Ne ilginç değil mi? Büyük çınarların birer birer devrildiğini gören bir jenerasyonuz. Kahramanların, büyük şairlerin, usta tiyatrocuların, dürüst kalmaya çalışan insanların yani o güzelim insanların beyaz atlarına binip çekip gitmelerini izlemek zorundayız.
Sade ve sıradan insanların yaşantısı, erdemli bir yaşam mücadelesi, aza kanaat etmek, küçük şeylerden mutlu olabilmek, ümit etmek, hayal kurmak, düşüncelerini özgürce ifade edebilmek... 21. yüzyılda demokrasinin ileri olduğunun söylendiği bir dönemde bu saydıklarımın hepsi bedava ama bir o kadar da zor bulunuyor. Liseye yeni başladığımda Jack London'ın Demir Ökçe kitabı ile başladı içimdeki isyanın farkına varmam. Sessiz ve derinden. Okuyarak, düşünerek, dinleyerek, izleyerek gelişti. Bıyıklarımız çıkmaya başladığında bize fikrimizi sormaya başladılar.
Herkesin fikrine saygı duyuyorum. Farklı renklerin bir araya gelerek gök kuşağı oluşturduğu bir toplum inşa edilebilirdi. Ama bize hep tek bir rengi dayattılar. Bir işçinin çocuğu olarak hep yakın gördüm kendimi onlara. Biz çikolatalarla, cipslerle büyüdük. Sıcak evlerimizde onların hayat hikayelerini okuyarak kendi içimizdeki devrimi başlattık. Biz düşünce dünyasında kalıp, eyleme geçemeyen bir avuç insanız. Peki ya onlar? Fidel Castro ölmüş. Söylenecek çok şey var. Doğru veya yanlış, yalan ya da gerçek... Ama bir insanın hayat hikayesinden çıkarılacak çok ders var.
Amerikan tekeli United Fruit Company'nin sömürdüğü fakir bir Küba kasabasında dünyaya gelen, diğer vatandaşlara göre iyi imkanlara ve iyi bir eğitime sahip olmasına rağmen verdiği mücadeleyi hep hayranlık duydum. "Bir çiftçinin çocuğu öldüğünde, sessizce gömülür. Ancak ölümün ardındaki sosyal nedenler araştırıldığında, o zaman insanların çaresizlik içinde olduğu fark edilir. Bizim isteğimiz; kimse yoksulluk içinde yaşamasın, herkes yiyecek bir şeyler bulsun, kimse çıplak ya da yalın ayak gezmesin, herkes okula gidebilsin, hiç kimse evinde ilaç almadan hasta yatmasın, herkesin kendine ait bir evi olsun". diyordu mücadelesine ilk başladığı günlerde.
Portekizli şair Fernando Pessoa'nın cümleleriyle devam edersek: "Anarşist kimdir? İnsanları, doğdukları anda toplumsal bakımdan eşitsiz kılan adaletsizliğe isyan eden biridir. Filanca kont ya da marki olarak doğar, dolayısıyla ne yaparsa yapsın, bu sıfatla herkesten saygı ve sevgi görür; bir diğeri bizim doğduğumuz yerlerde doğar ve en azından, insan gibi davranılmak hakkına sahip olmak için bile attığı her adıma dikkat etmek zorundadır".
Özgür bir gelecek için çalışmak isteyen insanların tek yarattığı sonuç belki de zorbalıktı. Ezilen insanların özgürlüklerini elde ettikten sonra birbirlerini ezmeye devam etmeleri bunun en açık örneği. Özgür bireye yaşam hakkı vermeyen Rus Komünizmi, ekonomik refahı sağlayamayan Küba devrimi... Eleştirilecek, eksik bulunulacak çok şey var belki de.
Fakat düşünün; her istediğini bulamayan, apple marka telefonu olmayan, gelecekte kazanacağı parayı bugünden harcamayan, lüks bir yaşantısı olmayan, israf etmeyen, eğitimi kara tahtada alan, yabancı dile maruz kalmayan Küba halkı özgür müdür yoksa tutsak mıdır? Ne kadar mutludur. Peki ya yoksulluktan anladıkları nedir? Politikacıları ne kadar dürüsttür? Özgürlükten anladıkları nedir?
Bir de kendi ülkemizi düşünelim. Her istediğini piyasa şartlarında bulan, asgari ücrete sahip bir insanın bile en pahalı telefonu cebinde taşıyabildiği bir ekonomik sistem var. Zamanını, kazanacağı parayı bugünden bankalara iskonto edip lüksten ve zenginlikten geri kalmayan, farklı düşünenlerin hapse atıldığı, ülkenin doğusu ile batısında gelir bakımından uçurumların olduğu, hoşgörünün kalmadığı, dışa bağımlı ekonomisi, dünya kadar borcu ve üretmeden tüketen insanları, fırsat eşitliğinin kalmadığı, parayı bastıranın daha iyi eğitim daha iyi sağlık hizmeti aldığı bir ülke. Burası Türkiye... Müslüman insanların ahlaksız çocuklarıyız. Adalet sistemine güvenilmeyen, politikacıları şaibeli bir rejim...
Fransız devrimci Maximilian Robespierre ile kapanışı yapalım o zaman. Bugünün Türkiye'sini en güzel anlatan cümle bundan 200 yıl önce zaten söylenmişti. "Pohpohlanan ama hor görülen, egemen ilan edilen ama köle gibi davranılan halkım! Unutmayın, adaletin hüküm sürmediği her yerde hakim güçlerin hırsları hüküm sürer, insanlar sadece zincirlerini değiştirmiş olurlar, kaderini değil... Dürüst insanların ceza görmeden ülkelerine hizmet edebilecekleri zaman daha henüz gelmedi."
Güle güle Fidel, yol arkadaşın ile gittiğin yerde mücadeleye kaldığın yerden devam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder