Bugünkü yazıyı şair Şükrü Erbaş'a ve Levent metrosunda beni sınayan insanlara ithaf ediyorum. Sabah daha kimsenin afyonu patlamamışken ben elimde şiir kitabına gömülmüş hayal dünyasındayım. İçimden dua ediyorum Allah'ım bir şeyler olsa da işe birkaç dakika daha geç gitsem modundayım. Bir gün cesaretimi toplarsam eğer; metroda karşıma oturup eteğini sağa sola sallayan kadına senin derdin nedir dostum diye soracağım. Karşında kitap okumam zoruna mı gidiyor yoksa; bu çocuğun 26 yıldır kör olan gözlerini açayım da sevaba gireyim diye mi düşünüyorsun.
Biraz kendimi eleştirmek istiyorum. Neden karamsar yazılar yazıyorum? Ortaokulda çalışkan bir öğrenciyim. Bir gün kantinde sosisli yerken aşık oldum. Evet tam olarak öyle oldu. Kafam her türlü piçliğe çalışır ama mevzu bahis kızlar olunca yüzüm kızarıyor hepinizin bildiği gibi. Kızla ne güzel muhabbete başlıyorum tam sonunu getireceğim , kız bana iyi misin kızardın diyor? Neyse bir şekilde eveleye geveleye kıza ondan hoşlandığımı söyledim. Sonuç malum:
100 kıza sordular: Hoşlanmadığınız bir erkek sizi sevdiğini söylerse ne cevap verirsiniz?
Tek popüler cevap aldık: "Ama ben seni bir arkadaş gibi görüyorum."
Huyum kurusun hemen oturdum bir taşa empati kuruyorum. Kız haklı diyorum. Daha 12 yaşında ne aşkı. Hem bana gayet güzel derdini anlatmış. Ben sadece derslerime odaklanmak istiyorum. Böyle şeyler için daha çok gencim. Ama sen de iyi bir arkadaşımsın. Seni bir arkadaş olarak çok seviyorum falan. Gururumu okşadı, pış pışladı, eee eee dedi gönderdi :) Tabi reddedilmenin ezikliği ile kızı görünce ortadan kayboluyorum. Yüzüne bakamıyorum. Ulan Yeşilçam filmi olsa kesin o avanak hizmetçi ben olurdum.
Birkaç gün sonra yine kantinde bir şeyler tıkınıyorum. Kızı okulun sote bir yerine giderken gördüm. Merak ettim bakayım ne yapacak diye. Bir de ne göreyim. O iyi aile kızı, derslerden başını kaldırmayan kız. Türkçeyi 10 yaşında öğrenmiş, nüfusa 6 yıl geç yazılmış bir çocuğun kucağında orasını burasını mıncıklatıyor. İbrahim Tatlıses gibi kaç para ulan bir flüt diye bağırıp, adaletin sikeyim dünyaya bağladım. Neyse ki annem akşam patates köfte kızartmıştı da aşk acısının tesellisi kolay olmuştu.
Şimdi aradan yıllar geçmiş. Güya kafam her türlü kurnazlığa yatıyor ama hala hakkımı birilerine yediriyorum gibi hissediyorum. Çocukken yaramazlık yapmayayım diye televizyonun başına oturtup sabah akşam Yeşilçam'ın acı sonla biten filmlerini izlettiler heralde. Sen kendi bildiğin yolda ilerle, kendi doğrularından şaşma, ne yaşarsan yaşa gülüp geçmesini bil vs. vs. 26 yaşımda geldiğim nokta şu ki; İt gibi çalışıp küçük hayallerin peşinden koşuyorum. Mutlu olacağım diye bir türkü tutturmuşum. Böyle ota, boka, kuşa, böceğe, hayalimdeki kızlara şiirler yazıyorum. Gömlek alırken verdiğim paraya acıyıp, hiç acımadan onlarca kitap alıyorum. Kariyer basamaklarını üçer beşer çıkmak için insanlar kendisini pazarlarken, ben Yaşar Usta gibi sen bilirsin beyim diyorum patronlara. İnsanlara hayallerimi anlatıyorum, kızlara dürüst davranmaya çalışıyorum. Evet evet bir yerlerde doğru yaptık. Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü ortamda. Benim doğrularım beni mutsuz ediyormuş onu anladım.
Yavşak olabilmeli insan iş hayatında adam olabilmesi için, ilişkilerde biraz yalancı olacaksın. Öyle dürüst olurum, idealist olurum, hobilerim olur, şiir yazarım falan bırakın bu işleri. Bu ülke kadınların şiddete en fazla maruz kaldığı ülke. Yanlış taktik Murat yanlış taktik :) Kız kardeşim bile ödevlerinden çok bunaldığında lelele lölölö diye bağırıp kaçıyor. Sanırım bende insanların riyakarlığından, beni aptal yerine koymaya çalışmasından sıkıldım. Lelele lölölö diye bağırsam kaçıp uzaklaşabilir miyim ki acaba....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder