23 Nisan 2016 Cumartesi

Çocukluk Mazide Kaldı...

Ellerim cebimde bizim sokağa girerken derin bir nefes aldım. Anılar canlandı birden gözümde. Hafiften kırlaşmış saçlarım, sakallı yüzüm, beyaz gömleğim ve takım elbisem ile mahallenin abisi olduğumu hatırladım. Yaşadığım harika çocukluğumun her anı mahallenin duvarlarına, kaldırımlarına kazanmış adeta. Cebimizdeki üç kuruş para ile fruko gazoz ve cips alıp bir apartman köşesinde 4-5 kişi yumulup mutlu olduğumuz anlar. Annelerimiz bakkala gönderdiğinde para üstlerini aşırıp top aldığımız günler. Hepsi de geride kaldı.
Bugün sokaklarda gönül verdiği takımın formalarını giyip gol sevinci yaşayan çocukları göremiyorum. Mahallenin çocuklarına çekirdek kola alıp onlarla sohbet eden abiler de yok. Bir zamanlar sevincimize, eğlencemize ortak olan mahallenin sevimli esnafları da öyle...Babamlar gibi oldum galiba ömrüm eski günlerin  ve geri gelmeyecek anıların özlemi ile geçecek.
Zeytinburnu eskiden daha amansız bir yerdi. Geceleri sokağa tek başına çıkmak yürek isterdi. Bilmediğin mahalleden besmelesiz geçmezdin tabiri caizse. Sahip çıkardık birbirimize, hakkımızı yedirmezdik. Sevdalandığımız kıza toz kondurmazdık, büyüklerimize saygı duyar, küçüklerimize destek olurduk. Bugün öyle bir ruh hali içerisindeyim ki, gözlerimi açıp, en güzel günlerimi geçirdiğim mahalleme yabancıyım. İmkanım olsa belki arkama bakmadan terkeder giderim. 3-5 gün hatırlarlar sonrasında esamem bile okunmaz.
 Sünnetimizde hep beraber olduğumuz arkadaşlarımızla düğünlerimizde de halay çekecektik. Birer birer kaybettik birbirimizi. Hiç unutmuyorum, karşı komşumuz Turgay vardı. Mahallenin en efendi, en iyi top oynayan çocuğuydu. Abim olsa belki bu kadar sevmezdim. Menenjit olduğundan hastane hastane gezdirilirken yolda kaybettik. Bir sabah selası ile uyandığımızda tüm mahalle sokağa çıktık. O gün kenarlarından yama yaptığımız topumuz öksüz kaldı.
  Kimilerimiz ebediyete yol aldı, kimilerimiz geçim derdine daldı. Ağaçların arkasından gizli saklı seyrettiğimiz kızlar yuva kurdu. Sonbaharın huzur veren rüzgarında sallanan yapraklar gibi tek tük ama kopmayan bir kaç eleman kaldık. Ahmet Kaya'nın şarkısıyla sınıyordu hayat bizi " Olmasaydı sonumuz böyle..."


17 Nisan 2016 Pazar

Gün Işığına Koşarken...

      Bir yerlerde bir zamanlar benim ruh halimi kaleme alan birisi var mıdır diye düşünüyordum? Binlerce film, binlerce kitap koleksiyonu dizdim aklımın tozlu raflarına. Küçücük bacaklarım bedenimi taşıdığı günden beri boyumdan büyük hayaller kurdum. Hep ulvi bir amacım olsun istedim, dünyayı kurtaran adamın oğlu değilim. Ama kurtaracak bir dünya neden bulmayayım ki...  

     Ahhh sanırım kendimle oturup konuşma zamanım geldi de geçiyor. Düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ediyorum. Her geçen an, geride bıraktıklarıma özlem duyuyorum. Güvensizlik denen bataklığa saplanıp kaldım sanki. Dost bildiklerim sahiden dost mu? Çok bir şey istediğimi sanmıyorum. Aç gezmeye de razıyım, para denen şeyin bolluğunu görmediğim de aşikar. Peki göğsümün tam ortasına saplanmış şu yalnızlık duygusunu neden söküp atamıyorum. 

      Bu hayatta hep bir anlam aradım. Saadet denen şeyi az da olsa tattığım da cebimde beş kuruş param yoktu. Gecenin bir saati Trabzon'da bir bank köşesine kurulmuş ay ışığının denizdeki yansımasını seyrediyordum. O zaman anladım parayla saadetin olmadığını. Arkadaşlığın kıymetini sorgularken kendime sarıldım. Mutluluğun resmini çizebilir miyim sahiden? Üsküdar vapur iskelesi belki, sahaflardaki yaşanmışlığın kokusu, simit satan küçük çocuğun yüzündeki gülümseme, mendil satan küçük kızın hayalleri... Aramadım ki mutluluğu uzaklarda , parada, pulda...

Neden kitapları bu kadar seviyorum? Çünkü onları istediğim zaman kapatabiliyorum. Hayat öyle değil ki! Bir sabah uyandığımda işe gitmemenin verdiği özgürlükle yolculuğa çıkacağım. Sırtımda çantam, içinde beni mutlu yapan kitaplar, fotoğraf makinası, boş bir defter, yepyeni bir kalem ve yazacak anılarım... Kaç yıldır diyorum ve ilk defa bu kadar yaklaştığımı hissediyorum. En sonunda bu yolculuk için kendime tarih aralığı bile belirleyebildim inanabiliyor musunuz? Hep makul biri olmaya çalıştım. Sanırım bundan dolayı mutsuzluğum. Yağmuru sevdiğimi söylüyorum, ama yağmur yağdığında bulduğum ilk yere sığınıyorum. Güneşi sevdiğimi söylüyorum ama güneş açtığında bulduğum ilk gölgenin altına saklanıyorum. Bir kızı sevdiğimi düşünüyorum ama o beni sevdiğinde alıp başımı uzaklara gidiyorum. 

    Bilmem anlatabiliyor muyum? Zaten anlasaydınız buraya da yazmazdım ya? İşte öyle bir yerdeyim. Bilmediğim bir kavramın anlamını aramakla geçiyor ömrüm. Mutluluk, mutluluk... Oysa pudingi çay kaşığıyla yediğim, çok sevdiğim meyve suyunun dibinde kalan son yudumun verdiği hazzı yaşamak istiyorum. Keşke çocukken bisikletten düştüğümde kanayan yarama üflediğim gibi geçse hayal kırıklarım. Üstad ne diyor. Dünyaya hoş geldiniz veled-i zinalar. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır. 

9 Nisan 2016 Cumartesi

Hayal ek, Hasadın Mutluluk Olsun...

     Sabahın ilk ışıkları odamdan içeri giriyor. Yüzümün bir yanı yastığa gömülmüş etrafıma boş gözlerle bakıyorum. 15 dakika kendi kendime, sığ bilgilerimle kapitalizmi eleştiriyorum. Bir kaç adım ötede tiril tiril parlayan rugan ayakkabılarım, dolabımda beyaz gömlekler ve koyu renk takım elbisem ile hayallerime karşılık emeğimi satmaya hazırım. 

      Bir zamanlar annesinin balkondan el sallayarak okula uğurladığı çocuk iken, hangi ara kapıyı usulcana çekip işine giden adamlar olduk akıl sır erdiremiyorum. Her sabah aynı yoldan; hayallerime ulaşacağım kaygısı ile biraz karın ağrısı biraz stres ağır adımlarla ilerliyorum. Yıllardır aynı köşede ekmek arası kahvaltılık satan Cemal abi. Hastalık dışında istikrarı hiç bozmadı. Yıllarca o köşede öğrencilere, işe gidenlere, kahvehanedeki emeklilere sattı yarım ekmek alın terini. Sorsanız belki ne hayalleri vardı ama, haline şükrediyor. Ve biz gencecik yaşımızda kafamıza takılmış bir mutlu olacağım türküsü, kalbimiz kırık ama, eksik etmiyoruz sol cebimizden umudu... 

      Sokakta türlü türlü insanlar, her an halimize şükretmemiz için köşe başlarını kapmışlar. Çöpten karton toplayanlara alışmıştık ama, artık yemek ile karınlarını doyuranlara ne demeli. Çıplak ayaklı çocuklar, kirden kapkara yüzleri bile belli olmazken masmavi gözleri, bembeyaz dişleri ile gülümsüyor size. Bir ekmek arası ve bir gün daha şükretmek için sebep. Ne diyordu Nazım Hikmet; "Ve tıpkı o eski, acıklı hikayelerdeki yalınayak ve karlı yollara düşmüş yetim bir çocuk gibi kalıyordu bu yürek."

      Sonra düşünüyorum sahi ne yapıyorum ben. Ne istiyorum şu üç günlük hayattan. Tutsana birisinin elinden, mükemmel olmasanda olur. Etrafındaki yoksulluğu, zalimliği, tecavüzü görmezden gelen bizler, kendi hatalarımızı da görmezden gelsek ya. Belki uçurtmamız takılmaz o zaman tellere, bugüne değil de yarını düşünerek koyarız başımızı yastığa. 

        Vakti geldi de geçiyor belki bir kadını sevmenin. Elinden tutup sahile gitmenin, simidi martılarla bölüşmenin, ne bileyim belki de aynı hayalin peşinden koşmanın vaktidir vakit. Zaman kavramını bir süreliğine rafa kaldırma vaktidir. Bunların hepsi için iki yürek gerek, biraz da emek. Kıraç bir toprağa hayal ekmek, biraz beklemek ve yeri geldiğinde gözyaşlarınla sulamak gerek. Her şeye rağmen umut etmek. Soran olursa mutluluk demek? Bir lokmada iki mutlu insan demek...


3 Nisan 2016 Pazar

Oynatmama Az Kaldı Doktorum Nerde?

       Her insanın delirme konusunda bir eşik noktası olduğuna inanıyorum. Sanırım benim ibre eşiğe yaklaşmak üzere. Yaşadığım şu hayatı insanlara akla uygun bir biçimde anlatmak için ne kadar çaba sarf etsem de, ağzımdan çıkan sözcükler o derece mantığa aykırı görünüyor. Sahi sizde öyle düşünmüyor musunuz? 

      Güzel bir pazar günü, baharın gerçekten geldiği, çiçeklerin gönlümüze renk kattığı, kuşların ağaç dallarına yuva yaptığı şu günlerde bir bank köşesine oturmuş elimde sevdiğim edebiyat dergisi. Bir yandan okuyorum, bir yandan da başımı kaldırdığım anlarda hayal kuruyorum. Tam o sırada dört yol ağzında bir gelin arabası ile taksi çarpışıyor. Saat 12. Gelin arabasından önce damat hiddetle inip küfür ederek taksi şoförüne doğru gidiyor. Şoför çarpmanın etkisi ile kafasını direksiyona çarpmış kan revan içinde. Bilincini kaybetmek üzere. Damat küfre devam ediyor. Şoku üzerinden atlatan gelin çıkıyor arabadan. Tutabilene aşk olsun. Yıllarca beklediği böylesine bir günde olacak şey mi? O da başlıyor küfretmeye. Hatta tutmasalar şoföre meydan dayağı da atacak gibi. Şoförün kan revam içinde olduğunu bir tek ben mi görüyorum o an şüpheye düştüm. İşte memleketin geldiği durum da tam olarak böyle. 

     İyi niyetli olursam, alttan almasını bilirsem, doğru cümleler kurarsam üstesinden gelemeyeceğim zorluğun olmadığına inanıyordum hep. Çok safmışım. Yaşar Kemal boşuna demiyordu;  "İnsanız affet" diye.  Çocukluğumun her anında beraber olduğum, acısı ile tatlısıyla, kavgasıyla dövüşüyle, ama her zaman kahkahalarıyla hatırlayacağım insanlardan uzak kalalı yıllar olmuş. Düğünler, cenazeler de olmasa haberimiz yok yaşayıp yaşamadığımızdan belki. Sahi neden başkalarının saadetini belki de parasını kıskanırız. Başarı dediğin alın teri, kazanç dediğin elinin kiri değil mi oysa? Ben dün akşam kuzenimin yüzünde 7 yaşındaki Burcu'nun bakışlarını gördüm. Ve kaybettiğimiz zamanın kıymetini... 

   Beyaz tavana uzun uzun baktım. Pazartesi sabahı yine kalkıp işe gideceğim. Kendi işini kurmazsan, çalar saatini kurarsın demişti bir büyüğüm. Gerçekten merak ediyorum. Yataktan ağır hareketlerle kalkıp aynada kendine gülümseyen kaç kişi kaldı Allah aşkına. Eskiden işimize, işimizden evimize geçim kaygısı ile gidiyorduk. Bu günlerde ise ölüm korkusu hakim. Bize bu zor günleri unutturan Acun'a ve ekibine de teşekkürü bir borç biliyoruz. Çivisi çıkmış memlekete nasıl hayatta kalınır öğrettiği için. Sonra yapmış olduğumuz sanatı, zanaatı puanlayıp şanslı olanları zengin yaptığı için. 

     Mehmet Akif bugün yaşasaydı yazar mıydı bir kez daha İstiklal Marşı'nı ne dersiniz? O zamanlar düşman belliydi. Peki ya bugün! 
       

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...