4 Ekim 2015 Pazar

İmtihan mı İntihar mı?

          Bu aralar hayatım, sonunu merak ettiğim ve bir an önce bitmesini istediğim bir film gibi. Sabahın 6'sında bir çalar saat sesi ile uyanıp , gecenin 11'inde eve bezmiş ve yorgun girerek geçiyor. Şikayet etme lüksümüz yok öyle değil mi? Çünkü bunu biz istedik. Kimse kafamıza silah dayamadı. Aslında hiç kimse sevmediği işi yapmak zorunda değil , çok beğendiği bir kıyafeti veya elektronik bir eşyayı zorda kalacağını bile bile kredi kartına borçlanıp almak zorunda da değil. Ama işte biz Y kuşağını deli s.kti. Her şeyin iyisini hemen istiyoruz.  

            Biz henüz bir ekonomik kriz ile karşılaşmadık , işten kovulmadık , boşanmak zorunda da kalmadık. Bizim en büyük buhranımız kendi iç dünyamız. Tüm gün sosyal medyada birilerinin hayallerine , mutlu mesut çekilmiş evlilik fotoğraflarına , dünyanın farklı noktalarında verilen absürd pozlarına maruz kalıyoruz. Hepsinde gülen insanlar. Halbuki göte kaçan borcu , şirkette maruz kaldığın mobbingi , anti depresan kullanan şirket çalışanlarından kimsenin haberi yok. 

           İşi genellemeye vuracak olursak bir kere yaşadığımız ülkeden dolayı hayata 1-0 yenik başlıyoruz. Yönetenlerin saraylarda yaşadığı , ama sarayları inşa edenlerin banka kuyruğunda beklediği. Dağdaki çobanla benim oyum bir mi abi diyenlerin, haksız rekabet koşullarında dağdaki çobanla aynı sınava girip memleketin entellektüeli olduğu ülkede , Ahmet Çakar'ın spor yorumcusu , Kemal Doğulu'nun moda ikonu , Acun'un medya patronu , Ajda Pekkan'ın akil kadın , Rasim Ozan Kütahyalı'nın siyasi eleştirmen olması gayet tabi normal. 

               İşin kötü tarafı da nedir biliyor musuz? Tüm bunlara yüz çevirip , kendi iç dünyanıza kapanamamanız. İşe gittiğinizde sizden güler yüz bekleyen insanların aslında sizin sinirinizi hoplatıp, motivasyonunuzu düşürdüğü , işinizi zevkle yapmanıza engel olduğu acı bir gerçek.  Hepimiz insanız; hayal kırıklıklarımız, yorgunluklarımız, ümitlerimiz , sevinçlerimiz yani dört mevsimi aynı anda yaşayan bir ruh halimiz var.  Derdinizi anlattığınızda; biz de o yollardan geçtik , başarı merdivenleri elleri cebinde çıkılmıyor , acı olmayınca tatlı olmuyor , sen buna da yorgunluk mu diyorsun , askerlik asıl şimdi başlıyor gibi insanın düşünürken değil sıçarken aklına geldiği cümlelere maruz kalıyorsunuz. Bunun daha ileri noktası evde benzeri cümlelere ebeveynleriniz tarafında da maruz kalmanızdır. 

                En çok acıyı ben çektim , hayır sen daha ne gördün ki! Hayatın sillesini yemek için daha çok gençsin. Ne demek psikolojik baskı altındayım. Hayallerinin bittiği yerde gerçekler başlar. Ve senin gerçeklerin kariyer yapıyorum safsatasında üç kuruşa 5 köfte satıp , geçim derdine düşmek. 

                 Aslında hepimiz o kadar normal insanlarız ki. Arkadaşlarımız ile bir araya geldiğimizde türlü türlü şakalar ile eğlenip , rakı sofrasında sevdalarımızı paylaşıp , klavye başında memleketi kurtarıyoruz. Ez kaza bacak arasını koruyan kızların namuslu olduğu ülkemde bir insan evladına güvenebilir de evleniriz diye hayal kuruyoruz. Ama gel gör ki bunca şeyin arasında intihar fikri aklımıza gelmiyor değil. Hani sabah metroyu beklerken kendi altına bırakmak veya metrobüs beklerken önüne atlamak. Gerçi ona da gerek kalmıyor artık metrobüs gelip sizi altına alıyor ya! 

                 Turgut Uyar ne de güzel söylemiş: " Bu hüznü siz de bilirsiniz. Anlat deseniz anlatamam. Enine boyuna yaşarım ancak."  
                

           

1 yorum:

Var mıydık? Belki Biraz...

Artık çalar saatin ruhumu kamçılarcasına ötmesine gerek duymadan uyanabiliyorum. Telaş yok, karnımda uçuşan rahatsız kelebekler yok, geç kal...