Ufak bir sahil kasabasında, ahşap masanın üzerine kurulmuşum. Masanın üzerinde tatlı bir dağınıklık, önümde beyaz bir sayfa, bir kenarda demli çayım. Nasıl başlasam diye düşünürken, gözlerim manzaraya kayıyor ister istemez. Alabildiğine yeşil, her yer sessiz, nabız atışımı bile duyuyorum. Evet hayal kurmak kadar güzeli yok bu hayatta. Çok küçük yaşta başladım gözlerim açık iken rüya görmeye. Ve bugün kafamı yastıklara gömerken bile o hazzı yaşayamıyorum. Halbuki bu hayatta sahip olduğum yegane şeydi.

Şu sıradan kimliğime bir şeyler katmam lazım öyle değil mi? Mesela herkesin izlediklerini izlemeyerek, sadece okumakla değil aynı zamanda yazarak da yol kat etmeliyim. Başkalarını mutlu etmekten vazgeçmeyi öğrenmeliyim kendi mutsuzluğumdan kurtulabilmek için. Az da olsa dostum var diyordum ya? Sanırım bu aralar onların daha da az olduğu anlıyorum. Hep derdim kendime Allah'ım sen bizi para ile sınama diye. 20 yıllık dostların bile kefareti üç kuruş. Boğazımıza kadar borca batmışız, kurtulmak için köprüye mi çıksak acaba?
Ne kadar çok erdem ve ahlak sahibi olmak istesek, o kadar ibnelik bulaşıyor kanımıza. Halimize şükredelim diye dört bir yanımıza özenle koymuşlar sanki müptezelleri. İşten kazançlı çıkanlar her zaman ki gibi mutluluk tacirleri. Her geçen gün daha iyi bir adam olayım derken, topluma olan kinim artıyor. Bu kadar da olmaz dediğim ne varsa, fazlasıyla çarpıyor suratıma. Kendimle yalnız kaldığımda çok küfür ettiğimin farkına vardım. Eee napayım hayatımı sikenlere şiir yazacak değilim ya? Kelimeler anlamını yitiriyor. Babanız sizi anlamazken , anneniz inanmazken hayata bir sıfır yenik başlıyorsunuz ya. İnanın kendi kaleme giren topu ağlardan çıkarasım gelmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder