Tüm bir hafta stres altında çalıştıktan sonra cumartesi sabahı yatağından hafifçene gerilerek uyanmak , odanın camından içeri ince ince süzülen güneşin aydınlatığı halıya huzur içinde basarak kendine gelmek gibisi yok. Geçim derdi , evlilik hayalleri , çok para kazanma sevdası hepsi fasa fiso. Anı yaşa , huzuru ciğerlerine doldur.
Kız kardeşinin şaklabanlıklarına gülümse , aklı yeni yeni ermeye başlayan afacanın seninle pazarlık yapmasına müsaade et ve borçlu kal. İtinayla seçtiğin kitabına sarıl , evin kapısını usulca çek ve yola koyul. Galiba mutluyum , bir yere yetişmek için acele etmiyorum. Ağır ağır sindirerek yürüyorum kaldırımlarda. Başım eğik değil , yukarılara bakıyorum. Esnaf gülümsüyor , genç bir baba dünyalar güzeli kızına eliyle erik yediriyor , bir diğeri oğluyla Beşiktaş forması giymiş sessizce haykırarak tezahürat yapıyor. Mutluyum be arkadaş anlıkta olsa , karamsarlığımı unuttuğum ender anlar işte.
Üsküdar'ı bekletemem , randevularıma sadığımdır , ne bekletmeyi severim ne bekletilmeyi. 25 yaşımda hayatta kaybettiğim anlamı arar oldum. İnsanların yüzünde, okuduğum binlerce kitapta , izlediğim binlerce filmde anlam arar oldum. Bir dokunuş , bir düşünce , sade bir heyecan... Kalabalığın içinde yalnızlığın keyfine varmak , önümde sayfaları çevirirken dudak kenarı ile gülümsemek. Hayat güzel be arkadaş. Vapurla Beşiktaş'a geçerken gün batımına şahit olmak , belki de o milyonluk yalıda oturanların saadetini parmak ile göstermek bile yetiyor bize. Sonra Beşiktaş Çarşı'da yollara taşan o insan seline ne demeli! Birbirine eğilip fısıldayarak gülümseyen , bir kadeh içkinin mayhoşluğunda usulcana gözlerinin içine bakanlar , güzelsiniz be arkadaş. Her şeye rağmen , herkese rağmen.
Sonra boğazın havası , kitabın kokusu ciğerlerimden taşarken. Atarım kendimi kitapçılara. Anlatamam o an ki mutluluğu. Dostum Bukowski'yi sıkıca kavrarım, dişleri kırık , usları kırık adamları sevdik biz be usta. Sonra Sabahattin Ali. En baş köşede dik dik bakıyor. Karamsar ama bir o kadar hayat dolu. Hayatın gerçeklerini çarpıyor yüzümüze. Jack London ile adaletsizliğe baş kaldırıyoruz. Mauro de Vasconcelos ile çocukluğumuza dönüyoruz. Zeze'nin portakal ağacına , Portuga'sına el sallıyoruz. Sayarım daha çok sayarım ama , hayat kısa be arkadaş. Ağladığına değmez , gülümse be arkadaş. Neyin kaldı ki başka , bozdur bozdur harca...
Kız kardeşinin şaklabanlıklarına gülümse , aklı yeni yeni ermeye başlayan afacanın seninle pazarlık yapmasına müsaade et ve borçlu kal. İtinayla seçtiğin kitabına sarıl , evin kapısını usulca çek ve yola koyul. Galiba mutluyum , bir yere yetişmek için acele etmiyorum. Ağır ağır sindirerek yürüyorum kaldırımlarda. Başım eğik değil , yukarılara bakıyorum. Esnaf gülümsüyor , genç bir baba dünyalar güzeli kızına eliyle erik yediriyor , bir diğeri oğluyla Beşiktaş forması giymiş sessizce haykırarak tezahürat yapıyor. Mutluyum be arkadaş anlıkta olsa , karamsarlığımı unuttuğum ender anlar işte.
Üsküdar'ı bekletemem , randevularıma sadığımdır , ne bekletmeyi severim ne bekletilmeyi. 25 yaşımda hayatta kaybettiğim anlamı arar oldum. İnsanların yüzünde, okuduğum binlerce kitapta , izlediğim binlerce filmde anlam arar oldum. Bir dokunuş , bir düşünce , sade bir heyecan... Kalabalığın içinde yalnızlığın keyfine varmak , önümde sayfaları çevirirken dudak kenarı ile gülümsemek. Hayat güzel be arkadaş. Vapurla Beşiktaş'a geçerken gün batımına şahit olmak , belki de o milyonluk yalıda oturanların saadetini parmak ile göstermek bile yetiyor bize. Sonra Beşiktaş Çarşı'da yollara taşan o insan seline ne demeli! Birbirine eğilip fısıldayarak gülümseyen , bir kadeh içkinin mayhoşluğunda usulcana gözlerinin içine bakanlar , güzelsiniz be arkadaş. Her şeye rağmen , herkese rağmen.
Sonra boğazın havası , kitabın kokusu ciğerlerimden taşarken. Atarım kendimi kitapçılara. Anlatamam o an ki mutluluğu. Dostum Bukowski'yi sıkıca kavrarım, dişleri kırık , usları kırık adamları sevdik biz be usta. Sonra Sabahattin Ali. En baş köşede dik dik bakıyor. Karamsar ama bir o kadar hayat dolu. Hayatın gerçeklerini çarpıyor yüzümüze. Jack London ile adaletsizliğe baş kaldırıyoruz. Mauro de Vasconcelos ile çocukluğumuza dönüyoruz. Zeze'nin portakal ağacına , Portuga'sına el sallıyoruz. Sayarım daha çok sayarım ama , hayat kısa be arkadaş. Ağladığına değmez , gülümse be arkadaş. Neyin kaldı ki başka , bozdur bozdur harca...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder