18 Temmuz 2013 Perşembe

TANRININ UNUTULAN ÇOCUKLARI

         Ben iyi bir adamım ama sıradan bir insanım. Nedendir anlamıyorum herkes dünyada bir iz bırakmak için çırpınıyor. Bir miras bırakmak, bir isim bırakmak, ölümle dans etmek, yani velhasıl kelam hatırlanmak istiyorlar. Bende istiyorum. Sabahın köründe bir çalar saat sesi ile uyanıp, birilerini zengin etmek için lanet olası bir günde işe yaramaz insanların yüzüne gülümseyip onları mutlu ve memnun bir şekilde uğurlamaya hiç niyetim yok.

            Azimli değilim. Dünyevi hırslarım yok belki de. İyi bir diploma, bol paralı ve kariyerli bir iş, havuzlu bir ev veya son model bir araba. Diğer taraftan öbür dünyayı da düşünmüyorum henüz. Belki yumurta götüme dayanmadığındandır. Yarın öbür gün birisini karşılıksız sevip evlilikgibi bir karar aldığımda bu dünyevi hırslar benimde aklımı kurcalayacak. Ölüm vaktim yaklaştıkça ahirete olan inancım kat kat artacak.

           Karanlık ve dipsiz bir kuyu da hapsolmuş gibiyim. Ama her şeye rağmen gülebiliyor ve insanları anlayışla karşılayabiliyorum. Birilerinin mutluluğuna, başarılarına, hırslarına gölge olmamak istememden dolayı olabilir bu. Etrafımda kariyerinde zirve yapmış insanlar, mutlu bir yuvaya sahip çiftler, gençliğinin en güzel günlerini gezerek ve birileri ile aşkın en güzel anlarını yaşayarak geçirenler varken. Ben böyle bir ortamda tek başıma durup olanları seyrediyorum. Hani o futbol programlarında Türk futbolunun halini hararetle tartışıp bir sonuca varamayanlar var ya. İşte ben de onlar gibiyim.

            Birilerinin başarısı bana saçma geliyor. Başkalarını zengin etmek için kölelik ve yalakalık yapanlar diyorum. Sevgilisi ile 10 defa küsüp 11 defa barışanlara aklını kaçırmış gözüyle bakıyorum. Ve kendi kendime dönüp diyorum ki; "Henüz sırası değil Murat. Bir gün Hayat'ın bana gelip evet Murat mutlu olma sırası artık sende demesini bekliyorum. Gökten zembille inen mutluluk bekleyişi..."

            Bir iz bırakmak istiyorum arkamdan. Sonra insanların bıraktığı izler geliyor aklıma. Darbe yapıyorsun, ünlü bir futbolcu oluyorsun, herkesin peşinden koştuğu meşhur bir rock yıldızı oluyorsun. Heh tamam artık her şey daha güzel olacak, artık beni hatırlayacaklar diyorsun. Ama geride bıraktığın tek şey daha fazla yara oluyor. Darbe yaptığın için diktatör oluyorsun, futbolu bırakınca senden daha iyileri piyasaya çıkıyor, rock yıldızı olunca bir otel odasında aşırı dozdan ölü bulunuyorsun.

           Çok düşündüm bunları. Hayatımı anlamlandırmalıyım dedim kendi kendime. Birisi beni sevmeli ona istediğinden daha fazlasını veremeyeceğimi bilmesine rağmen. Bir işim olmalı her sabah uyandığımda gidebildiğim için şükredebileceğim. Ve öyle bir hayatım olmalı ki soluduğum her nefeste hayatın zevklerini ciğerlerimde hissedebileyim.

            Sanırım bu sonunu göremediğim yolculukta elimde çift kişilik biletim ve birkaç kitabımla  durakta bekliyorum. İleride eşim olacak kadın beni alacak, onunla ölene kadar eşsiz bir yolculuğa çıkacağız... 

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Borca Dayalı Para Sistemi ve Bankacılık ile İlişkisi

           Bugün Borca Dayalı Para Sistemi ve biraz da kısmi rezerv sistemiden bahsetmek istiyorum. Aslında tüm insanların bildiği ama farkına varmadığı bir yapı yüzyıllardır dünya ekonomisini yönlendiriyor. 7 milyar nüfuslu dünyayın sınırsız ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılamak imkansız olduğundan buna bir çare bulmak lazımdı. Paranın evrimine bakarsak takas ekonomisinden, para yerine kullanılan eşyalar, sonra değerli madenler ve son olarak banknot. Bunların içinde arzı sonsuz olan banknot bugün kısmi rezerv sistemi ile birlikte insanların sınırsız ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor.

            İşletmeler yatırımlarının tamamını özkaynakları ile yapmak yerine çeşitli finansal kaldıraçlar kullanarak riski dağıtıyor. Bankalardan aldığı borçlarla hem likidite değerleri dengede tutuyorlar hem de riski azaltıyorlar. Bankalar ise kullandırdıkları krediden faiz geliri elde etmenin yanında borç olarak verdiği paranın tekrardan kendi bankasına gelmesini sağlayarak aynı parayı başka birisine borç veriyor. Böylece hızlı bir şekilde para üzerinden para yaratıyor.

             Çağımızın en yaygın politik ve ekonomik söylemi "düşük faiz oranı" saplantısıdır. Düşük faiz oranları zenginliğe götüren yol değil, zenginliğin vermiş olduğu bir ödüldür. Sadece bir göstergedir. Merkez Bankalarının bastıkları paralar banka kredilerini arttırır. Kredilerde genellikle reel ekonomiye gitmek yerine tahvil ve bono piyasalarına gitmeyi tercih eder. Bu şekilde artan tahvil fiyatları faiz oranlarını düşürür. Birileri size şu hisseleri veya şu tahvilleri alın diye telkinde bulunur. Piyasada bir efsane yaratılır. Düşünün ki bir bankanın hisse senetlerini veya tahvillerini almaya başladınız. Alımlar arttıkça bankaların kaynaklarında artışlar olacak. Borsa değerleri yükselecek. Artan kaynaklar banka kredilerini arttıracak. İnsanlar tahvil alıp piyasaya para sürdüğünden düşen faizler bankaları pek etkilemez. Nasıl olsa kredi için aldığı faiz mevduata verdiği faizden daha fazla... Piyasada borsa tepetaklak oldu diyelim. Tahviller satılmaya başlandı. Bankanın piyasa değerinde düşüş oldu. Faiz oranları yükseldi. Eğer bankalar aktifleri ile pasifleri arasındaki dengeyi sağlamış ise bu durumdan da kazançlı bir şekilde çıkacaktır. Tahvil fiyatları düştüğünde yüksekten sattığı tahvilleri ucuza alıp borcunu kapatabilir. Artan faiz oranları ile bankaya mevduat çekebilir. Çektiği mevduat ile kredi kullandırmaya devam edebilir.

              Nasıl ülkeler yıllardır enflasyon canavarı ile mücadele ederek deneyim kazandı ise bankalar da krizlerden gerekli dersleri aldılar. Dersini almayanlar ise sabit gelirli tüketim toplumu. İnsanlar tüketmek için çalıştırılır, tümü gerçek olmayacak bir rüya için yaşam standartları yükseltilmeye çalışılır. Sonuç hüsran ile sonuçlandığında ise ortadan kabarık banka kredileri ve devletin her alanda arttırdığı krediler vardır. Yani devlet hasta vatandaşları tedavi etmek yerine vurarak öldürmeyi yeğliyor...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...