11 Mart 2018 Pazar

God Bless Turkey...

Bu pazar günkü yazımı uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü fırsat bulamadığım filmi izledikten sonra yazıyorum"God Bless America".  Filmin adından esinlenerek de yazının başlığını oluşturdum zaten. Son yıllarda izlediğim en sağlam sistem eleştirilerinden bir tanesiydi. 

Bu filmde de Amerika'nın ağlanacak haline cinayetler eşliğinde gülüyoruz. Eşinden ayrılmış, çocuğu tarafından sevilmeyen bir babanın hayatı sorgularken bir gün yanlışlıkla öleceğini öğrenmesi ile başlıyor hikaye. Kemal Sunal'ın Mülayim Sert- Mülayim Ters karışıklığı gibi bir durum yaşanıyor. Bağıra bağıra konuşan, televizyonu son ses izleyen komşularından, onların sürekli ağlayan bebeklerinden bıkmıştır. Sabahleyin iş yerinde bir gece önceki saçma sapan yarışma programlarının dedikodusunu yapan, birbirlerine yaşam standartlarını, kariyerlerini, kazandıkları parayı anlatan iş arkadaşlarından da sıkılmıştır. 

Filmin henüz başında mesajını verir Frank: "İnsanlar sadece televizyonda izlediklerini, radyoda duyduklarını veya internette seyrettiklerini geri kusuyorlar. İçinde ünlüleri, dedikoduyu, sporu ve politikayı barındırmayan bir konuşma yaptınız mı hiç?" Ve sonra kahramanımızı işten haksız bir suçlama ile kovarlar. Ve kayış o günden sonra kopar. Ölmeyi hak eden insanları birbir öldürürler. Show programı yaparak insanları galeyana getirenleri, aptallıklar yaparak ünlü olanları, anti-semitistleri, nezaketsizce davranan insanları... 

Filmi izledikten sonra tabi ki bunu kendi ülkemize de uyarlayabildiğimiz için yazının başlığı Türkçesi ile "Tanrı Türkiye'yi Korusun" oldu. Acun'u ilk çıktığında ülke olarak bağrımıza bastık. Muhabirlikten gelmişti çünkü. Hayat hikayesi ilgimizi çekmişti. Sonra hiçbir zeka pırıltısı olmamasına rağmen Amerika'dan aldığı show formatlarını Türkiye'ye uyarladı. İçine Türk insanın duygusallığını sömürecek öğeler kattı. Ve tuttu. Allah yürü ya kulum dedi. İlk başlarda sempatik gelen adam sonra itici gelmeye başladı Türk halkına. Ama atı alan Üsküdar'ı geçmişti. Kendi kanalı, kendi programları, kendi yarattığı yetenekler, ünlüler, siyasiler ve futbolcularla bağlantılar. Bugün Acun'un elini attığı kim varsa kendi adıma söylüyorum tiksinip, nefret ediyorum. 

Eskiden televizyon yapımcıları dizi yaparken Türk halkının örf ve adetine dikkat ederdi. Ailecek oturup televizyonun başında otururdunuz. Anneniz meyve soyardı, çayınızı yudumlayıp çekirdeğinizi çıtlardınız. Bugün de belki aynısı var. Fakat televizyonda Bizimkiler, Kaygısızlar, Süper Baba gibi diziler yok. Zengin adam, fakir kız, tecavüze uğrayan kadın, intikam peşindeki adam, mahalle kabadayıları, adaleti kendi eliyle sağlayanlar...

300'den fazla madencinin öldüğü facianın faillerini cezalandırıp, kanun yaparak yeni kazaların önüne geçmek yerine; kampanyalar başlatıp insanların sadaka ve bağış yapmasını teşvik ettik. Küçük çocuklara mikrofon uzatıp babalarına olan özlemlerini anlattırdık. Üniversite bitene kadar eğitim masraflarının karşılanacağına dair söz verdik. Toki ev yapıp dağıttı. Peki tüm bunlar o çocukların babalarının bir ihmal sonucu öldüğü ve bundan sonra geri gelmeyecekleri gerçeğini değiştirdi mi? 

Kontratlarını döviz cinsinden yapan milyonluk futbolcular, vatan millet sakarya deyip televizyonlarda duygularımızı okşuyor. Adam felsefesi yapanlar var. Bir zamanlar gururumuzdu Arda Turan, artık politik yalaka, magazin maymunu milyonluk bir eşek gözümüzde. Mikrofon uzatıldığında memleketin hali hakkında, eğitim sistemi, geçim sıkıntısı, toplumsal haklar, fırsat eşitliği hakkında konuşamayacak futbolculara özenen, onlar gibi olmak isteyen milyonlarca genç yetişiyor. Çünkü insanın yaratılış gayesinin sadece para kazanmak olduğu bir dünyada yetişiyoruz. 

Birbirine ağza alınmayacak derecede hakaret eden siyasiler, bugün birbirlerinin siyasi sloganlarını söyleyerek birbirlerine jest yapıyorlar. Yerli ve milli vurgusu yapıyoruz. Tohum ithal, büyükbaş hayvan ithal, buğday ithal, şeker fabrikaları özelleştikten sonra şeker de ithal olur. Milli tank, milli tüfek, milli gemi falan siktirin gidin ulan. 

Ülkede porno sitelerini veya muhalafet içeren yayın organlarını takip etmek engelleniyor. Ülkede genel evler 7/24 çalışıyor. Yol kenarında travestiler müşteri kovalıyor. Kendine hoca diyenler kadına dayağı övüyor. Çocuklara daha iyi bir gelecek nasıl oluşturabiliriz diye tartışmak yerine acaba evlenmek için uygun zaman ve yaş nedir diye tartışılıyor. Kadın cinayetleri her geçen gün artıyor. Hükümet sözcüsü 16-17 yaşında evlenmek isteyen gençlerimiz mağdur oluyor onlar için yasal düzenleme yapacağız diyor. Süleyman Demirel'in bir parodisi vardı. Kendisine genel evleri neden kapatmıyorsunuz diye soruyorlar. O da siyasi dehası ile güzel bir cevap veriyor. Argo tabirle meali şu "Genelevleri kapatalım da millet bizi mi siksin." Evet sistem bizi sikmeye devam ediyor....

Bazen bunca yasağın bizi engellemek için değil de tamamen teşvik edilmek için konulduğunu düşünüyorum ki zaten öyle. Yıllarca okullarda eğitim al, binlerce kitap oku, dünyayı dolaş, farklı kültürleri tanı. Sonra işe gir, hayatın sana getirdiği zorunluluklarla hayallerin arasında bir yerde sıkışıp kal. Mesai saatleri içinde stres yaşa. Para kazanmak için kendinden ödün ver. Evini geçindir, borca gir, üç kuruş kazanacağım diye sevdiğin insanları üz. Ve kafanı birkaç saniyeliğine kaldırdığında tüm bu saçmalıkları görüp Tanrım ben nerdeyim de. 

Birileri kısa yoldan şöhret oluyor, kolay para kazanıyor. Evet para kazanmanın canı cehenneme. Ama yıllarca kirada oturan, namusuyla ve edebiyle yaşayan, vergisini, faturasını, kirasını aksatmadan ödeyen insanların çektiği bu çile nedir yahu? Filme geri dönersek elinize AK-47'yi bilinen adı ile kalaşnikofu alıp katliama çıkmamız lazım. Önce Acun ve tayfasından başlanabilir, yarışma programlarındaki jüriler, gündüz kuşağındaki evlendirme ve kayıpları bulma programları, pazar akşamları yayınlanan ve saatlerce süren futbol programları, sakalı olup kendini hoca sananları, Metin Hara'yı, Arda Erel gibi mal değneklerini, kişisel gelişim kitabı yazdığını sananları, koltuğunu bırakmayan siyasi dinozorları ve daha binlercesini... 

Ya da tüm bunları bir kenara bırakıp, her sabah olduğu gibi işinize gideceksiniz. Mecbur kalmadıkça kimseye ile samimi olmayacaksınız. Mesai dolar dolmaz koşar adımlarla evinize gidip ailenizle vakit geçireceksiniz. Kitabınızı okuyup, bir şeyler yazarak rahatlayacaksınız. Kimsenin olmadığı saatlerde gece yarısı veya sabahın köründe yürüyüşe çıkacaksınız. Tüm bu saçmalıkları görmezden gelip, izole bir yaşam süreceksiniz. Tabi buna gücünüz ne kadar yeterse...

1 yorum:

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...