30 Temmuz 2016 Cumartesi

Hayaldi Gerçek Oldu: Neo - Osmanlıcılık...

          Bir İslam aleminin koruyuculuğunu üstlenmediğimiz kalmıştı. Çok şükür hayaldi gerçek oldu. Diğer ülkelerin selameti açısından biz bu Neo Osmanlıcılık rüyasından vazgeçelim. Kim diyor yahu İslam aleminin Türkiye'nin önderliğine ihtiyacı olduğunu. Biz daha 79 milyon insan aynı topraklar üzerinde birliği beraberliği sağlayamamışken nerden çıktı şimdi bu. Burası Türkiye ama; mesela yeterince cami var, biraz okul yapalım dediğinizde auuu kıyametler kopuyor. Vay efendim din düşmanları. Rusya'nın komünist olduğu dönemlerde meşhur bir laf vardı. "Onlar bize maaş veriyormuş gibi yapıyor, biz de çalışıyormuş gibi yapıyormuşuz."  İşte muhafazakar Türkiye'de ise "Onlar Müslümanları düşünüyormuş gibi yapıyor, biz de inanıyormuş gibi yapıyoruz..." 

          Bakınız sene 2003, Irak'ta 1,5 milyon insanın ölümü, binlerce kadının tecavüzü, yok olan bir toplum ve işkencelere maruz kalan insanların dramı ile sonuçlanan bir savaş. NATO'ya üye olduğumuz için İncirlik üssünden demokrasi dağıtmaya giden binlerce Amerikan uçağına göz yuman Türk halkı. Bugünkü aklı selim siyasetçilerimiz o zaman kahraman Amerikan askerlerinin en az zaiyatla ülkelerine dönmelerini temenni ediyordu. Oluşan vicdan azabını 2222'ye 5 TL karşılığı SMS göndererek giderdik. Yardım kolileri olmasıydı Irak'ın hali ne olurdu kim bilir. 

       Sonra aklımıza yüce Filistin davası geldi. Ama durum çok karışıktı. Hem abluka altındaki Müslümanların hakkını savunacaktık. Yani ülke için popülizm yapıp siyasi tabanın desteğini alacaktık. Hem de kapalı kapılar ardında İsrail ile ekonomik ve stratejik işbirliğini sağlayacaktık. Sonuç mu Mavi Marmaray... Ölenlerin kefareti biraz gözyaşı, biraz beddua, bir daha da Davos'a gelmem ve yıllar sonra kopardığımız 20 milyon dolar... Kandırıldık ey halkım...

           2010 başlarında ve 2011 yıllarında Arap baharı yaşandı. Müslüman olan Arap yarımadasında demokrasi rüzgarları esti. 20 yıllık devlet başkanları tarihin kanlı sayfalarına gömüldü. Dış mihrakların oyunu diyenler de oldu. Eş başkanı olduğumuz Büyük Ortadoğu Projesi'nin planı diyenler de oldu. O zaman az çok fikir sahibi olduğumuz ülkelerin liderlerine diktatör dedik. Bizim hükümetimiz sahip çıkmadı yıkılan iktidarlara. Mesela daha önce Srebrenitsa katliamına göz yuman, bugün bize kafa tutan NATO ; Başbakanımız tarafından Libya'ya müdahale için göreve çağrıldı. Ey halkım biz yine kandırıldık...

            Suriye'de iç savaş çıktı. Onlarca cihatçı örgütler türedi birden. Biz ilk başlarda İŞİD'e sempati duyduk  birkaç kafirin kellesini kesince. Belki de dedik bunları PKK'nın üzerine salarız. Ama daha önce biz sanki aynı şeyi HİZBULLAH ile denemiştik. Sonuç tabi ki hüsran. Ülkenin güney sınırı kevgire döndü. Biz x-ray cihazından geçmeden metroya binemezken, elin katilleri ülke sınırları arasında cirit atıyordu. Komşular ile sıfır sorun politikası, komşularla sıfır ilişkiye döndü. 

           Baktık ki dışarıda karıştıracak bir halt kalmadı. Yeni sorunlar ve yeni düşmanlar gerekti. Hop önce biz Rıza Sarraf kaynaklı İran krizi çıkardık. 17-25 Aralık operasyonu ile siyasi literatürümüze FETÖ'cülerde girdi. Halbuki beraber yürümüştük biz bu yollarda. Ey halkım biz yine kandırıldık. Bakın balyoz, ergenekon ve kürt siyaseti meselesine girmedim bile. 

            Peki Türk milleti olarak ne değişti hayatımızda. Dilimize yapışan sloganlar işte. Duble yollar, köprüler, havalimanları, her ile bir üniversite, AVM'ler. Yani koskoca bir beton yığını ekonomisi. He arada birer tane yerli tank, yerli gemi, insansız hava aracı yaptık. Teşekkürler Türkiye. Ekonomisi Amerika'dan gelen sıcak paraya bağımlı, katma değeri sıfır ürünler üreten, teknolojik verimliliği düşük, eğitim standartları dünya sıralamasında yerle bir olmuş Türkiye; geçen hafta Darbeye dur dedi. Ve biz yine tüm sorunları halı altına süpürdük, yanlışlarımızı görmezden geldik, öz eleştiri yapamadık. Ne mi yaptık? Bayrakları aldık zafer turuna çıktık. Sonuç ne bir adım geriye ne bir adım ileriye. Hala olduğumuz yerde sayıyoruz. Ey halkım durmak yok kandırılmaya devam...

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Senden Sonra...

   
      Kaç ay geçti aradan,
      Resimlerin duvarlarda.
      İnan kahkahan hiç çıkmıyor aklımdan.
      Bir filme başlarken hep sen geliyorsun aklıma,
      Galatasaray sevdamız yarım kaldı,
      Sarı dediğimde kırmızının boynu bükük.
      Hani biz bitti demeden bitmezdi be çocuk.
      Sen çok erken bitti dedin.
      Oysa göreceğimiz günlerin heyecanı vardı yüreğimizde.
      Mesela iki çay söyleyecektik boğaza karşı
      Sen yine şapırdata şapırdata içecektin.
      Biliyor musun martılar pas vermiyor sen olmayınca,
      Attığım simitler havada kalıyor...

      Adını yazmışlar beyaz mermere,
      03.11.2015
      Bu gidişin dönüşü yok biliyorsun değil mi?
      Bilmiyorum çok mu dertsiz duruyoruz uzaktan bakınca,
      Ya da anlatsak derdimizi çok mu çaresiz oluruz sen olmayınca.
     
      Ah be çocuk yazabilsen keşke gittiğin yerden
      Olsun ben sana hep yazarım bulunduğum yerden
       Doğacak çocuklarımıza anlatIrız seni.
       Nasip ya adını İlker koyarız bir tanesinin.
       Öper koklarız, aynı yastığa baş koyarız çocukluğumuzdaki gibi,
       Düşler kurarız yatmadan önce masallarda.
       Ve seni yaşatırız virane olmuş hatıralarımızda...
        

21 Temmuz 2016 Perşembe

İş , Aş , Yerler Yaş...

       Bir zamanlar insanları sevebileceğime inanmıştım. Sanırım yanılmışım. Yani aslında seviyorum ama kısa süreliğine. Sorsak özünde hepimiz iyi insanlarız. İş yerinde sizi çok seven bir yöneticiniz vardır mesela. Herkesin içinde sizi azarlar, yaptığınız işi iyi yaptığınızı mı zannediyorsunuz der. Ben sizin yerinizdeyken 3 kişilik çalışıyordum. Siz de mesaiye mi kalıyorsunuz. Ben eve bile dönmüyordum. En ufak eleştride hemen yüzünüzü asıyorsunuz. Burası babanızın çiftliği değil. Size arkadaş gibi yaklaşmak ile hata ettim. Burada baş çavuşun eşeği mi osuruyor. Ben gittikten sonra yerime gelecek kişi daha mı iyi olacak zannediyorsunuz. Evet bunların hepsini duydum. Hayatın gerçekleri maalesef. En kötü günün mesaisi bile bitiyor. Sanki onca şey yaşanmamış gibi masanızdan kalkıp evinize gidiyorsunuz. İçinizden küfrediyorsunuz. O anki kızgınlıkla sözler veriyorsunuz kendinize. Sonra yavaş yavaş empati kuruyorsunuz. Özünde hepimiz iyi insanlarız diyorsunuz. Ve hayat kaldığı yerden devam ediyor. 

   Yumruğumu masaya zevkle vurup yerimden kalkmak istiyorum. Tüm dedikoduları rafa kaldıracağım. Binlerce müşterinin canı cehenneme. Aldığım diplomayı rulo yapıp çok bilenlere teker teker saplayacağım. Kariyer sahibi olmaktan, adam olmayı unutanlara yarım ağızla gülümseyerek, gideceğim yerden sinkaflı mektuplar yazacağım. Sonra vakit geldiğinde ceketimi alıp ağır adımlarla çıkacağım şirketten. Her gün gidip geldiğim yol ilk defa gözüme bu kadar güzel görünecek. Köşebaşındaki seyyar pilavcıya uğrayacağım. Her sabah asık suratla hoş geldiniz diyen AVM görevlisine 32 dişimle gülerek hoş bulduk diyeceğim. Starbucks'ın önünden geçerken aldıkları kafein ile günü kurtaranlara emanet edeceğim memleketi. 

         Herkes işinden şikayetçidir. Kimse haline şükretmez. İşini severek yapan insanlar da azınlıktır. Falan filan. Hepsi yalan arkadaş. En talihsizlerin en kötü işleri yaptığı dünyada, halimize şükretmekten başka çaremiz var mı? O yüzden işimi sevmiyorum diyorsam anlayın ki yalan söylüyorum. İşimi değil, iş yaptığım insanları sevmiyorum demek istiyorumdur. Ama birilerinin bu işleri yapması gerek. Eve ekmek götüreceğiz öyle değil mi? Taksit ile kurulmayı bekleyen yuvalarımız var. Daha mortgage'a gireceğiz. Çoluk çocuk derken al başına belayı. Yine karamsar yazdım anasını satayım. Kapanışı dua ile yapıyorum. Allahım yüzü gülen, hayatı sade ve sıradan yaşayan kullarını halden anlamayan kullarınla sınama. Bize de yazık....

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir Başkadır Benim Memleketim...

       Ne olacak bu memleketin hali diye muzipçe soruyorum arkadaşlarıma. Herkesten farklı bir cevap alıyorum. Bir dokunuyorsun bin ah işitiyorsun. Yaşanan bunca süreçten sonra hâlâ daha tükürdüğümü yalayacak kıvama gelmediğim için ayrıca şükürler olsun. Bizim jenerasyonun yolu mutlaka cemaat ile kesişmiştir. Korkmayın korkmayın söyleyin. Darbe girişimi sonrası cadı avı başlamış olsa da sen kendine güveniyorsan korkma arkadaş. Eline ıslak odun alıp askerin üzerine yürüyecek cesaretin varsa doğruları konuşacak da cesaretin vardır elbet.

   Nedense bizim okul dönemlerimizde üniversite ve lise sınavlarına iyi hazırlanabilmek için cemaatin dershanelerine gönderilmemiz telkin edilirdi. Çünkü ders çıkışı abilere ablalara gidilir ders çalışılırdı. Tabi bazı aileler için yapılan dini sohbetler, evlatlarının İslamı öğrenmeleri de hoşuna gitmiyor değildi. Biz büyüyüp serpilirken cemaatte büyüdü tabi ki. Devletin aciz kalması mı desem, iş birliği mi desem ne desem bilemiyorum ama cemaatin hareket alanı nasıl bu kadar genişledi herkes kendi kendine bir sorsun. Üniversiteyi kazanan saf bir anadolu çocuğusunuz düşünün. Okumak için kalkıp büyük şehire geliyorsunuz. Devlet üniversitesi 50 bin öğrenci alıyor fakat yurtlardaki kontenjan 10 bin. Evet nerede kalacak, ne yiyecek bu gariban çocuklar. Sonuç ortada. 

      Üniversiteyi kazandığımda dayım beni kenara çekip "oğlum gittiğin yerde aileni utandırma, adam gibi oku cemaate hayırlı bir birey ol demişti." Tabi ben üniversiteye başladıktan üç ay sonra cemaat evinden kaçıp kendi evime çıktığımda uzun bir süre konuşmadık kendileriyle. Can Yücel bir anısında hakim karşısında muzip bir cevap verir hatırlarsanız. Hakimin hakaret davası ile ilgili sorusuna          " Valla hakim bey bizim orada göte göt derler." Evet arkadaşım bugün televizyonlara çıkıp siyasiler, iş adamları , gazeteciler  cemaate türlü türlü hakaretler ediyorsa, terör örgütü diyorlarsa en az onlarda gelinen bu noktada suçlular. Hepsi aynı kaptan yemek yediler. Cemaatin şirketlerinde çalıştılar, gazetelerinde yazdılar, okullarında hocalık yaptılar. Zamanında toz kondurmadılar, Milletvekili yapıp meclise soktular. Ne istediler de vermedik dediler. Kapı kapı gezip oy toplanılan günleri de unutmadık. Yetmez ama Evet'çiler bir elini kaldırsın da görelim bakalım. 

    Çok şey istemedik aslında. Kendimiz olmak istedik. Dilediğimizi okuyalım dedik, vicdanımız kendi sesini dinleseydi ne olurdu mesela. Herkesin gittiği yol yerine daha az çiğnenmiş kendi yolumuzdan devam etseydik hayatımıza. Kişinin yüceliği mevki ve makam ile değil de, makamın yüceliği kişinin gayreti ile olsaydı. Memleket daha iyi bir yer olmaz mıydı? Hepimiz üniversite döneminde ve mezuniyet sonrası dönemde şu klişeleşmiş sözlere maruz kalmadık mı? Bir yerlerde torpilin olmadıktan sonra devlette işin zor. Cemaat zaten soruları servis ediyormuş ya! Farkında mısınız bilmiyorum ama hükümet her kandırıldığında bir badire atlatıyoruz. Şansımız yaver mi gidiyor yoksa birileri bunu hesap ederek mi yapıyor. Hükümet hatalarını halının altına süpürerek görmezden geliyor. Ve günü kurtarmanın sevincini yaşıyoruz. Asın bayrakları, dökülün sokağa, çalın marşları. İlle de Recep olsun, isterse  Tayyip olsun. O da Allah kuludur. Her kim olursa olsun :) 

    Geçmişimizden ders almıyoruz Türk milleti olarak. Atatürk'e hakaret edenler sıkışınca ona sığınıyor. 40 yıl laikliği anlamayanlar neredeyse 15 yıldır laikliğin meyvesini yiyor. Amin Maloouf şöyle diyor bir yazısında; " Müslüman olarak dünyaya geldiğimiz için ahlâka ihtiyacımız olmadığını düşünüyoruz." Ne güzel söylemiş değil mi? Siyasi görüşün, ideolojin, okuduğun kitaplar, gittiğin okullar, sahip olduğun imkanlar , yetiştirildiğin aile, sen doğmadan önce belli olan mezhebin bunların hepsi bizi farklı kılıyor birbirimizden. Ama insan olmak evrensel değil midir? Belki bir gün tüm bunları bir kenara bıraktığımız gün insan olduğumuzu hatırlayacağız. İşte o zaman bir başka olacak benim memleketim...
         

16 Temmuz 2016 Cumartesi

15 Temmuz Darbe mi Tiyatro mu?

           Güzel bir akşam Kuzguncuk'ta kardeşlerimle oturmuş çikolata - çay keyfi yapıyoruz, sohbet ediyoruz. Sonra yan masadan bir müşteri köprüler asker tarafından kapatılmış diyor. Birkaç saniye içinde Ankara'daki arkadaşlar darbe girişimi var diyor. Aynı anlarda Beylerbeyi tarafından araçlar geliyor mahalleye. Beylerbeyi sarayında asker var. Sıkıyönetim ilan edildi diyorlar. İndiriyoruz kepenkleri sokaklar boşalmaya başlıyor. İnsanlar şaşkın. Üsküdar'a kadar yürüyoruz. Elimizde telefonlar acaba söylenenler doğru mu? 

              Sosyal medya ikiye bölünmüş. Kimileri bu bir tiyatro diyor. İktidar partisi gündemdeki bazı polemikleri sümen altı etti. Muhalefet ile beraber birlik mesajı verdi. Milletin iradesi bizden yana ve bize sahip çıktılar diyerek buradan da bir oy devşirme veya başkanlık sistemine gidişin yolunu açtı diyorlar.  

             Öteki taraftan evlerinde zor tutulan kesim sokaklara çıktı. Milletin adamına sahip çıktı. Tanka tüfeğe göğsünü siper etti. Polisin ve askerin yapamadığını koca yürekli insanlar yaptı. Biz sokakta demokrasiye sahip çıktık. Kefenimizle çıktık siz neredeydiniz diyen arkadaşlar var. Daha henüz askerliklerini bile yapmamışlar halbuki. 

           Gezi olaylarında binlerce polis halka müdahale ettiğinde; azınlık bir grup olan çapulcuların darbe girişimini önlemek için denmişti. Darbe yapacaklar diyen ben değilim. Dönemin vekilleri ve başbakanımız. O dönem sivil halka sahip çıkan asker kahraman ilan edildi muhalifler tarafından. Muhalefet gizliden gizliye askeri göreve çağırdı diyenler bile  vardı. 

          Gelelim dün akşama.  Azınlık bir grup asker, ellerinde silahlarla masum halka ateş açıyor. Darbe girişiminde bulunuyor. Ellerine silah verilip sokağa salınanlar o gün gezi parkındaki gibi gencecik çocuklar. Polis müdahale edemiyor bir süre. Sonra itidal çağrısı yapılıyor TV'lerden. Birkaç yıl önce insanları gezi parkına çağıranları esefle kınayanlar, dün akşam demokrasiye sahip çıkması için insanları meydanlara çağırdı. Dün gece Türkiye kaybetti arkadaş. Devletin tankıyla tüfeğiyle sivil vatandaşlar öldü. Üzerinde Türk ordusunun üniforması olan gençler linç edildi. O zaman şimdi soruyorum kendime. Hangi anne oğlunu gönül rahatlığıyla askere gönderecek. Doğu da ölürsen şehit, batı da ölürsen vatan haini. 

                Ben her zaman halkın bilinçlenmesi ve en sağlıklı muhalefetin halk tarafından yapılan olduğunu savundum. Dün o halk yetmedi sokağa çıkıp askerin karşısına dikildi. Ama bilinçli ama bilinçsiz. Bu halk vatanı savunuyorsa, bizi yönetenler ne yapıyor. Genel Kurmay başkanı kek gibi paketleniyorsa gitsin evinde otursun. Bu halk nasılsa kendini savunabiliyor. 

                Bu yazıyı Fransız devriminin öncülerinden olan Robespierre'in anlamlı sözleri ile bitirmek istiyorum. " Pohpohlanan ama hor görülen, egemen ilan edilen ama köle gibi davranılan halkım! Unutmayın, adaletin hüküm sürmediği her yerde hakim güçlerin hırsları hüküm sürer. İnsanlar sadece zincirlerini değiştirmiş olurlar, kaderlerini değil. Dürüst insanların ceza görmeden ülkelerine hizmet edebilecekleri zaman henüz gelmedi."

14 Temmuz 2016 Perşembe

Daktiloya Çekilmiş Öfkem...

          Mesaiye kalmadan çıktığım bir günün akşamında, bir elimde ceketim bir elimde edebiyat dergisi mutlu mesut evin yolunu tutuyorum. Şirketten yoldaş dediğim abilerimle memleketi kurtarmak niyetiyle başladığımız muhabbet, Amerikanın vahşi kapitalizminin nimetlerini ağzımızdan salyalar akıtarak övmemiz ile bitti. Bilmiyorum ama ya eğlenecek bir adam buldukları için  ya da bir zamanlar onların geçtiği yollardan geçerken acaba nerede düşüp tökezleyeceğimi merak ettikleri için muhabbet ediyorlar.

           İş çıkışları sonrası davet edinilen resmi yemeklerden hep bir bahane ile kaçmayı öğrendim. Çünkü kafa dağıtacağız diye gidilen yemeklerde muhabbet bir süre sonra ya iş stresine, maruz kalınan haksızlıklara, kıymeti bilinmeyen emeklerimize geliyor. Ya da insanlar kariyerlerini sidik yarıştırır gibi yarıştırmaya başlıyor. O yüzden biz birkaç abimizle meyhaneye gidip üçüncü kadehten sonra Trakya şivesiyle yapacağımız halk ayaklanmasını tartışıyoruz. 

        Çok okumaktan veya anlamsız bir telaşla deli gibi çalışmaktan değil bu karamsarlığım. Benimkisi muzip bir öfke, sessiz bir başkaldırı. Ulan olsa olsa yağmurdan ıslanmanın anlamsız keyfini  yaşayan bir deliyim . Babadan kalan genetik bir miras olsa gerek. Her güzel şeyin bir bedeli olması lazım bizim fakir dünyamızda. Anlamıyorsunuz diyeceğim ama boşverin ya. Sabahatttin Ali, Kafka, Pevase,Turgut Uyar, Edip Cansever, Didem Madak, Nilgün Marmara okumuş, Rıfat Ilgaz ve Azin Nesin'in Yeşilçam kuşağıyla büyümüş bir adamdan koy götüne rahvan gitsin demesini bekleyemezsiniz. 

           Zeytinburnu birleşmiş milletlerinin sığınma kampı gibidiydi bizim çocukluğumuzda.Savaştan kaçan soluğu bizim mahallede alıyordu sanki. Taliban Afganistan'da zulme başladığında bir sabah uyandık ve mahallemizde esmer ve dilimizi çat pat konuşan insanlar vardı. Ayakları çıplak, gözleri yaşlı, karınları açtı. Din,dil,ırk ayırmadık. Çocuktuk işte ekmeğin arasında domatesi, cebimizdeki misketleri paylaştık.  Doğu Türkistanlılar zaten hep bizimleydi. Bir de Afrika'dan gelip saat satan o namus timsali kardeşlerimiz yok mu? Biz o çocuklarla aynı topun peşinden koştuk. Sahanın bir kenarına yığılıp kaldığımızda evlerinden kilometrelerce uzakta memleket özlemlerini , hayallerini dinledik.   

            İşte o güzel insanların hatrına dönüyor bu dünya. Ciğeri beş para etmez insanların sefasını gördükçe, masumların ölümünü izledikçe, hayallerimizin balon misali elimizden kayıp uçmasını izledikçe öfkemiz dile geldi. Bırakın hiç olmazsa dile gelsin. Evinin rızkını rakı sofrasında bırakan, yemediği nane kalmayıp  namusuna toz kondurmayan, nerden geldiğini unutup sonradan görmelik yapanlara inat çekeceğimiz bir siktirimiz var. Ona da zeval gelmesin arkadaşlar. 

            Bu arada tüm karamsarlığın arkasında hala tek tabanca takılmamız varmış. Birini sevsek böyle olmazmış dediler. Biz de iyi tamam dedik. Bekliyoruz işte güya tam bizlik bir kız varmış. Ama önce peşinden koşup kendimizi ispatlamamız gerekiyormuş. Sonrasında zamana bırakmak en iyisiymiş. Gel de azgın seller gibi taşan cümleler yazma...

           

12 Temmuz 2016 Salı

Bugünkü Aklım Olsa ?

         Nedir bu insanlardan çektiğimiz inanın bilemedim. Küçük bir çocukken tek gayemiz oyun oynamaktı. Bilmiyorduk ki ev geçindirmek nedir, para nasıl kazanılır helal midir haram mıdır? Kolay mıdır yoksa zor mudur? Eli ekmek tutan bir adamım. Tek gayem hayal kurmak, ee biraz da onların peşinden koşmak. Tabi en önemlisi de kendim olabilmek. 

          Bir şeyleri ispat etme çabası ile bugünlere geldik. Ben hep antitezi savundum. Okulda en arka sıraya oturup hoş sohbet muhabbet eder ama çaktırmadan da dersi dinlemeye çalışırdım. İnsanlar ne inek desin, ne de boş gezenin kalfası... Eğitim sistemine küfür etmekten dilimde tüy bitmişti ki, diplomayı alınca bu sefer de iş hayatına başladım sövmeye. Çocukluğunda kendini ispatlayamamış insanların sidiklerinde boğuluyoruz ya! Sorsak herkes özünde iyi insan. Hedef baskısı, satış baskısı, özel hayatın ikilemleri, aşk meseleleri, geçim kaygısı... Kısacası birbirimizi sikecek yer arıyoruz. Bu hayatta herkes tuttuğunu koparacaksa eğer, ileride kimseye tutacak bir şey kalmayacak bu gidişle. 

          İş hayatına yeni girecek olan arkadaşlardan ricam var. Bakın dikkatinizi çekiyorum tavsiye veya nasihat değil. Çünkü işe girince götüne şemsiye girmiş onlarca kişi size bizde bu yollardan geçtik diyecek. Siz onlara aldırmayın. Tecavüz kaçınılmaz dostlar o yüzden zevk almaya bakın. Arada sado mazo yapın. Siz zevk alırken başkalarına acı çektirin. 

      Üniversiteye girmelerine ramak kalan kardeşlerimden de bir ricam var. Ne olmak istiyorsanız onun peşinden koşun. Size para kazanacağınız bölümü seçin diyenler olacaktır.  Avucunuzu bilekten yalayıp, baş parmağınızı işaret parmağınızla orta parmağınızın arasına alıp gönül rahatlığıyla nah çekebilirsiniz. İstediğiniz bölümü okuyun. Aynı anda açık öğretimden de işletme veya iktisat diploması alın. Hiç mi bir şey olamadınız? En kötü bankacı, muhasebeci, devlet memuru, özel sektörde ofis boy olursunuz.  Al sana bir keşke mi söylüyorum. Bugünkü aklım olsaydı falan demeyeceğim. O gün de aklım vardı ama; evdekilere edebiyat veya sosyoloji okuyup nasıl para kazanacağımı açıklayamadığım için gittim Maliye okudum. Soran olursa paraları sıfırlıyormuş dersiniz... 

        Net tutarı üç aylık maaşıma denk gelecek kadar borcum var. Üniversite okurken devletten aldığım krediyi ve yüksek lisans yapmak için bankadan aldığım borcu ödemek ile meşgulum. Her Türk genci gibi evin geçimine de katkıda bulunuyoruz haliyle. Anlayacağınız ne bok yemeye okumaya bu kadar para harcadın diyeceksiniz. Eee zengin parasıyla, fakir kitabıyla... 

        Çalıştığınız işteki değerinizi kazandığınız parayla değil, insanların size verdiği değer ile biçin. Kira öder gibi ev sahibi olmak yerine, kendiniz gibi davranıp mutlu olmaya çalışın. Birileri evlenip her gece beleşe pompa yapıyor olabilir, siz borç öderken birileri ev veya araba sahibi de olabilir. Tonlarca paralar harcanıp iyi okullarda okutulan kuzenleri saymıyorum bile :)  Bu gerçekleri yüzümüze vuracak onlarca insan var çevremizde. Maksat ömrü dolu dolu yaşamak değil mi? O zaman  bırakın cebini doldurmak isteyen cebini doldursun. Ben beyaz fanilam, kareli şortumla da mutlu olmayı denerim. Yeter ki gereksiz insanlar benden uzak dursun...

5 Temmuz 2016 Salı

Bu'gün Bayram...


  Zaman çabuk geçiyor, Barış abinin deyimiyle adam olacak çocuklar anne-baba oldu. Klişedir nerede o eski bayramlar deyimi. Ve katılıyorum arkadaş, çünkü geçmişteki güzel hatıralarımız için veya her geçen gün daha kötüye gidiyor olmamızdan değil bunu söylemem. Bir daha geri gelmeyecek olan çocukluğum için diyorum nerede o eski bayramlar. 

   Bakmayın hep bardağın boş tarafını gördüğüme. Ne de olsa Temel Kamacı'nın torunlarıyız. Bir yerlerde bir mutluluk kırıntısı kalmıştır elbette. Benim için bayram  dini olmaktan çok ailevi anlamlar taşır. Çünkü küçücük bir çocuk iken, dua bilmezken kurban bilmezken bayramın bizim için tek bir anlamı vardı. Dedemi göreceğiz ve tüm aile beraber aynı sofraya oturacağız. Bu yaşıma geldim hâlâ bayramlarda akrabalarımı telefon ile arayamıyorum. Çünkü her bayram aynı ekmeği bölüştük, beraber güldük eğlendik biz.  Ucundan tutup salonun ortasına taşıdık kocaman ahşap masayı. Her torun mutlaka dedemin dizinde çorbasını içmiştir. 

    
       Dedemin pastaneden kalma alışkanlığı yaptığı süpangleyi hep kağıttan ufak kaplara koyardı. Biz o mutluluğu çay kaşığı ile silip süpürürdük. Belki de çocukluktan kalmıştır küçük şeylerden mutlu olabilmemiz. En büyüğünden en küçüğüne her torun dedemin salıncağında uyuya kalmıştır. Erik ağacına asılıp sallanmıştır, mısır tarlasında kaybolmuştur, fındık çuvalını omzuna almıştır. Temel Kamacı'nın her torununda vardır; bir gün başını alıp bir köy evine yerleşmek.Çocukluğunda yaşadığı o aile saadetini kurmak, yeşile doymak, mutluluğu küçük şeylerde aramak. Okumak yazmak, yeri geldiğinde bağıra çağıra konuşmak... 

       
       Şimdi eski bayramlarımız yok belki. Hepimiz kendi evlerimizde az kişi ile dededen kalma tariflerle tatlılarımızı yapıyoruz. Sofralarımız küçük, kahkahamız eskisi kadar gür değil. Mesela Ertuğrul eniştemin mangal başı sohbetleri yok, Anneannem usulcana gitti aramızdan. Ama en çok ne sarstı derseniz. Üzeyir İlker'in sürpriz yapması oldu. Onun kadar güldüremedim aileyi. Ben ne zaman kızsam o hep sarılır güldürürdü beni. Benim hayallerimin bir sınırı varsa, onunkilerin ucu bucağı yoktu. Şimdi bir bayram sabahı ezanı dinlerken bakıyorum boş gözlerle tavana. İlk defa bir bayramda bu kadar yalnızım. Umarım gittiğin yerde de bayramlaşıyordur insanlar. Sofralar kuruluyordur, eminim sen oradakileri de kahkahaya boğuyorsundur. İyi bayramlar güzel çocuk, hatıran kalbimizde saklı....
  
  Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki,
  Yalnız sen anlarsın,
  Sen şimdi uzakta cennette meleklerle,
  Bizi düşler ağlarsın...
       

3 Temmuz 2016 Pazar

Dertler Derya Olmuş....

      Susuz kalmış yapraklar gibiyiz, hayattan bezmiş, çalışmaktan yorulmuş, düşünmekten usanmış, hayal kurmaktan vazgeçmişiz. Kendimi bu yaşta geçmişe özlem duyarken buluyorum. İyi midir kötü müdür mukayesesi zor. Fakat hatırlanacak güzel bir geçmişimin, çocukluğumun olması da en büyük şansım. Bir ceviz ağacını diktiğinizde ilk cevizi 10 yıl sonra verir. Dedemin diktiği ceviz, erik ağaçları, üzüm asmaları, mısır tarlası, fındıklar, domatesi, biberi, anneannemin rengarenk çiçekleri.... Nasıl bomboş bir evi torunlar ile doldurdularsa, bomboş bir araziyi de yemyeşil bir vahaya, ağaç ve çiceklerle dolu cennete çevirdiler. 

   Şimdi geride sadece anılar kaldı, bayramlarda mesajlar, düğünlerde takılar, cenazelerde gözyaşlarımız tek ortak noktamız. İçimdeki gemileri yakalı uzun zaman oldu, sessiz bir isyanın öncüsüyüm tek başıma. Geçmişimle barışık, bugünümle kavgalı, geleceğimden ümitsizim. Erişilmez bir mutluluğun peşinden koşuyorum, koşarken çelme takıyor haliyle insanlar. Arada ben tökezliyorum. Suç atacak birisi yoksa eğer, kadere buluyorum suçu. Bu kadar tezatlığın içinde ne işim var diyorum kendi kendime. O zaman küfrü basıyorum aynadaki iki yüzlü adama. 

     Bir avuç kömür için  karanlığa hapsolmuş madencilerin evinde yanmıyor ocak. Ay yıldızlı bayrakları sadece milli maçlarda değil, bir ulusa hediye edilen bayramlarda sallardık coşkuyla. Oysa şimdi sadece tabuta sarmak, yas ilan ettiğimizde balkonlarımıza asmak için var. Bir memleket düşünün. Bırakın sağını solunu, alevisini sünnisini, Türkünü Kürdünü.  Kendi düşüncelerini bile özgürce dile getiremeyen, kendi vicdanıyla değil de kamunun vicdanına göre hareket eden. Doğruyu yanlışı kendisi değil, kulaktan dolma bilgiler ile ayırt eden bir toplumdan geleceğini renkli kalemlerle boyamasını nasıl bekleriz. 

         Hayatı çok hafife alıyoruz. Birilerinin rahat etmesi için, birilerini hayattan mahrum bırakıyoruz. Sıfır toplamlı bir oyunun parçası olmuşuz. Babam kadar baba olur muyum bilemiyorum. Ama söyleyecek sözlerim, kendime ait fikirlerim olsun. Arkamda bırakacağım dikili bir ağacım olsun. Mesela bugüne kadar en zor günümüzde paranın gücüyle değil, dostlarımızın desteği ile ayağa kalktıysak. Bırakın Allah aşkına paranın açacağı kapılardan bahsetmekten. Annemin sevgisi, kardeşimin gülümsemesi, babamın gölgesi olmadıktan sonra ne önemi var ki....Nedir ki amacımız; üç kuruş birikim yaptıktan sonra, yıllarımızı bankaya ipotek ettirerek alınan ev midir? Komşumuzun tenceresini boş kaynarken, en güzel yerlerde yemek yemek midir? Yeğenleri üç kuruş parayla zar zor okurken, kendi çocuklarını kolejlerde okutup elalemin çocuklarına burs vermek midir mesela? 

        Ne acayip bir dünya öyle değil mi? Kimseye muhtaç olmadan yaşamak istiyorsun. Böyle zararsız kendi halinde yaşarken birilerinin gözüne batıyorsun. Gelip incir ağacı dikiyorlar üç kuruşluk ömrüne. Rengarenk dünyanı siyaha beyaza mahkum ediyorlar. Özenle ektiğin çiçekleri tek tek söküp atıyorlar. Ah ah yok mu bu insanlar. Yaşarken siker atar da , ölünce bağrına basar işte....

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...