorim tabi ki de YES MAN. Her ne olursa olsun hayattan zevk alamayan, mutluluğu Kaf Dağı'nın arkasında zanneden birisiyim. Filmdeki gibi çevremdeki insanlara sürekli bahaneler üretiyorum tıpkı kendime yaptığım gibi. Çalan telefonlara cevap vermiyorum, bayramda kimseye mesaj çekmiyorum. Doğum günleri ve düğünlerin olduğu günlerde genelde hastayım veya bir yakınım vefat etmiştir. Hayatımı küçücük bir kutu içinde yaşıyorum. Yeniliklere yer kalmadığı için kısır bir döngü içinde yuvarlanıp gidiyorum. İzleyenler bilir o meşhur sahnede beyaz saçlı adam gelir ve kahramanımızın karşısına oturur. Ve ona aslında bilip de yıllardır kabullenemediği şeyleri bir çırpı da suratına çarpar. Hem de yüzlerce kişinin önünde. Bir sevgilin bile yok ve hayatının aşkını kaybettin; çünkü o hayatını yaşayamayan bir adamla birlikte olmak istemedi.
Her gün bir çalar saat sesi ile uyanıp, her sabah aynı asık suratlara bakıyorsun. Bu gerçekten böyle çünkü sabah 6:30'da kimseyi gülümseyerek işe giderken göremedim henüz. Kurumsal çevrede sizden yaratıcı, yeteneklerini etkin bir şekilde kullanan bir kültür robotu olmanızı isterler. Evet aynen öyle. Çok çalışacaksın, sürekli kendini geliştireceksin, kendine ve ailene vakit ayıracaksın, yeniliklere açık olacaksın. Evet bunların hepsini 7 gün 24 saat yapabilecek zamana sahipsin. Farkına varman gereken tek şey özgür olduğunu ve bunların hepsini yapabilecek enerjiye sahip olduğunu unutmamak :)
Hep önemsenmek istiyoruz. Hiç unutmuyorum. Bir gün askerde yorgunluktan çimlere uzanmışım. Üzerimdeki kamuflajdan olsa gerek tuhaf düşüncelere daldım. Acaba şehit olsam ne olurdu. Koskoca bir ömür cennete girmek için çabalamaktansa, John Rambo gibi kalabalığa dalsam ne bırakırdım arkamda. Kendimi kurtarmak için arkamdakileri çaresiz bırakırdım sadece o kadar. Çünkü günümüzde sokaklara şehit adları veriliyor. Askerlerin ailelerine kalan sadece bu.
Küçük bir çocuk iken dünyanın bir oyun bahçesi olduğunun farkındayız fakat bunu büyüdüğümüzde unutuyoruz. Kendimizi hayatın akışına bırakamayacak kadar çaresiziz. Mutluluğa ve zenginliğe o kadar açız ki; özgür olduğumuz unuttuk. Bunalım da değilim; ama dostlar size de tuhaf gelmiyor mu? Facebook'ta duvarınızda herkesin mutlu resimleri, hayatında yaptığı tek tatilde çekilmiş yüzlerce fotoğraf. Bir türlü sevemedim dışarıda vakit geçirmeyi, evimdeki çayın ve kurabiyenin tadını bulamadım belki de. Evimdeki huzur ve mutluluk benim, paha biçilemez. Peki dışarıda öyle mi? Kaç para veriyoruz içeri girerken, kredi kartına kaç taksit yapıyorlar sevdiğiniz tatları, sıcak bir ortamı.
Yine karamsar bir yazı yazdığımın farkındayım. Fakat çok da umrumda değil. Söylecek söz kalmadı ise kapanışı bu kez bir film repliği ile yapıyorum. "Bu düşen bir toplumun hikayesi..Düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şunu tekrar edermiş: Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda.Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder