Klişe lafı duyar gibiyim. Nerede o eski Ramazanlar değil mi? Geçmişe karşı hatta çocukluğumuza bir özlem içerisindeyiz. Eski heyecanım yok artık. Maneviyatımı kaybettim sanırım. Oysa gerçekten nerede o eski Ramazanlar !
Çocukken kış aylarına denk geliyordu Ramazan ayı. Hava erkenden kararıyordu ve biz öğlenciydik. Hoca ezanı okurken sırtımızda çantalar ile koşarak eve gidiyorduk. Sofra hazır ve biz kurt gibi acıkmıştık. Sofrada asitli içeceklerden çok komposto olurdu. Tabi o zaman Coca-Cola imana gelmediği için Ramazan konulu reklamlar pek de yoktu. Nihat Hatipoğlu ile henüz tanışmamıştık. İki buçuk saatlik Çağrı filmini 10 dakikalık bölümler halinde tüm Ramazan ayı boyunca verirlerdi. Teravih namazına tüm aile, tüm mahalle giderdik. Hala o yumuşacık halıya alnımı koyduğum günleri gülümseyerek hatırlıyorum. Camiye bir saatten erkenden gidip, en üst katı çocuk bahçesine çevirirdik. Çocuklar her akşam camiye gelsin diye her akşam çikolata ve şeker dağıtırdı mahallemizin muhtarı Celal Amca...
Namaz esnasında kıkır kıkır gülmek ayıptı belki ama, cemaat kaş göz çatsa da hoşlarına giderdi. Alevi, Sünni, Kürt, Tatar, Çerkes hepimiz aynı saftaydık. Lafın gelişi olsun diye demiyorum gerçekten öyleydi. Zeytinburnu bugün nasılsa eskiden de Birleşmiş Milletler kampı gibiydi. Ama aradaki tek fark şuydu. Biz hepimiz aynı sofraya oturup iftarımızı açabiliyorduk. Namaz sonrası mahallede saklambaç oynadığımız günleri nasıl unutabiliriz. Soğuk kış günü bozacı geçerdi. Babalarımız balkonda sepetle para salar, bozanın yarısı biz içerdik, yarısını sepete koyardık. Sahurdan önce sahlep keyfi de yapılırdı.
Pide kuyruklarına değinmeden edemeyeceğim. Soğuk kış günü tüm sokağa yayılırdı kokusu. İçimizi ısıtırdı. Aynı okuldan, aynı mahalleden hoşlandığımız kızlarla uzun kuyrukta sohbetler ederdik. Hiç bitmesini istemediğim pide kuyrukları vardı. Eve gidene kadar mutluluktan ellerimiz yanardı. Eve pide götürmek bir çocuk için övünç kaynağıydı. Sanki evdekilerin aç karnını biz doyuruyorduk.
Saçma sapan programlarda orucu neyin bozacağını tartışmıyorlardı. Belki de biz farkında değildik. Niyetimiz önemliydi. Kimin oruç tutup tutmadığından çok, kimin karnı aç kimin karnı yok önemliydi. Anneannelerin dedelerin evinde uzun uzun masalar kurulurdu. Biz çocuklar yer sofrasında iki büklüm yemek yerdik. Ama lezzetine doyum olmazdı. Küçücük bir salona 30 kişi nasıl sığardı hala akıl sır erdiremiyorum. Herkes Güllaç tatlısı der ama, ben Kemalpaşa, Muhallebi ve Sütlaç'ın yerini ayrı tutarım. Küslerin barıştığı, dargınlıkların unutulduğu sofralar kurulurdu. Her akşam bir başka akrabanın olduğu sofralar kurulurdu. Oysa şimdi herkes daha büyük bir ev sahibi olmak için müteahhite evini satıp, daha küçük bir aileye sahip oldu. Yani anlayacağınız "Nerede O Eski Ramazanlar" diyorsak boşuna demiyoruz. Geçmişi yad etmek güzel, darısı kendi yuvamızı kurduğumuzda çocuklarımıza da böyle anılar bırakacak Ramazanları yaşatmaya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder