19 Kasım 2016 Cumartesi

Özgürlük Yolunda...

Yıllardır içimde hep uzaklara gitme isteği. Eşeğin aklına karpuz kabuğu düştü ya bir kere. Çıkmak bilmiyor işte. Evimden kilometrelerce uzakta okumak istedim. Tercihlerimin hiç biri İstanbul değildi. Acısıyla, tatlısıyla, parasızlığıyla, gelecek kaygısıyla dört yıl geride kaldı. Usulcana ayrıldığım evime aynı şekilde geri döndüm. Kafamda deli sorular. İzlediğim yüzlerce film, okuduğum bini aşkın kitap, altını çizdiğim sayısız cümleler, hayalini kurduğum onca an... Omuzlarımda taşıyamayacağım bir yükün altında her geçen gün eziliyorum. Diplomayı alıp, takım elbiseyi giydikten sonra hiç çıkamayacağım bir kafesin içine hapsoldum sanki. 

Arada heyheylenip yalnız kalmak istiyorum. İşe gitmesem ne olur mesela. Fakat gel gör ki; işe 5 dakika geç kalsan bunu gizli gizli aklına kazıyıp ilk fırsatta yüzüne çarpan insanlar var etrafında. Kafamı dağıtmak için alıp başımı gidemediğimden Into the Wild filmini bilmem kaçıncı kez izleyeyim dedim. Eğer perşembe günü izleseydim Cuma günü işe gitmezdim. O yüzden hafta sonunu bekledim. 

      
İnsan önce kendisini idare etmeyi öğreniyor. İşin en kolay kısmı bu. Sonrasında ise çevremizdeki insanları idare etmeyi öğreniyoruz. Örneğin 18 yaşınızda mutlu olabileceğiniz ve bundan para kazanabileceğiniz bir mesleği seçebileceğinizi anlatamadığınız için ailenizin isteği üzerine hayatınızı şekillendiriyorsunuz. Diplomayı aldığınızda ise kendi yoluna gidebilen insan sayısı bir elin parmağını geçmez. Çünkü start verilmiş ve koşu başlamıştır. Maaş, sosyal haklar bunları boşver iş bulabildiğine şükret diyenler olacak etrafınızda. Başkaları ile kıyaslanacaksınız. Sonra işe girdiğinizde sizin hayallerinizi küçümseyen çok bir bok bildiğini sanan insanlara hizmet edeceksiniz. Başarırsan tek başına, kaybedersen hep başkaları sorumlu olacaktır hayatında. Kazandığın para yetmeyecek, zamanı iyi yönetemeyeceksin, insanları memnun etmen ise imkansız. Bu yüzden günden güne eriyeceksin. Sanırım şu an geçtiğim yolları anlatıyorum kendime. Hangi köprüden geçmem gerektiğine, hangi köprüyü yıkmam gerektiğine karar veremiyorum. 

Christopher McCandless'a denildiği gibi: "Düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını farkediyorum."  Keşke okul bittiğinde aklımdan eseni yapabilecek cesaretim olsaydı. Belki de vardı fakat bunca yıl beni okutan insanlara karşı bir vefa borcum vardı. Para kazanıp bu borcu ödemeliydim. Aradan geçen 4 yılda anlıyorum ki, bu borç hiçbir zaman ödenemeyecekmiş. Ve aklımdan geçenleri kelimeye dökmekten başka bir haltta edemeyeceğim. Fotoğraf makinesi, kitaplar, kağıt ve kalemimi alıp yollara düşemeyeceğim. Gördüklerimin fotoğrafını çekip, aklımdan geçenleri yazamayacağım diye korkuyorum. Ev almazsam, evlenip çoluk çocuğa karışmazsam toplum beni kabullenir mi? Gerçekten mutlu olabilir miyim? Birileri mutluluklarını gözüme sokmasa mesela? Veya ciğeri beş para etmez insanların ağız kokusunu çekmesek artık ne güzel olur değil mi? 


Odamın duvarlarını süsleyen şairlere bakarak, kitaplığımdan bir kitap alsam. Sıcak demli çayımı içerken belki bir şiir yazarım. Memleketi ben kurtarmayacağım ama, haber bültenlerindeki saçmalıkları izledikten sonra halime şükretsem. Ünvan sahibi olmak için iş arkadaşlarıma hakaret edip onları ezmesem. Bunları yaptığım yetmiyormuş gibi ben aslında iyi bir insanım ama beni bu hale sizler getirdiniz de demesem. Hayat daha da çekilir bir hâl almaz mı? 

          Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
          Bomboş sahillerdeki coşkudadır.
          İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
          Denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
          İnsanları severim, ama doğayı daha çok severim…

Sanırım bir ailenin evladından isteyebileceği pek çok şeyi yaptım. Derecesi önemli değil, ne çok iyi yaptım ne de çok kötü. Okula gidip bir diploma aldım, iş güç sahibi olup para kazandım. Kötü alışkanlıklarım da olmadı diye düşünüyorum. Çok basit bir soru? Oğlum, dostum ne derseniz deyin. Sen ne olmak istiyorsun, ne yapmak istiyorsun diye soran bir insanla henüz karşılaşamadım. To do list yapmıştım yıllar önce kendime. Gerçekleştiremediğim birkaç şey kaldı. Hiç kimseye borcum kalmadığında alıp başımı kısa bir süreliğine ortadan kaybolacağım. Kendimle baş başa kalıp içimdeki çocuğa bir şans daha vermek niyetindeyim. Sonra ölmeden önce arkamda bir eser bırakmalıyım. O yüzden yazdıklarımı basacak bir yayınevini kafalarsam ne mutlu bana... Ve kendimi bile mutlu edememişken bugüne kadar. Bir kızı severken o da beni sevse veya bir kız beni severken ben de onu sevebilsem. Sanırım üç dilek hakkım kalmış. Bakalım Murat'ın lambasındaki cin bu dilekleri gerçekleştirebilecek mi? Yaşayıp göreceğiz...


          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...