14 Mart 2013 Perşembe

Savaştan Yıkıma, Yıkımdan Yükselişe: Siyasi Deha, Ekonomik Güç

           İzlediğimiz veya okuduğumuz bir şeylerin bizi düşünmeye sevk etmesi kadar güzel bir şey yok. Merak, öğrenme arzusu ve bilmek insanı daha çok okumaya ve yazmaya itiyor. İşte bu yüzden geçen gün NTV'de izlediğim 2.Dünya Savaşı belgeselinden sonra aklıma takılanları ve bende düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istedim. Uzun bir yazı olabilir o yüzden sabırla okumanızı temenni ediyorum.

             Tarih ve siyasete merakı olanlar bir de bunların üzerine ekonomi biliminin gerçeklerini eklerse sanırım ilginç ve şaşırtıcı bilgilere sahip olacaktır. Düşünün ki 1. Dünya Savaşı'ndan sonra mağlup olmuş bir Almanya, yeni bir devrim gerçekleştirmiş Rusya, istediğini alamamış ve eski gücünü kaybetmiş bir İngiltere, ulusal kimliğini yeni oluşturmuş İtalya ve Asya'da süper güç olmaya aday Japonya tarihi emellerini gerçekleştirmek için bir rekabete girişsin ve bu rekabet sonucu İkinci Dünya Savaşı patlak versin. Amerika'yı saymadınız diyenleriniz olacak. Savaş başlamadan önce ve ilk yıllarında ABD daha henüz 1929 yılından kalma Büyük Buhranı'nın etkilerini atlatmaya, tarım ve sanayi alanındaki reformlar ile uğraşıyordu.

               1.Dünya Savaşı'ndan sonra hiperenflasyon ile boğuşan Almanya, yeni bir anlayış ve yaşam tarzı ile şekillenen Rusya 20 yıllık bir süreç içerisinde dünyanın süpergücü olabilecek konuma geldiler. Bu sadece 1.Dünya savaşına mahsus bir durum değil. 2.Dünya Savaşı'ndan sonra Rusya yine yaralarını hızlı bir şekilde sardı. Amerika'nın yardımı ile Avrupa hızlı bir kalkınma yaşadı. Kore Savaşı'ndan sonra Güney Kore 30 yılda kapitalizmi en iyi uygulayan ülkelerden biri oldu. Almanya iki büyük dünya savaşından mağlup ayrılmasına ve son derece ağır antlaşmalar ile eli kolu bağlanmasına rağmen bugün Avrupa'nın en zengin ve en gelişmiş ülkesi konumunda. Ve tabi ki Cumhuriyet Türkiye'sinin Adnan Medresi'nin son dönemine kadar ki yaşadığı yükseliş.

                Ekonomi kitaplarında 1945-1970 arasına altın çağ derler. Bu dönemde dünya ticareti genişlemiş, eksik istihdam gerilemiş, yüksek büyüme rakamları yakalanmış ve korumacılık azalmıştır. Peki neden ülkeler savaş dönemlerinden sonra hızlı bir kalkınma süreci yaşar ve bu kalkınmayı kim finanse eder?

                4 dönem (1933-1945 yılları arasında) ABD başkanlığı yapan ve böylesine zor bir süreci Amerika'nın çıkarları açısından en iyi şekilde yöneten bir başkan olan Franklin D. Roosvelt dünyayı nasıl yapılandırdı? Savaş dönemlerinde yoksulluğun, şiddetin, işsizliğin yaşattığı etkiyi en çok yaşayan sıradan vatandaşlardır. Bu dönemden kurtulmak için en büyük fedakarlığı yapanlarda onlardır. Bu karmaşadan kurtulmak için siyasilere koşulsuz güvenip destek verenlerde yine onlardır. Daha az tüketip, daha çok çalışırlar, daha çok vergi öderler. İşverenler ücretleri geçimlik seviyede tutar ve devletten her türlü sübvansiyon ve desteği alırlar. Artan üretim, istihdamı arttırır, artan istihdam tüketimi arttırır. Tüketimin artması üreticilerin kârlarını, devletin vergi gelirlerini arttırır. Ve savaş sonrası ülkeler hızlı büyüme, düşük işsizlik ,yüksek tüketim rakamlarına ulaşır. Devlet verdiği teşviklerin geri dönüşünü artan vergi gelirleri ve artan para talebi ile sağlar. Gerçekten çok ilginçtir her büyük savaştan sonra çoğu ülkenin geri dönüş hikayeleri böyle olmuştur. Değişmeyen bir şey varsa o da sıradan vatandaşların hep yerinde saydığıdır.

               Son yüzyılda yaşanılan iki büyük savaştan en çok çıkar sağlayan tabi ki Amerika olmuştur. Birincisinde dünya siyasetinde söz sahibi olmuş, ikincisinde ise bizzat dünya siyasetinin sahibi olmuştur. Bugün ABD dünyanın en borçlu ülkesi olmasına rağmen nasıl oluyor da hala ayakta ve gücünü koruyor. Daha önce de dediğim gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD dünyaya sürekli dolar (kredi) pompalayan bir ülke konumundaydı. Her ülkeden alacaklı bir ülke konumundayken nasıl oldu da herkese borçlu konuma geldi. Bir ülke için en önemli denge olan tasarruf-yatırım dengesi bozulunca ABD borçlanmaya başladı. Sürekli tüketen ABD halkı yatırım harcamalarını da azaltmayınca sürekli açık veren bir bütçeye sahip oldu. Ve bunları kapatmak için devlet tahvilleri ihraç edip, dünya piyasalarından borçlanmaya başladı. Keza artan dolar basımını da unutmamak lazım.

               Eskiden de dolar basıyordu ABD peki o zaman niye bu sıkıntıları yaşamadı? Sanırım şundan olsa gerek: Eskiden ihraç ettiği dolarlar diğer ülkelerin harcamaları sayesinde ABD'ye geri dönüyordu. Yapacağı yatırımların otofinansmanını sağlıyordu. Ama bugün gelişen ülkeler tüketmenin yanında tasarruf etmeye başlayınca ABD'ye geri dönmeyen dolarlar bütçe açığına sebep oldu. Tasarruf olmayınca da borçlanmalar başladı. Doların dünyanın rezerv parası olması ve ABD ordusu bugün Amerika'nın ayakta durmasının iki sebebidir. Doların rezerv para olması sayesinde istediği kadar para basıp senyoraj geliri elde ediyor ve enflasyon denen illete sebep bile olmuyor. Doları rezerv para olarak kabul etmeyen ülkeleri askeri gücü ile tehdit ederek de dünya üzerindeki gücünü muhafaza ediyor.

              Son olarak Schumpeter'ın aktardığı bir söz ile yazımı bitirmek istiyorum. "Dış ticaret zenginlik yaratır, zenginlik güç demektir, güç de ticaretimizi ve dinimizi korur." Koskoca bir yazıyı sadece bu söz bile özetleyebilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...