Her geçen gün yeni şeyler öğretiyor hayat bize. İnsanları anlamak zorunda kalıyoruz, fakat bizim daha önemli işlerimiz var. 27. yaşıma şunun şurasında birkaç basamak kalmışken ben hala 7 yaşındaki çocuk gibi davranmaya devam ediyorum. Eğer 7 yaşındaysanız hayat gerçekten çok zor :)
Çok şikayet ediyorum farkındayım. İşimden, kendimden, çevremdeki insanlardan. Hiç kimseyi değiştirmek gibi bir niyetim yok, kendim de zaten olduğum gibi yaşayıp gidiyorum. Göte göt diyorum. Hayallerimi anlatıyorum, felsefe yapıyorum, kendimle alay ediyorum. Misal planlarım gerçekleşmeyince küçük düşebiliyorum. Fakat başarı hikayeleri kadar başarısızlık hikayeleri de önemli değil midir?
Terfi alamadım mesela, haliyle maaşıma zam da olmadı. Hala bok varmış gibi burnumun dikine gidiyorum. 3 kuruş fazla almak için içten pazarlıkçı olamıyorum. İnsanlar beni sevdiğini söylüyor, çalışmaktan zevk alıyorlarmış, işimi iyi yaptığımı iddia edemem. Ama elimden geleni yapıyormuşum. Ne de olsa babamın oğluyum, karın tokluğuna it gibi çalışmayı erdem sayıp, kendimle baş başa kaldığımda hayatı şikayet ediyorum. Her sabah çalar saat sesi ile uyanıp, kendimi işe gitmek için motive ediyorum. Tüm olumsuzluklara, hayal kırıklıklarına, kıskançlıklara, tutulmayan sözlere rağmen hayata kaldığım yerden devam edebiliyorum. Mutlu da olsam, mutsuz da olsam aynı verimlilikte çalışabiliyorum. Acaba çok mu vurdumduymaz oldum ne !
Tezek kokusunu özleyen biri olarak, koca koca plazaların içinde kendimi yalnız hissediyorum. Islak çimenlere uzanıp masmavi gökyüzüne bakarak futbolcu olma hayalleri kurduğum günleri özlüyorum. Sabah ezanı ile beraber otlatılmaya çıkarılan ineklerin sesi kulağımda hâlâ. Erik ağacının tepesindeyiz dedemle, anneannemle mısır tarlasına iniyoruz. Eve dönüşte bahçeyi sıcak poğaça kokusu sarmış. 5 çayına hazırız ailecek. Kavak ağaçlarının arasından serin rüzgar esiyor üzerimize. Zeytin, peynir ve çay... Allahım düşündükçe tüylerim diken diken oluyor, gözlerim yaşarıyor ufaktan. İlker'in kahkahası çınlıyor evin dört duvarı arasında. Günler geçtikçe hafızamdan siliniyor ufak ufak o güzelim günler.
Başarılı olma trenini yıllar önce kaçırdım. İyi bir kariyerin hayalini de kurmuyorum desem yalan olmaz. Kumaşım her ne kadar kaliteli olsa da, etiket fiyatım ucuz. O yüzden her zaman şüphe ile yaklaşılacağım. İlk tercih değil, zorunda kalınan olacağım. Zenginlik pahada değil, ağırlıkta olacak her zaman. Alışveriş sepeti doldukça şükredeceğiz. Tatillere hep ya biterse korkusu ile çıkacağım. Bu hayat şartlarında ev alabilecek kadar para kazanır mıyım bilmiyorum ama. Evin içini mutlulukla dolduracak bir kadınla tanışırsam semt bizim, sevda bizim, ev kira olsa da olur. Küçük şeylerden mutlu olmaya devam o zaman. Mesela her akşam iş çıkışı mahallenin bakkalına sırf edebiyat konuşmak için uğramaya devam. Hanginizin bakkalı sizinle dünya klasiklerini konuşup, şairlerden vecizeler sunuyor. Bizim Adem abi şiiri gazete kağıdına sarıp veriyor...
Geride bıraktığım bu hafta çok şey öğretti bana. Sahip olduğum güzellikleri, geçmişe sıkı sıkı bağlanıp, bugünü ve yarını da ihmal etmemeyi hatırladım. Tüm olanlara canınız sağ olsun deyip, eyvallah çekmenin keyfini yaşadım. İnsanın kendi olabilmesi, prensipleri ve idealleri uğruna mücadele etmesi gibisi var mı? Ne mutlu bize o zaman. Meşaleyi yakın, mutluluk yakın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder