14 Mayıs 2015 Perşembe

Kamacı'nın Mutluluk Pastahanesi...

Temel Kamacı’nın hikayesi  kimilerimize göre ilham verici kimilerimize göre sıradan ve sıkıcı. Ama anlatsak roman olur deriz ya; hakkını da vermek gerekir. Onun karşısında oturduğum her an düşüncelere dalarım. İstediğiniz kadar bilgi sahibi olun. Onun karşısında el pençe divan oturup , ağzından çıkan her kelimeyi tasdik etmek zorundasınızdır. Biz de böyle yaptığımız için her zaman onun gözünde hayırlı evlatlar olmuşuzdur.
Her zaman mütevazıdır , fakirliği ile övünür, cahilim der ama biz konuşmaya başladığımızda siz ne bilirsiniz benim tecrübelerim var der. Dayak cennetten çıkmıştır tezine karşıdır ama bir de yetiştirdiği çocuklarına sormak lazım. Bir insanın en büyük davası ekmek davasıdır dediğinde sağ eli havadadır. Hele hele konu memlekette ki işsizliğe geldi mi tutamazsınız koca adamı. Çünkü topraktan gelen bizler toprağa yüzümüzü çevirmişizdir. Nasıl bir bebek dünyaya geldiğinde ayağa kalkana kadar anne sütü ile besleniyorsa, toprakta bizim anamızdır. Hepimize yetecek rızkı onda bulabiliriz.
Ömrüm belki de binlerce kitap sayfasının arasında bir idol veya bir kahraman aramakla geçti. Jack London’ın Ernest Everhard’ı bunu çok yaklaşmıştı ama gerçekçi olmak gerekirse; Her bayram elini öptüğüm adam bas bas bağırıyordu “Ben kahramanım diye…”


Bugün tek bir çocuğu bu rekabetçi dünyaya nasıl getiririm, ona ne verebilirim bir baba olarak, arkamda ne miras bırakabilirim diye düşünen bizler. Hani o çok okumuş, dolgun maaş sahibi, iyi eğitimli insanlar…İşte dedem tohumunuza para mı saydım deyip 7 tanesini yapmış. Hem de öyle ben üzerime düşen görevi yaptım deyip de bir kenara çekilip çocukların kendi kendine büyümesini de seyretmemiş.  Kendi elleri ile yuvasını yapmış. Ayakkabı yapmış , yorgan dikmiş , börek yapıp satmış. Bazen dedemin torunları neden bu kadar tuhaftır diye düşünürüm. Yeni yeni anlıyorum ki; doğduğumuzda dedem ismimizi kulağımıza ezanla üflerken , ruhundan da bir parça katmış bize. Yoksa ara sıra heyheylenip İstanbul’u bırakıp bir köy kasabasına yerleşmek gelmezdi aklımıza.
Evet çoğu zaman aksidir. Söz dinletemezsiniz, ama o insanın güzelliği de bunda değil midir? Kendine has şakaları ile kelime oyunları aklıma geldikçe gülerim. Küçükken bizimle güreşe tutuştuğunda önce yenermiş gibi yapıp sonra birden yenilmesi. Yoğurt yemediğimizde içine şeker katın bir de böyle deneyin dediğin de yüzümüzdeki gülümseme ile mutlu olması. Hemen kapının önündeki iki erik ağacının arasına kurulan salıncakta sallanmak için kim bilir kaç torun kavga etmişizdir. Anneannemin el emeği göz nuru çiçeklerini bir plastik topun keşinden koşarken kaç kez heba etmişizdir.
Hani o bayram günleri 7 çocuk, düzinelerce torun aynı sofrada oturup hunharca güldüğü, sevgiyi ekmek arası, neşeyi çay arası yaptığı eşsiz günler var ya. Bu masal ne zaman bitecek diye sorardım kendime?   Dedemle baş başa kaldığımızda benden buraya kadar Murat  dediğinde ağzımdan çıkacak tek bir kelimem yoktu. Zaten birkaç yıldır eski günleri mumla arıyorduk. Anneannem ile Ertuğrul eniştemin zamansız bir şekilde aramızdan ayrılması yetmezmiş gibi bir de koca çınarın olmayacağı fikri. 

Hiç vazgeçemediğim oyuncağım, en iyi arkadaşım,  düşünceli insan, aksi adam ve tüm bunları aynı bedende taşıyabilen koca yürekli dedem. Temel Kamacı budur işte. En büyük hayalim düşüncelerimi bir gün sayfalara döküp insanların okuması. İşte o gün geldiğinde umarım yazdığım satırları beraber okuruz. Söz veriyorum ben de senin yazdıklarını sıkılmadan okuyacağım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...