Bir yerlerde bir zamanlar benim ruh halimi kaleme alan birisi var mıdır diye düşünüyordum? Binlerce film, binlerce kitap koleksiyonu dizdim aklımın tozlu raflarına. Küçücük bacaklarım bedenimi taşıdığı günden beri boyumdan büyük hayaller kurdum. Hep ulvi bir amacım olsun istedim, dünyayı kurtaran adamın oğlu değilim. Ama kurtaracak bir dünya neden bulmayayım ki...
Ahhh sanırım kendimle oturup konuşma zamanım geldi de geçiyor. Düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ediyorum. Her geçen an, geride bıraktıklarıma özlem duyuyorum. Güvensizlik denen bataklığa saplanıp kaldım sanki. Dost bildiklerim sahiden dost mu? Çok bir şey istediğimi sanmıyorum. Aç gezmeye de razıyım, para denen şeyin bolluğunu görmediğim de aşikar. Peki göğsümün tam ortasına saplanmış şu yalnızlık duygusunu neden söküp atamıyorum.
Bu hayatta hep bir anlam aradım. Saadet denen şeyi az da olsa tattığım da cebimde beş kuruş param yoktu. Gecenin bir saati Trabzon'da bir bank köşesine kurulmuş ay ışığının denizdeki yansımasını seyrediyordum. O zaman anladım parayla saadetin olmadığını. Arkadaşlığın kıymetini sorgularken kendime sarıldım. Mutluluğun resmini çizebilir miyim sahiden? Üsküdar vapur iskelesi belki, sahaflardaki yaşanmışlığın kokusu, simit satan küçük çocuğun yüzündeki gülümseme, mendil satan küçük kızın hayalleri... Aramadım ki mutluluğu uzaklarda , parada, pulda...

Bilmem anlatabiliyor muyum? Zaten anlasaydınız buraya da yazmazdım ya? İşte öyle bir yerdeyim. Bilmediğim bir kavramın anlamını aramakla geçiyor ömrüm. Mutluluk, mutluluk... Oysa pudingi çay kaşığıyla yediğim, çok sevdiğim meyve suyunun dibinde kalan son yudumun verdiği hazzı yaşamak istiyorum. Keşke çocukken bisikletten düştüğümde kanayan yarama üflediğim gibi geçse hayal kırıklarım. Üstad ne diyor. Dünyaya hoş geldiniz veled-i zinalar. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder