Düşünüyorum öyleyse varım! Evet bundan binlerce yıl önce varolma sebebini açıklamış Descartes. Bende düşünüyorum ama genelde bu icraatı gecenin geç saatlerinde yapıyorum. Yani akünün suyu boşaldıktan sonra.
Aynalarla aram pek iyi değildir. Çünkü her baktığımda olmak istemediğim adamı görüyorum. Saçlarım seyrekleşiyor hatta seyrekleşmekle kalmayıp kırlaşıyor. Gelecek kaygısı ve stres gözlerimin altında yük olmaya başladı. Hangi ara eli ekmek tutan, kendini değil başkalarını düşünen onların geleceği için didinen bir adam oldum. Halbuki daha dün gibi hatırlıyorum, 7 yaşımdayken babamın elimden tutup beni futbol sahasına bıraktığı günü. Üzerimde 10 numaralı Galatasaray forması ile onlarca kişinin arasında top koştururken ne güzeldi o günler. Her gece başımı yastığa büyük bir futbolcu olarak koyuyordum. Peki ya lise yıllarımda. Jack London'ın Demir Ökçe kitabını okuduğumda ülkesini seven,sevdiği kadına hayatını adayan adama ne oldu. Üniversite sıralarında yaşadığı maddi sıkıntılara rağmen her gününü bir önceki günden daha güzel geçirmeye çalışan adama.
O masum çocuk, hayalperest adamlar hepsi kalbimin bir köşesinde yaşamaya devam ediyor. Yeşil sahaların aranan futbolcusu, dürüst ve saygın bir beyefendi, romantik bir adam ve güleryüzlü bir genç. Bir gün belki yeniden gün ışığına çıkarlar. Doğru zamanda doğru insanla karşılaşana dek...
İyimser bir insanım, kendi ile barışık. En iyi dostum tozlu raflarımdaki kitaplarımdı her daim. Çünkü hiçbir zaman yanımdan ayrılmadılar. Bir dolaba kapatıp aylarca belki de yıllarca yüzlerine bakmasam bile bir ara aklıma gelip elime aldığımda ilk zaman ki zevki ve mutluluğu tattım onlarda. Küçücük odamı şelaleden akan hayallerle dolduran yüzlerce kitabım odamın en güzel köşesinde yerini almış. Bir kez daha okunmak, bir kez daha dertleşmek için beni bekliyor.
Neden mi kitaplar? Hani bir dizi veya film izlerken istemediğiniz bir sahne gelir ya kanalı değiştirir ya da başınızı başka bir yöne çeviriririz. İşte hayatta istemediğim insanlar ve olaylar karşıma çıktığında yüzümü kitaplara çeviriyorum. İstemediğim bir işi yapmama sebep olan hayata, geçim derdi ile beni süründüren hayata, tanımadan ön yargı ile yaklaşan insanlara, beni görmek istedikleri insan olmaya zorlayanlara karşı yüzümü çeviriyorum. Dünya karhanesinde tek bakire kalan ben değilim ya. Dürüst olmak için çabalamıyorum veya daha iyi bir yaşama sahip olmak için. Sadece bana dayatılan bu hayatta tecavüze uğramamak benim savaşım. Kendi halinde kendi dünyasında sıradan ve sade bir mutluluk.
Para; güzel bir hayat, seksi bir kadın, şişkin bir cüzdan, siyasi bir nüfuz ve rahat bir kafa sağlayabilir. Peki ya vicdanı nereye koyacağız. Cüzdanımızda kullanmadığımız kart vizitlerimizin arasına mı sıkıştıracağız? Bu kadar lafı niye mi ettim. Bırakın Allah aşkına başkalarının hayatına yön vermeyi, onlara nasihatta bulunmayı. Kimileri mutluluğu paranın getireceğini düşünür, kimileri sıcak bir yuvanın. Ben sıcak bir yuvanın içinde mutluluğu arayacağım. Bulur muyum bilemem, ama kaybedecek neyim var ki! Hiç olmazsa bu hayata geldiğim gibi meteliksiz ama yüzünde kocaman bir gülümseme ile giderim...
Aynalarla aram pek iyi değildir. Çünkü her baktığımda olmak istemediğim adamı görüyorum. Saçlarım seyrekleşiyor hatta seyrekleşmekle kalmayıp kırlaşıyor. Gelecek kaygısı ve stres gözlerimin altında yük olmaya başladı. Hangi ara eli ekmek tutan, kendini değil başkalarını düşünen onların geleceği için didinen bir adam oldum. Halbuki daha dün gibi hatırlıyorum, 7 yaşımdayken babamın elimden tutup beni futbol sahasına bıraktığı günü. Üzerimde 10 numaralı Galatasaray forması ile onlarca kişinin arasında top koştururken ne güzeldi o günler. Her gece başımı yastığa büyük bir futbolcu olarak koyuyordum. Peki ya lise yıllarımda. Jack London'ın Demir Ökçe kitabını okuduğumda ülkesini seven,sevdiği kadına hayatını adayan adama ne oldu. Üniversite sıralarında yaşadığı maddi sıkıntılara rağmen her gününü bir önceki günden daha güzel geçirmeye çalışan adama.
O masum çocuk, hayalperest adamlar hepsi kalbimin bir köşesinde yaşamaya devam ediyor. Yeşil sahaların aranan futbolcusu, dürüst ve saygın bir beyefendi, romantik bir adam ve güleryüzlü bir genç. Bir gün belki yeniden gün ışığına çıkarlar. Doğru zamanda doğru insanla karşılaşana dek...
İyimser bir insanım, kendi ile barışık. En iyi dostum tozlu raflarımdaki kitaplarımdı her daim. Çünkü hiçbir zaman yanımdan ayrılmadılar. Bir dolaba kapatıp aylarca belki de yıllarca yüzlerine bakmasam bile bir ara aklıma gelip elime aldığımda ilk zaman ki zevki ve mutluluğu tattım onlarda. Küçücük odamı şelaleden akan hayallerle dolduran yüzlerce kitabım odamın en güzel köşesinde yerini almış. Bir kez daha okunmak, bir kez daha dertleşmek için beni bekliyor.
Neden mi kitaplar? Hani bir dizi veya film izlerken istemediğiniz bir sahne gelir ya kanalı değiştirir ya da başınızı başka bir yöne çeviriririz. İşte hayatta istemediğim insanlar ve olaylar karşıma çıktığında yüzümü kitaplara çeviriyorum. İstemediğim bir işi yapmama sebep olan hayata, geçim derdi ile beni süründüren hayata, tanımadan ön yargı ile yaklaşan insanlara, beni görmek istedikleri insan olmaya zorlayanlara karşı yüzümü çeviriyorum. Dünya karhanesinde tek bakire kalan ben değilim ya. Dürüst olmak için çabalamıyorum veya daha iyi bir yaşama sahip olmak için. Sadece bana dayatılan bu hayatta tecavüze uğramamak benim savaşım. Kendi halinde kendi dünyasında sıradan ve sade bir mutluluk.
Para; güzel bir hayat, seksi bir kadın, şişkin bir cüzdan, siyasi bir nüfuz ve rahat bir kafa sağlayabilir. Peki ya vicdanı nereye koyacağız. Cüzdanımızda kullanmadığımız kart vizitlerimizin arasına mı sıkıştıracağız? Bu kadar lafı niye mi ettim. Bırakın Allah aşkına başkalarının hayatına yön vermeyi, onlara nasihatta bulunmayı. Kimileri mutluluğu paranın getireceğini düşünür, kimileri sıcak bir yuvanın. Ben sıcak bir yuvanın içinde mutluluğu arayacağım. Bulur muyum bilemem, ama kaybedecek neyim var ki! Hiç olmazsa bu hayata geldiğim gibi meteliksiz ama yüzünde kocaman bir gülümseme ile giderim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder