2012 yılını da geride bırakırken son günlerde açıklanan kritik rakamlar ve not arttırımından sonra Türkiye'nin son 10 yıllık performansı ve 1980 sonrası gelişen Türkiye ekonomisini üzerine kafa yormak geldi içimden.
1980 yılı malum 12 Eylül darbesi ile ülkemizde derin yaralar açılmıştır. Kimilerine göre ise bir yandan anarşi durdurulmuş bir yandan da 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye ithal ikameci politikalardan ihracatı teşvik edici politikalara geçiş yaparak ekonomi alanındaki zincirlerinden kurtulmuştur. Bu tarihten itibaren özellikle rahmetli Turgut Özal'ın başlattığı serbest ekonomi, liberal siyaset hareketi ile Türkiye'nin ufku oldukça genişledi. Son günlerde merhum Özal'ın ölümü araştırılmakta eğer zehirlendiği kesin olarak anlaşılırsa şu sonuca varabiliriz ki; birileri Türkiye'nin serbest pazar ekonomisine doğru şekilde entegre olmasını istemediğinden böyle bir siyasi komploya başvurulmuştur. Nedeni ise çok basit. Dış ticareti doğru yapan bir ülke her zaman uluslararası alandan kazançlı bir şekilde ayrılır. Türkiye hızlı ve sancılı bir giriş yaptığı pazar ekonomisinde yanlış uygulanan politikalar, siyasi istikrarsızlıklar ve komplolar ile 20 yıllık bir süreci yerinde sayarak geçirmek zorunda kaldı. 24 Ocak kararları ile oluşan değişimi anlatmak uzun süreceğinden dolayı asıl konumuz olan son 10 yıllık ekonomik kalkınmaya değinmek istiyorum.
2001 krizini IMF'nin dayattığı politikalar ile atlatan Türkiye AKP'nin iktidara gelmesi ile hızlı bir atağa kalkmıştır. Şimdi aramızda iktidarı her alanda eleştiren ve yaptığı hizmetlerin, özelleştirmelerin altında bir çapanoğlu arayanımız çoktur. Diğer taraftan bunun tam tersi olarak padişahım çok yaşa diyerek iktidarın her yaptığına kalıbını basanlarda azımsanacak sayıda değildir. Bütün bu çelişkileri, ön yargıları bir kenara bırakalım rakamlar ile ekonomimizin yaşamış olduğu değişimi anlatalım.
2001 yılına kadar Türkiye Merkez Bankası özerk bir yapıya sahip değildi. Gelişen piyasaları takip edip, tam istihdamı ve fiyat istikrarını sağlamak yerine Hükümetin finansmanlığını yaparak bütçe açıklarını kapatma görevini görüyordu. Hep eleştiririz o dönemleri faiz rakamlarının 3 haneli seviyelere merdiven dayadığı, enflasyon rakamlarının alıp başını gittiği, artan işsizlik ve terör olayları, yaygın olan adaletsizlik ve yoksulluk...Evet çok değil bundan 10-12 yıl önce Türkiye'de yaşananlar böyleydi. Peki yaşanan bu süreçte neler değişti?
Özerk ve bağımsız yapıya kavuşan Merkez Bankası kendi görüşümdür bu görevini layıkıyla yapmaktadır. Yani gereksiz işlerle ilgilenmektense iç ve dış piyasaları takip etmekte, fiyat istikrarını koruma görevini yerine getirmektedir. Baktığımızda faiz oranları devlet tahvillerinde ortalama %6-7 arasında bankacılık sektöründe ise yıllık faizler %5-12 arasında değişmektedir. Enflasyon rakamları ise yıl sonunda hedeflenen rakamı söyleyecek olursak %7,4 civarındadır. Bütçede istikrar sağlanmış istisnai durumlar hariç genelde dengede veya fazla veren bir bütçe yaratılmıştır. Büyüyen bankacılık sektörümüz, inşaat sektörümüz ve otomasyon olarak otomobil sektörümüzde göze çarpan unsurlar. Sağlık alanında yapılmaya çalışan yenilikler, sanayi sektöründe Anadolu'nun da katkısının artması son 10 yıllık süreçte göze çarpan olumlu gelişmeler. Yiğidi öldür hakkını yeme lafı gereği iktidarın objektif olarak iyi yanlarını gözler önüne serdik. Tabii ki daha birçok önemli işleri olmuştur. Özellikle belediyecilik alanında yapılanlar, duble yollar, ulaşım sektörü saymak ile bitmez. Peki bu kadar olumlu icraatlardan sonra yakalanan yüksek büyüme rakamları, artan ihracat ve döviz rezervi, azalan enflasyon ve faiz rakamlarına rağmen Türkiye de neden gelir dağılımı adaleti sağlanamadı, emekliler ve sabit gelirliler kıt kanaat geçiniyor, işsizlik rakamları 10 yıl önceki rakamlar ile aynı. Gerçekten üzerine kafa yorulması gereken bir konu...
