Çalar saat sesi olmadan kendiliğinden uyandığın bir sabah. Yorganı ayaklarınla itiyorsun üzerinden, birkaç dakika tavana bakıp bugün ne yapsam diye düşüncelere dalıyorsun. Hayalin tam ortasında annen sesleniyor "Kahvaltı hazır". Yaş 27; hala bir baltaya sap olamamanın verdiği başıboşlukla çayını hüpürdeterek içiyorsun tıpkı deden gibi. Sanki siz yatağınızda mışıl mışıl uyurken, bir avuç gerizekalı ülkede darbe gerçekleştirmiş. Liyakat sistemini ortadan kaldırıp, Aleyna Tilki'yi eğitimden sorumlu bakan, Acun'u propaganda bakanı, Nihat Doğan'ı içişleri, Fatih Terim'i Spor Bakanı yapmışlar. Ruhsuz ibneler, milyonluk eşekler sarmış ülkeyi. Televizyonu kapatmak çare değil, kaldırıp atacaksın gavurun icadını...
Sokağa çıkıyorsun, güneşli bir bahar günü. Beşerlikten mahalle maçı yapılacak, bir kişi eksik. Hemen montu çıkartıp kolları sıvıyorsun. 3 korner bir penaltı. İki gol yiyen kaleyi değişiyor. Kıran kırana mücadele. Bizim mahallede kurallar adildir, kardeşlik kazanıyor. Hemen bakkaldan en soğuğundan gazozu terli terli dikiyorsunuz kafaya. Kocaman adam hasta olacak değil ya.
Halk otobüsünde sıra beklerken, önünüzde sizin 35 yıllık emeğinize bedel bir araba duruyor. İçinde 20 yaşında delikanlı, apartmandan sanki portakal bahçesinde yetişmiş bir kız çıkıyor. O güzelim koku egzoz kokusuna karışıp kayboluyor birkaç saniye içinde. Cam kenarında hayallere dalıyorsunuz. Onca sene okuduğun okul, aldığın diploma, girdiğin sınavlar... Bir kararname ile işine son veriyorlar. Devletten hakkını nasıl alacaksın. Aman siktir et deyip şirin, ufak bir kafe açan gerizekalılar kervanına katılıyorsun. Mavi önlük belinde, güler yüzle karşılıyorsun dostlarını. Müşteri değil, her gelen senin dostun. Baban haline acıyor belki ama; sen sıkı sıkı tutunuyorsun hayata. Çünkü var bir sevdiğin sana yılları veren.
Acaba diyorsun yaşanan bunca şeyden sonra kızı istemeye hangi yüzle gideriz diye düşünüyorsun. Babasının kızına sunduğu imkanlardan daha iyisini sunabilecek misin? Sen ki haksızlıklara dayanamayan biri. Ya sesini çıkartırsın ya da görmezden gelip yüz çevirirsin. Kızın babası ne iş yaparsın oğlum diye sorduğunda ne cevap vereceksin? Davullarla zurnalarla alabilecek misin gelini baba evinden? Baban 40 yıl çalışmış, elde avuçta bir şey yok. Ev kira, kazandığın üç kuruşun ikisi eve gidiyor. Geriye kalanla nasıl kendi yuvanı kurarsın. Memleketteki her 3 erkekten birisinin kaderini paylaşıyorsun işte.
Sen beklerken hayatın rayına oturmasını. Birileri demir yolları inşa edip, trenleri yürütüyor sevdiğin kızın kalbine. Allah'ın emri Peygamberin kavliyle uçuyor yuvadan görücü usulü. Lan ne oluyor demeye kalmadan rakı sofrasında buluyorsun kendini. Dua ile giderilecek bir acı değil. Sisli bir İstanbul akşamı gibi, rakıya su katıyorlar. Başlarda tutuk kalıyorsun, üçüncü dubleden sonra tutabilene aşk olsun. 27 yıllık hayatın film şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünden. Defter yaprağı değil ki yırtıp yeniden başlayasın hayata. Bir türkü ile hüzne bağlıyorsun olayı. Oğuz Atay'ın dediği gibi: "Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklıklarına yer yok diyorsun."
Sen eve nasıl geldiğini hatırlamıyorsundur büyük ihtimal arkadaşlarının omzunda giriyorsun evin kapısından. Çalar saat sesi olmadan kendiliğinden bir baş ağrısı ile uyanıyorsun sabaha. Yorganı ayaklarınla iticek gücün yok. Tavana boş gözlerle bakarken dalıveriyorsun tekrardan uykuya. Annen kahvaltıyı çoktan etmiş. Uyandırmaya bile gerek duymuyor seni. Bu hikaye nasıl buraya geldi bileniniz var mı dostlar. Her neyse mutlu olacağımızın günün sabahına kadar uyandırmayın en iyisi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder