26 Ağustos 2012 Pazar

Görünen Ekonomi Yaşanan Ekonomi...

    Okul bittiğinden beri ekonomiden uzak kaldığımı düşünüyorum. Gerek blog sitelerini gerekse haber programlarına göz atmaz oldum. Eee haliyle 4 yılın verdiği yorgunluk ve bıkkınlık biraz kafamı boşaltmama sebep oldu. Biraz ara vermenin vermiş olduğu zihin açıklığı ile tekrardan ekonomi hakkında yazılar yazmaya karar verdim. Bilgileri taze tutmak gerekiyor...Dünden bugüne bir değerlendirme yapmak istedim kendimce kafamda ölçtüm biçtim ve sizlere sundum.

       İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni kurulan dünya düzeninde birçok yeni ülke haritaları çizilmiş, savaştan çıkan ülkeler yaralarını sarmaya başlamış ve kısa zamanda kalkınma ve büyüme yarışına girişmişlerdi. Büyük Buhran'dan Roosvelt'in Keynesçi politikaları ile kurtulan ABD sahip olduğu ihraç fazlası ürünleri Avrupa ve gelişmekte olan ülke pazarlarına sunmaya başladı. Alım gücü olmayan ülkelere satınalma gücü transfer etti. Ve yaptığı hamlenin meyvesini 50 yıldır toplamaya devam ediyor. Girmiş olduğu bütün pazarlara kendi kültürünü ve ürünlerini kalıcı olarak yerleştirmeyi başardı. Artık ülkeler toplam talep yetersizliği ile değil artan talebi karşılayamamaktan dolayı krizler ile karşılaşıyordu. İnsanların  yaşam standartları iyileşmiş, konfor,lüks ve aşırı tüketim hat safhaya ulaşmıştı. Haliyle yerli üretim toplumların ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmiş fazla talep yurt dışına kaymaya başlamıştı. Velhasıl kelam ABD savaştan sonra dağıttığı dolarları geri kazanmış üstüne üstlük üretim fazlası stoklarını eritip kendisini yeni ve kalıcı pazarlar edinmişti.

       Bu kısa girişi yapmamın sebebi şuydu. Diyebilirsiniz bugünkü ekonomik ve sosyal yapıda ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki ekonomik hamlelerinin ne alakası var. Bana göre çok alakası var. Ekonomi  veya tarih ile yakından ilgilenen arkadaşlarım bilirler ki 1929 Dünya Ekonomik Krizi'ne kadar üreticiler sadece üretir satın alınırsa alınırdı. İnsanlar ürettiğinden fazla tüketmedikleri için yaygın bir enflasyon sorunu pek olmuyordu. Sadece savaşlar sonrası kıtlık çeken ülkelerde Almanya, İtalya,Polonya gibi ülkelerde 3-4 yıllık hiper ve aşırı enflasyon süreçleri yaşanmış ve raylar yerine oturunca ortadan kalkmıştır. Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra artık iki kutuplu dünya düzenine geçilmiş. Bir yanda hızlı büyüyen sanayisi ve hızlı tüketen toplumu ile ABD diğer yanda ise kaynaklarını sadece rejim için kullanan birey refahı değil devlet refahı için çalışan SSCB vardı. Tabi ki savaşı Amerika kazandı. Ve günümüzdeki ekonomik ve sosyal kargaşa sarmalları kalıcılaşmış oldu...

         Gelelim Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin bu olaylardan nasıl etkilendiğine kısaca göz atalım. I.Dünya Savaşı'ndan yorgun ve bitap çıkan genç Türkiye hızlı bir kalkınma atağına başladı ve kısmen başardı. Büyük Buhran devletçilik politikası ile az hasar ile atlatıldı. Doğru hamleler ile yüksek büyüme düşük enflasyon rakamları yakaladı genç Türkiye; ama bir yere kadardı tabi ki. Adnan Menderes sanayideki atağı tarım sektörünü de işin içine katarak daha da sağlam temellere oturtmak istedi ama maalesef herşeyi aynı anda yapmak isterken ağır borç yükünün altında ezildi ve siyasi bir komplo ile aramızdan ayrıldı. 1960 Darbesi Türkiye için bir devrimdi. Evet hazırlanan anayasa için hala devrim diyenler var içimizde. Bu devrim iyi mi kötü mü bilinmez ama o tarihten itibaren artık Türkiye için birçok şey değişti. 1950'lerde başlayan enflasyon sarmalı artık kalıcı hale gelmişti hemde üç haneli rakamlar ile. Türkiye bu olgu ile tam 40 yıl yaşadı. Türkiye 40 yıl boyunca 2 ileri bir geri adımlar ile ekonomik büyüme gerçekleştirdi. Halk enflasyon ile yaşamaya alıştı bir nesilin ömrü gaz ve ekmek kuyruklarında geçti. İstihdam seçim sonrası arttı devrilen hükümetler ile azaldı. Yani Türkiye 40 yıl boyunca bir bebek gibi emekledi. Savaştan kurtardığımız Güney Kore her alanda gelişimi tamamlayıp bize tur bile bindirdi. Peki neden böyle oldu. Türkiye neden kronik bir enflasyon, inişli çıkışlı büyüme ve istihdam rakamları ile 40 yıl yaşamaya mecbur kaldı? Sanırım bu sorunun cevabını en iyi sanayiciler ve politikacılar biliyordur...

      "Gelişmekte olan ülke" kavramına değinelim biraz da çünkü; bu kavram Türkiye için 50 yıldır söylenmekte. Bence çok sinsi ve gelişmiş ülkelerin 2.dünya ülkelerini sömürdüğü  kavramın ta kendisi. Geçmişten günümüze baktığımızda bunun ne kadar doğru olduğunu görmemek imkansız gibi birşey. Gelişmek isteyen bu ülkeler gelişme adına kalıcı kapitülasyonlar vermeye devam ediyor. Ekonomik olarak büyümesini kalıcı hale getirmek isteyen ülkeler bunu altyapı yatırımları ve eğitim reformları ile gerçekleştirmeli. Türkiye bu üçlü ayağın sadece ekonomi ayağına ağırlık vermiş bundan dolayıdır ki topal bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. 1980'de geçtiğimiz Serbest Pazar Ekonomisi ile sınırlar açıldı. Her türlü ürün ve mal ülkemize rahatça giriş yaptı, ithalat ve tüketim her geçen gün artmaya devam ediyor. Bunları kötü birşey gibi anlatmıyorum ama bizim ülkemize hep olumsuz yanları sirayet etmiş. Evet yerli sanayi rekabet edebilecek bir durumda bugün, sanayi ve turizm alanında atağa kalktık. İhracat rakamlarımız rekorlar kırıyor ama ne zamana kadar. Bu rakamlar ne kadar kalıcı olabilecek. Bugün devletin GSYH/borç stoğu AB standartlarının bile altında, enflasyon rakamları tek haneli bir seyir izliyor  ama bu buzdağının görünen yüzü. Bugün artık enflasyon ile başa çıkılabiliyoruz çünkü 50 yıllık bir deneyime sahibiz. Fakat devletin yerine aşırı borçlanan bir özel sektör, rekor kıran bir cari açık ve en önemlisi aylık geçimini kredi kartları ile sağlayan bankalara dünya kadar borcu olan bir toplum sanırım bu da buzdağının görünmeyen yüzü...

     Son olarak şu kanıya katıldığımı da belirtmek isterim. Ben her alanda balon gibi büyüyen bir Türkiye olduğunu düşünenlere katılıyorum. Benjamin Disraeli'nin güzel bir sözünü yinelemek istiyorum: "Üç türlü yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik..." Bugün büyümek isteyen bir Türkiye'nin üretmesi lazım, bugünkünden daha çok üretmesi lazım. Görüyoruz ki her üç üniversite öğrencisinden biri iş bulamıyor. Bulanların belki önemli bir kısmı istediği meslekleri icra etmiyor. Hizmet sektörü aşırı bir şekilde büyümeye devam ediyor. Rakamsal olarak büyüyen Türkiye ile övünenler var ama bu büyüme ne kadar gerçekçi. Kendi tasarruflarımız ile değil yüksek faizden dolayı ülkeye gelen sıcak para ile büyüyoruz. Toplumdan nasıl tasarruf yapmasını bekleyebiliriz ki; ay sonunu getiremeyen bir toplum ve tasarruf bilinci gelişmemiş  genç bir nesil. Yeni yetişen nesil paranın kolay kazanılmadığını öğrenmeli, birikim sahibi ve tasarruflu olmanın bilincine sahip olmalı ki ülke olarak komple kalkınabilelim. Bugün asgari ücret kazanan bir gencin cebinde 2 bin liralık telefon, cüzdanında her bankanın kredi kartı varken ekonomide pespembe  tablo çizenler neyin kafasını yaşıyorlar çok merak ediyorum...
     

      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...