2001 krizi döneminde yüksek faizlerin yanında yüksek enflasyon rakamları da olduğundan reel faizi de göz önüne alırsak yabancı yatırımcılar için Türkiye cazip bir yer değildi. Hele de siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı bir ortamda. AK Parti iktidar olduktan sonra 6-7 yıl boyunca yüksek faiz-düşük kur politikası ile ülkeye sıcak para çekmeyi başardı ve halen daha da çekmektedir. Düşünün %15-20 lerde olan faiz rakamları ve %10-12 lerde seyreden enflasyon rakamlarına göre Türkiye o dönemlerde Euro bölgesinin en yüksek reel faizini veren ülke idi. Türkiye kalkınma atağını gerçekleştirirken cari açığını finanse etmek için lazım olan dövizi bu sayede elde etmiş oluyordu. Bunun yanında yapılan özelleştirmelerle de döviz rezervleri arttırılıyordu. Evet Merkez Bankası'nın ve Ali Babacan'ın başarısı bence takdire şayan. Kolay değil Türkiye gibi çalkantılı bir ülkede ekonomide ve ekonomi politikalarında istikrar sağlamak. Hele de bugünlerde artan ülke rating puanı ile faiz oranlarının tarihi seviyelere gerilediği, reel faizin neredeyse 0'lara yaklaştığı bir ortamda.
Bunca olumlu gelişme nasıl oldu da tabana yayılmadı. Kimileri saçmalama öyle şey olur mu diyecek. Bunu derken de artan tüketimi, açılan binlerce AVM'yi, hergün bir yenisi yapılan büyük konut projelerini örnek verecektir. Peki soruyorum hadi geçtim konut projelerini bakkal alışverişini bile kredi kartına taksit ile yapan halk, asgari ücret kazanmasına rağmen maaşının 2 katı değerinde telefon satın alan gençler varken bu ülkede biz gerçek bir kalkınmadan nasıl söz ederiz. Türkiye bugün kalkınabilecek dövizi bir şekilde buluyor, ama sıcak para ile ama borç ile ama da ihracat ile...Peki yarın bunlarda olmazsa ne olacak. Tasarruf olmadan büyümek ne kadar gerçekçi bir büyümedir.
Son olarak kredi derecelendirme kuruluşu Fitch tarafından notu arttırılan Türkiye'de, siyasi istikrar ve ekonomi alanında elde edilen deneyim ile artık doğrudan yatırımların artması sağlanmalı ve istihdam düzeyi arttırılmalıdır. Bu sayede bir nebze olsun gelir dağılımı adaleti düzeltilebilir ve spekülatif olmayan bir büyüme trendi yakalanabilir.
1980 yılı malum 12 Eylül darbesi ile ülkemizde derin yaralar açılmıştır. Kimilerine göre ise bir yandan anarşi durdurulmuş bir yandan da 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye ithal ikameci politikalardan ihracatı teşvik edici politikalara geçiş yaparak ekonomi alanındaki zincirlerinden kurtulmuştur. Bu tarihten itibaren özellikle rahmetli Turgut Özal'ın başlattığı serbest ekonomi, liberal siyaset hareketi ile Türkiye'nin ufku oldukça genişledi. Son günlerde merhum Özal'ın ölümü araştırılmakta eğer zehirlendiği kesin olarak anlaşılırsa şu sonuca varabiliriz ki; birileri Türkiye'nin serbest pazar ekonomisine doğru şekilde entegre olmasını istemediğinden böyle bir siyasi komploya başvurulmuştur. Nedeni ise çok basit. Dış ticareti doğru yapan bir ülke her zaman uluslararası alandan kazançlı bir şekilde ayrılır. Türkiye hızlı ve sancılı bir giriş yaptığı pazar ekonomisinde yanlış uygulanan politikalar, siyasi istikrarsızlıklar ve komplolar ile 20 yıllık bir süreci yerinde sayarak geçirmek zorunda kaldı. 24 Ocak kararları ile oluşan değişimi anlatmak uzun süreceğinden dolayı asıl konumuz olan son 10 yıllık ekonomik kalkınmaya değinmek istiyorum.
2001 krizini IMF'nin dayattığı politikalar ile atlatan Türkiye AKP'nin iktidara gelmesi ile hızlı bir atağa kalkmıştır. Şimdi aramızda iktidarı her alanda eleştiren ve yaptığı hizmetlerin, özelleştirmelerin altında bir çapanoğlu arayanımız çoktur. Diğer taraftan bunun tam tersi olarak padişahım çok yaşa diyerek iktidarın her yaptığına kalıbını basanlarda azımsanacak sayıda değildir. Bütün bu çelişkileri, ön yargıları bir kenara bırakalım rakamlar ile ekonomimizin yaşamış olduğu değişimi anlatalım.
2001 yılına kadar Türkiye Merkez Bankası özerk bir yapıya sahip değildi. Gelişen piyasaları takip edip, tam istihdamı ve fiyat istikrarını sağlamak yerine Hükümetin finansmanlığını yaparak bütçe açıklarını kapatma görevini görüyordu. Hep eleştiririz o dönemleri faiz rakamlarının 3 haneli seviyelere merdiven dayadığı, enflasyon rakamlarının alıp başını gittiği, artan işsizlik ve terör olayları, yaygın olan adaletsizlik ve yoksulluk...Evet çok değil bundan 10-12 yıl önce Türkiye'de yaşananlar böyleydi. Peki yaşanan bu süreçte neler değişti?
Özerk ve bağımsız yapıya kavuşan Merkez Bankası kendi görüşümdür bu görevini layıkıyla yapmaktadır. Yani gereksiz işlerle ilgilenmektense iç ve dış piyasaları takip etmekte, fiyat istikrarını koruma görevini yerine getirmektedir. Baktığımızda faiz oranları devlet tahvillerinde ortalama %6-7 arasında bankacılık sektöründe ise yıllık faizler %5-12 arasında değişmektedir. Enflasyon rakamları ise yıl sonunda hedeflenen rakamı söyleyecek olursak %7,4 civarındadır. Bütçede istikrar sağlanmış istisnai durumlar hariç genelde dengede veya fazla veren bir bütçe yaratılmıştır. Büyüyen bankacılık sektörümüz, inşaat sektörümüz ve otomasyon olarak otomobil sektörümüzde göze çarpan unsurlar. Sağlık alanında yapılmaya çalışan yenilikler, sanayi sektöründe Anadolu'nun da katkısının artması son 10 yıllık süreçte göze çarpan olumlu gelişmeler. Yiğidi öldür hakkını yeme lafı gereği iktidarın objektif olarak iyi yanlarını gözler önüne serdik. Tabii ki daha birçok önemli işleri olmuştur. Özellikle belediyecilik alanında yapılanlar, duble yollar, ulaşım sektörü saymak ile bitmez. Peki bu kadar olumlu icraatlardan sonra yakalanan yüksek büyüme rakamları, artan ihracat ve döviz rezervi, azalan enflasyon ve faiz rakamlarına rağmen Türkiye de neden gelir dağılımı adaleti sağlanamadı, emekliler ve sabit gelirliler kıt kanaat geçiniyor, işsizlik rakamları 10 yıl önceki rakamlar ile aynı. Gerçekten üzerine kafa yorulması gereken bir konu...
2001 krizi döneminde yüksek faizlerin yanında yüksek enflasyon rakamları da olduğundan reel faizi de göz önüne alırsak yabancı yatırımcılar için Türkiye cazip bir yer değildi. Hele de siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı bir ortamda. AK Parti iktidar olduktan sonra 6-7 yıl boyunca yüksek faiz-düşük kur politikası ile ülkeye sıcak para çekmeyi başardı ve halen daha da çekmektedir. Düşünün %15-20 lerde olan faiz rakamları ve %10-12 lerde seyreden enflasyon rakamlarına göre Türkiye o dönemlerde Euro bölgesinin en yüksek reel faizini veren ülke idi. Türkiye kalkınma atağını gerçekleştirirken cari açığını finanse etmek için lazım olan dövizi bu sayede elde etmiş oluyordu. Bunun yanında yapılan özelleştirmelerle de döviz rezervleri arttırılıyordu. Evet Merkez Bankası'nın ve Ali Babacan'ın başarısı bence takdire şayan. Kolay değil Türkiye gibi çalkantılı bir ülkede ekonomide ve ekonomi politikalarında istikrar sağlamak. Hele de bugünlerde artan ülke rating puanı ile faiz oranlarının tarihi seviyelere gerilediği, reel faizin neredeyse 0'lara yaklaştığı bir ortamda.
Bunca olumlu gelişme nasıl oldu da tabana yayılmadı. Kimileri saçmalama öyle şey olur mu diyecek. Bunu derken de artan tüketimi, açılan binlerce AVM'yi, hergün bir yenisi yapılan büyük konut projelerini örnek verecektir. Peki soruyorum hadi geçtim konut projelerini bakkal alışverişini bile kredi kartına taksit ile yapan halk, asgari ücret kazanmasına rağmen maaşının 2 katı değerinde telefon satın alan gençler varken bu ülkede biz gerçek bir kalkınmadan nasıl söz ederiz. Türkiye bugün kalkınabilecek dövizi bir şekilde buluyor, ama sıcak para ile ama borç ile ama da ihracat ile...Peki yarın bunlarda olmazsa ne olacak. Tasarruf olmadan büyümek ne kadar gerçekçi bir büyümedir.
Son olarak kredi derecelendirme kuruluşu Fitch tarafından notu arttırılan Türkiye'de, siyasi istikrar ve ekonomi alanında elde edilen deneyim ile artık doğrudan yatırımların artması sağlanmalı ve istihdam düzeyi arttırılmalıdır. Bu sayede bir nebze olsun gelir dağılımı adaleti düzeltilebilir ve spekülatif olmayan bir büyüme trendi yakalanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder