17 Nisan 2016 Pazar

Gün Işığına Koşarken...

      Bir yerlerde bir zamanlar benim ruh halimi kaleme alan birisi var mıdır diye düşünüyordum? Binlerce film, binlerce kitap koleksiyonu dizdim aklımın tozlu raflarına. Küçücük bacaklarım bedenimi taşıdığı günden beri boyumdan büyük hayaller kurdum. Hep ulvi bir amacım olsun istedim, dünyayı kurtaran adamın oğlu değilim. Ama kurtaracak bir dünya neden bulmayayım ki...  

     Ahhh sanırım kendimle oturup konuşma zamanım geldi de geçiyor. Düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ediyorum. Her geçen an, geride bıraktıklarıma özlem duyuyorum. Güvensizlik denen bataklığa saplanıp kaldım sanki. Dost bildiklerim sahiden dost mu? Çok bir şey istediğimi sanmıyorum. Aç gezmeye de razıyım, para denen şeyin bolluğunu görmediğim de aşikar. Peki göğsümün tam ortasına saplanmış şu yalnızlık duygusunu neden söküp atamıyorum. 

      Bu hayatta hep bir anlam aradım. Saadet denen şeyi az da olsa tattığım da cebimde beş kuruş param yoktu. Gecenin bir saati Trabzon'da bir bank köşesine kurulmuş ay ışığının denizdeki yansımasını seyrediyordum. O zaman anladım parayla saadetin olmadığını. Arkadaşlığın kıymetini sorgularken kendime sarıldım. Mutluluğun resmini çizebilir miyim sahiden? Üsküdar vapur iskelesi belki, sahaflardaki yaşanmışlığın kokusu, simit satan küçük çocuğun yüzündeki gülümseme, mendil satan küçük kızın hayalleri... Aramadım ki mutluluğu uzaklarda , parada, pulda...

Neden kitapları bu kadar seviyorum? Çünkü onları istediğim zaman kapatabiliyorum. Hayat öyle değil ki! Bir sabah uyandığımda işe gitmemenin verdiği özgürlükle yolculuğa çıkacağım. Sırtımda çantam, içinde beni mutlu yapan kitaplar, fotoğraf makinası, boş bir defter, yepyeni bir kalem ve yazacak anılarım... Kaç yıldır diyorum ve ilk defa bu kadar yaklaştığımı hissediyorum. En sonunda bu yolculuk için kendime tarih aralığı bile belirleyebildim inanabiliyor musunuz? Hep makul biri olmaya çalıştım. Sanırım bundan dolayı mutsuzluğum. Yağmuru sevdiğimi söylüyorum, ama yağmur yağdığında bulduğum ilk yere sığınıyorum. Güneşi sevdiğimi söylüyorum ama güneş açtığında bulduğum ilk gölgenin altına saklanıyorum. Bir kızı sevdiğimi düşünüyorum ama o beni sevdiğinde alıp başımı uzaklara gidiyorum. 

    Bilmem anlatabiliyor muyum? Zaten anlasaydınız buraya da yazmazdım ya? İşte öyle bir yerdeyim. Bilmediğim bir kavramın anlamını aramakla geçiyor ömrüm. Mutluluk, mutluluk... Oysa pudingi çay kaşığıyla yediğim, çok sevdiğim meyve suyunun dibinde kalan son yudumun verdiği hazzı yaşamak istiyorum. Keşke çocukken bisikletten düştüğümde kanayan yarama üflediğim gibi geçse hayal kırıklarım. Üstad ne diyor. Dünyaya hoş geldiniz veled-i zinalar. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...