Temel
Kamacı’nın hikayesi kimilerimize göre ilham
verici kimilerimize göre sıradan ve sıkıcı. Ama anlatsak roman olur deriz ya;
hakkını da vermek gerekir. Onun karşısında oturduğum her an düşüncelere
dalarım. İstediğiniz kadar bilgi sahibi olun. Onun karşısında el pençe divan
oturup , ağzından çıkan her kelimeyi tasdik etmek zorundasınızdır. Biz de böyle
yaptığımız için her zaman onun gözünde hayırlı evlatlar olmuşuzdur.
Her
zaman mütevazıdır , fakirliği ile övünür, cahilim der ama biz konuşmaya
başladığımızda siz ne bilirsiniz benim tecrübelerim var der. Dayak cennetten
çıkmıştır tezine karşıdır ama bir de yetiştirdiği çocuklarına sormak lazım. Bir
insanın en büyük davası ekmek davasıdır dediğinde sağ eli havadadır. Hele hele
konu memlekette ki işsizliğe geldi mi tutamazsınız koca adamı. Çünkü topraktan
gelen bizler toprağa yüzümüzü çevirmişizdir. Nasıl bir bebek dünyaya geldiğinde
ayağa kalkana kadar anne sütü ile besleniyorsa, toprakta bizim anamızdır.
Hepimize yetecek rızkı onda bulabiliriz.
Ömrüm
belki de binlerce kitap sayfasının arasında bir idol veya bir kahraman aramakla
geçti. Jack London’ın Ernest Everhard’ı bunu çok yaklaşmıştı ama gerçekçi olmak
gerekirse; Her bayram elini öptüğüm adam bas bas bağırıyordu “Ben kahramanım
diye…”
Bugün
tek bir çocuğu bu rekabetçi dünyaya nasıl getiririm, ona ne verebilirim bir
baba olarak, arkamda ne miras bırakabilirim diye düşünen bizler. Hani o çok
okumuş, dolgun maaş sahibi, iyi eğitimli insanlar…İşte dedem tohumunuza para mı
saydım deyip 7 tanesini yapmış. Hem de öyle ben üzerime düşen görevi yaptım
deyip de bir kenara çekilip çocukların kendi kendine büyümesini de
seyretmemiş. Kendi elleri ile yuvasını
yapmış. Ayakkabı yapmış , yorgan dikmiş , börek yapıp satmış. Bazen dedemin torunları
neden bu kadar tuhaftır diye düşünürüm. Yeni yeni anlıyorum ki; doğduğumuzda
dedem ismimizi kulağımıza ezanla üflerken , ruhundan da bir parça katmış bize. Yoksa
ara sıra heyheylenip İstanbul’u bırakıp bir köy kasabasına yerleşmek gelmezdi
aklımıza.
Evet
çoğu zaman aksidir. Söz dinletemezsiniz, ama o insanın güzelliği de bunda değil
midir? Kendine has şakaları ile kelime oyunları aklıma geldikçe gülerim.
Küçükken bizimle güreşe tutuştuğunda önce yenermiş gibi yapıp sonra birden
yenilmesi. Yoğurt yemediğimizde içine şeker katın bir de böyle deneyin dediğin
de yüzümüzdeki gülümseme ile mutlu olması. Hemen kapının önündeki iki erik
ağacının arasına kurulan salıncakta sallanmak için kim bilir kaç torun kavga
etmişizdir. Anneannemin el emeği göz nuru çiçeklerini bir plastik topun
keşinden koşarken kaç kez heba etmişizdir.
Hani o
bayram günleri 7 çocuk, düzinelerce torun aynı sofrada oturup hunharca güldüğü,
sevgiyi ekmek arası, neşeyi çay arası yaptığı eşsiz günler var ya. Bu masal ne
zaman bitecek diye sorardım kendime? Dedemle baş başa kaldığımızda benden buraya kadar
Murat dediğinde ağzımdan çıkacak tek bir
kelimem yoktu. Zaten birkaç yıldır eski günleri mumla arıyorduk. Anneannem ile
Ertuğrul eniştemin zamansız bir şekilde aramızdan ayrılması yetmezmiş gibi bir
de koca çınarın olmayacağı fikri.
Hiç
vazgeçemediğim oyuncağım, en iyi arkadaşım, düşünceli insan, aksi adam ve tüm bunları aynı
bedende taşıyabilen koca yürekli dedem. Temel Kamacı budur işte. En büyük hayalim düşüncelerimi bir gün sayfalara döküp insanların okuması. İşte o gün geldiğinde umarım yazdığım satırları beraber okuruz. Söz veriyorum ben de senin yazdıklarını sıkılmadan okuyacağım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder