Bazen düşünüyorum da özel günler da olmasa insanlar birbirinin kıymetini bilmeyecek. 24 Kasım öğretmenler günü misal. Hani hep karamsar yazıyorsun diyorlar ya. Bugün çocukluğumu anmak istedim. Belki yazarken tekrar tekrar yaşarım o güzel günleri. Okul hayatım çok küçükken başladı. Henüz 4 yaşımda kreşe gitmeye başlamıştım. Sonrasında ana sınıfı ve ilk okul macerası.
Yıllarca çocuk aklımızla üzerimize giydiğimiz mavi önlüğü eleştirdik. Özgürlüğümüze ket vuruyordu. Çocuk aklı işte, özgürlüğün kıyafette değil fikir de olduğunu birazcık daha büyüyünce anlayacaktık. Fakirliğin cips alamamak değil, soğuk kış gününde bez ayakkabı ile kilometrelerce yürünen okul yolunda olduğunu öğrenecektik. Kısacık teneffüs molalarında el ele tutuşarak mutlu olduğumuz, bir kavga ile başlayan dostlukların bir başka kavga ile sona erdiği dönemlerdi. En büyük cesaret sabahın köründe yüzlerce kişinin önüne çıkıp şaşırmadan andımızı okuyabilmekti. Söylediğimiz sözlerin pek bir anlamı yoktu bizim için. Türklük, doğruluk, çalışkanlık, küçüklerini sevmek, büyüklerini saymak... Ama birlikte hep bir ağızdan haykırmanın verdiği kuvvet yok mu?
Öğretmenlerim geliyor aklıma. 2. ve 3. sınıfta öğretmenim Özcan hocaydı. Bize çocuk muamalesi değil de küçük bir adam muamelesi yapardı. Hak, adalet, özgürlük, eşitlik kavramlarını ben ilk ondan duydum. Az çok matematik bilgim varsa hala ona borçluyumdur. 5. sınıfta İlknur hocam vardı. Bir çocuğa hem edebiyat, hem matematik hem de müzik eğitimi nasıl verilir ondan öğrendik. Yöresel türküleri söyledik derslerde. Türk Sanat Müziği'ni biz ondan öğrendik. Müzik öğretmenim Gökhan hoca yüzünden 5 yıl okul korusunda şarkılar söyledik. Blok flüt çalan çocuklara piyanosuyla eşlik etti.
Sonra liseye geldik. Öğretmenlerin geçim kaygısından, politik çevreden, çarpık eğitim sisteminden dolayı nasıl sindiğini vurdumduymaz olduğunu gördük. Türkçeyi zor konuşan, Nazım Hikmet'e komünist, dinsiz; Necip Fazıl'a faşist, yobaz diyebilecek kadar cahil adamların söylemlerine maruz kaldık. Bugünün şartlarına göre geçmişin tarihini yanlı anlatan, kendi siyasi ideolojisini bizlere empoze edenleri de gördük. Ama çok şükür çevremizde hep bir yol gösteren hocamız oldu. Tenefüslerde öğrencilerinin matematik sorularını çözen fizik hocası Selahattin hoca mesela. Satrancı tüm okula sevdiren. Koskoca 4 yıl çantamızda satranç takımı taşıttıran güzide insan. Bugün yazdığım yazılara, şiirlere not verilecek olsa Nuray hocam kesin 2 verirdi yine. Yüzüme gülümseyip sözlü notuma sıfır veren. Sen yontulmamış bir odunsun Murat, burnunun dikine gidip kendi bildiğini okuyarak istediğin yerlere gelemezsin diyecek kadar açık sözlü hocam. Sizlere de teşekkürler.
Ve asıl teşekkür edilecek öğretmenlere geldi sanırım sıra. Daha okula gitmeden gazete küpürlerinden hece hece okumayı öğreten, bıkmadan usanmadan bağrışla çağrışla 20 yıl kahrımızı çeken asıl öğretmenler. Yani annelerimiz. İlkokul mezunu olmasına rağmen oğluyla beraber kendini eğiten. Aldığım diploma da benden fazla payı olan öğretmenim. Yıllar önce kafama vura vura kitap oku diyen kadın. Aradan yıllar geçtikten sonra bugün hala kafama vurup az oku biraz eşek sıpası demeye devam ediyor. Şeker Portakalı ile başlayan serüveni kendi kütüphanemi kuracak seviyeye getirmiş bulunmaktayım. Ve bu mirası kardeşime devrederek daha da büyüteceğimiz kesin....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder