23 Haziran 2013 Pazar

Çocukluktan Yetişkinliğe: Tek Dilek Mutluluk...

         Yaz mevsimi gelmiş, her yer günlük güneşlik, çiçekler açmış, akşamları tatlı esen rüzgar bedenimi rahatlatırken aklıma yine bir şey takıldı ve bu durum içimi kemirmeye başladı. Şu an bulunduğum konumdan memnun muyum? Gelecekte nasıl bir hayat beni bekliyor? Ne kadar önemli biriyim?

          Akşamleyin yürüyüş yapmak için mahalleye çıktığımda çocukluğumu ne kadar özlediğimin farkına vardım. Her sabah aynı saatte evden çıkıp okula gittiğim ve okuldan sonra hava kararıncaya kadar mahallede binbir türlü oyunlar oynadığım arkadaşlarım artık yok. Kimisi askerde, kimisi çalışmaktan başını kaldıramıyor, kimisi çok uzaklarda, kimisi beni görünce artık selam bile vermiyor ve birkaçı gencecik yaşında aramızdan göçüp gitti. Sadece arkadaşlarım mı mahallenin güleryüzlü yaşlı amcaları ve teyzeleri artık yok, topumuzun havası indiğinde şişiren dericiler, yaz sıcağında bize dondurma ısmarlayan esnaf abilerimiz de yok. Tek katlı evlerin bahçesinde oynadığımız, önündeki incir ağacına tırmanıp baldan tatlı incirleri yediğimiz yerlerde artık 6-7 katlı apartman daireleri var ve içindeki komşular birbirlerinden bir haber yaşıyorlar...

          Tekrardan o günlere dönmek için nelerimi vermezdim. Bir kızın elini tutmak hele hele yanağından bir öpücük almak büyük marifet büyük bir mükafat iken bizim için. Artık iki bacağın arasındakine erişmek çocuk oyuncağı olmuş. Bir kutu kolayı 5 kişi içtiğimiz zamanlardan bir şişe kolayı alıp evde tek başımıza içtiğimiz günlere geldik. Artık kimse mahallede koşturan, bağıran çocuk istemiyor. Onlarda biz zamanlar çocuk olduğunu hatırlamıyor. Üzülüyorum. İdolü olan futbolcunun adını haykırarak mahalle arasında koşturan çocuklar göremiyorum artık.

          Bir zamanlar gizli saklı bakıştığımız, abilerinden babalarından çekindiğimiz mahallenin hanım hanımcık güzel kızları haberimiz olmadan yuvadan uçup gitmeye başlamış. Kimileri ilk çocuğunu kucağına almış, kimileri hazırlığını yapıyor.

          Çocukluktan kurtulup eli ekmek tutan biri oldum. Ama hala içimde vicdanı hür, sürekli gülümseyen bir çocuk olduğuna inanıyorum. Para kazanmak için kendini paralayan bir adam olmamak için direnmeye çalışan,  içi boş bir kariyer değil mutlu bir yuvayı inşa edecek bir kariyer peşinden koşan bir adam olmak istiyorum. O gün gelecek inanıyorum "Yaptım oldu" diyeceğim günlere 10 yıl gibi süre var. Ernesto Che Guevera ne demişti: " Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi..." Mutluluk bir ayrıcalık değil sadece bir tercih meselesidir.
          

5 Haziran 2013 Çarşamba

İKTİDARLARIN YAPTIKLARI İCRAAT MI YOKSA SAFSATA MI ?

        İcraat, hizmet denen şey öyle bir şey ki; bir iktidarın elinde kitle imha silahına bile dönüşebiliyor. İmha ettiği ise sıradan vatandaşların masum dünyaları. Hiçbir zaman bir siyasi ideolojiye inanmadım. Ben eşitliğe, özgürlüğe,sosyal demokrasiye, adil gelir dağılımına inanan bir insanım. Bu yüzden solcu olmak zorunda mıyım? Ben aynı zamanda milliyetçi, muhafazakar ve yerine göre liberal politikaları da savunan bir insanım. Peki o zaman sağcı olmak zorunda mıyım? Tabi ki hayır. Ama bizi yönetenler bizden bunu istiyor. Önce talep yaratıyorlar sonra bu talebin gereklerini yerine getiriyorlar. Alan mutlu (iktidar) veren mutlu (seçmen)... Ben bir kaç siyasi saftasadan bahsetmek istiyorum sizlere bugün.
        
         Safsata 1: IMF'ye olan borcumuzu ödedik, ülkeyi borçtan kurtardık! Bu lafı söyleyen arkadaşlarıma sorsanız daha IMF'nin açılımını bilmezken hükümet safsatalarını savunur olmuş. IMF'nin vermiş olduğu kredilerin tamamını neredeyse hükümetler kullanır. Yani ekonomide büyük yatırımların ve yeniliklerin devlet eliyle yapıldığı kamu ekonomisinin daha ağırlıklı olduğu ülkelere borç verilir. Yani IMF'nin borç verdiği ülkelerin kamu borç stoğu özel sektöre nazaran daha fazladır. Liberal iktisadı savunan dünyada şu lafı hep duyarsınız. Devlet her zaman kötü bir aşçıdır. Peki bunu bilenler neden hükümetlere borç verir ve yatırımlarını devletin yapmasına müsaade eder. Borç alan ülkeye mal girişi olur, ülkedeki  refahta bir artış sağlanır. Dış ticaret hacmi gelişir. Yapılan yeni yatırımlar bazı kesimlere yeni gelir kapıları açar. İktidar bu olumlu havayı kendi lehine çevirip seçim kazanmaya çalışır. Peki borç verenlerin kazancı nedir? Borç veren ülkeler genelde zengindir. Ülkedeki aşırı şişkin zenginlik birikmiş mal stokuna sebep olmuştur. Biriken malları satmak için yeni pazar yaratmak için ülkelere verilen borçlar paha biçilmez bir fırsattır. Bu alışverişin sonuna borç alan ülkeler genelde ömür boyu borçlu kalırken, borç verenler ömür boyu alacaklı konuma geliyor. Alacaktan kasıt sadece para değil, siyasi nüfuz, ucuz işgücü, sınırsız kapitülasyonlar...
         
          Safsata 2: Olumlu ekonomik rakamlar; düşen enflasyon ve faizler! Evet Benjamin Di'sraeli'nin çok güzel bir sözü vardır: " Üç türlü yalan vardır; büyük yalan, kuyruklu yalan ve istatistik. " Sıradan vatandaşlar reel faiz denen kavramın adını bile duymamıştır. Faiz oranı ile enflasyon oranı arasındaki olumlu fark olan reel faize göre ülkeye  döviz ve yabancı yatırımlar girer. Bugün enflasyonu düşürdük, Cumhuriyet tarihinin en düşük faizini veriyoruz diye meydanları inletiyorlar. 2000 yılında iki haneli faizler vardı ama istikrarlı bir siyaset yoktu bu yüzden yatırım yapılmıyordu. Bugün çok düşük faiz veriyoruz ama siyasi istikrar var bu yüzden yatırım yapılıyor. Ben buna kısmen katılanlardanım. Ülkeye döviz getirip bunu türk parasına çevirip o parayı da faize yatıranların sayısı her geçen gün azalmakta. Artık yabacılar ve türk girişimciler ağırlıklı olarak hisse senedi alıyor, Türkiye'de bankacılık sektörüne giriyor, 22 aylık gösterge faizli tahviller alıyor, gayrimenkullere yatırım yapıyor. Sonuç nedir peki? Borsa da bir balon, aşırı bankacılık karları, sürekli artan konut fiyatları...Ekonomi rakamsal olarak büyüyor, Türkiye nominal olarak zenginleşiyor ama Türk halkı kısmi fakirlik döngüsünü kırmayı beceremiyor. 
            
           Safsata 3: Devletçilik bitmiştir! IMF'ye olan borç bitti. Çünkü artık Türkiye liberal kapitalist bir ülke. Tüm yatırımlar özel sektörce yapılıyor. Yurt dışından, uluslararası bankalardan, konsorsiyumlardan borçlanılıyor. Hatta eskisine nazaran daha çok borcumuz var. Ama bu borç devlet bilançosuna yansımadığı için devlet bütçesi son 10 yıldır birkaç yıl hariç her yıl denk olduğundan kimse ülkenin aşırı borçlandığını farketmiyor. Kamu işletmelerinin amacı kar değil, en iyi hizmeti en ucuza sunmaktır. Yani sosyal adaleti sağlamaktır. Bu kurumlar zarar ediyorsa bu sosyal adalet adına.   IMF belki artık bize borç vermiyor, yıllardır verdiği telkinler sonucunda sosyal adaleti de kaybettik. 
             
            Safsata 4: Devlet bütçesinden eğitime dev bütçe ayrıldı! Evet dev bütçe ayrıldığı doğrudur. Peki sonuç nedir? Bugün ekonomi de başarı varsa Ali Babacan'ın bunda büyük payı vardır. Bu yüzdendir ki ülke ekonomisi yıllardır ona emanettir. O zaman adama sorarlar, eğitim de bu kadar iyi isek 11 yılda neden 5 tane eğitim bakanı değişir. Sıf büyük yatırımlar yaptım demek için midir eğitimi içi boş bir harabeye çevirmek. Her ilde bir apartman dairesine tabela asıp, kurdelesini keserek mi eğitime yatırım yapılıyor. Dünyadaki üniversitelerle yarışacak seviyede kaç tane eğitim kurumumuz var. Bilimsel yayınlar ne kadar arttı. Üniversitelerden alınan harçlar kesildi evet doğru Allah razı olsun. Bugün 150 soru içinden 15 net yapanlar üniversiteye girebiliyor. Bu çocuk 4 yıl boyunca yapmış olduğu harcama ile ülkenin talebini canlı tutuyor. Devletin düzenlediği sınavlarına girerek dünyanın parasını bayılarak devletin bütçesine büyük bir katkı yapıyor. Bunları düşünen hiç kimse yok maalesef...
              
            Bu ülkede bardağın dolu tarafı kadar boş kısmını da konuşanlara yer yok. Uğur Mumcu ne güzel demiş: " Bu ülkenin insanları bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldular." Sahip olduğumuz üniversite diploması bizim geleceğimiz için bir senetti. Sağolsunlar onu da spekülatif emellere peşkeş çekip değerini düşürdüler. 

2 Haziran 2013 Pazar

GEZİ PARKI...

               Tam 5 gündür İstanbul yaşanmaz bir şehir haline geldi. Birkaç yüz tane duyarlı vatandaşın yapmış olduğu sessiz eylemin bu hallere geleceğini kim düşünebilirdi. Hayatımda ilk defa bir eylemde bu kadar bulunmak istedim. Gidemedim evet isteyenler korktu desin, isteyenler klavye kahramanı desin. Ama olaylara hiçbir zaman duyarsız kalmadım.

                Ülkeyi bir yandan ikiye böldüler. Akp'liler ve diğerleri diye bir yandan da birleştirdiler tüm tribün grupları kolkola Taksim için bir araya geldi. Klasik cümleleri tekrar edersek gönül isterdi ki; hiç şiddet olmasaydı. Kaldırım taşları söküldü, arabalar yakıldı, polislere saldırıldı, kamu malına zarar verildi. Hadi bunları yapan insanlar marjinal, çapulcu, akl-ı selim değil. Zaten olmak zorunda da değil. Peki ya devletin aklı başında mı? Ortamı sakinleştirmek yerine nefret tohumları ekmek nedendir? Tamam vatandaşlarım bizde de hata var sizde de gelin ortak bir payda da buluşalım denilemez miydi? Denilseydi ne olurdu aaa bakın hükümete geri adım attırdık mı diyeceklerdi?

                 İki ağacın sökülmesi ile Türkiye'de yeşil alanlar bitmez belki ;ama koskoca bir iradeyi görmezden gelerek bu kervan yürümez. Ülkenin televizyonlarında iktidarı eleştiremiyorsan, gazeteciler, öğrenciler hapiste ise, üniversitede konferanslara karşıt görüşlü öğrenciler alınmıyorsa, canı bir şekilde yanmış vatandaşın halinden anlanılmıyorsa kusura bakmayın ama bu insanlar seslerini nasıl duyuracaklar. Bu olayda doğrular kadar yanlışlar da var. CHP ve BDP bu olayı sahiplenmemeli. Ortam müsait buradan iktidara çakarız düşüncesi ile kusura bakmasınlar ama iktidar falan olamazlar. Olaylar bu hale geldiyse zaten onların beceriksizliğinden geldi.

                 Hiçbir zaman siyasetçilere güvenmedim. Bugün Suriye'ye kol kanat gerenler Irak için neredeydi? 1974 Barış Harekatında bize destek veren Kardeş Kaddafi'yi toprağa diktatör Kaddafi olarak vermedik mi! Bugün başka halklara el uzatan devletimiz kendi halkını Melih Gökçek'in deyimiyle bir kaşık suda boğmaya neden çalışır. Üzülmemek elde değil. Bugün Taksim'e cami yapmak istiyorum dediğinde bir başbakan sevinemiyoruz bile. İnsanları öyle bir hale getirdiler ki; Müslümanlığımızı, Türklüğümüzü sorgular hale geldik.
Sokakta bıyıklı,kumaş pantolon giyenleri fişliyoruz, başörtüsü takanları fişliyoruz, mini etek giyenleri fişliyoruz. Hele hele elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri tutanları neredeyse vatan haini ilan ediyoruz.

                  Dün polisin arkasından camiye gitmek isteyenlere iktidar yanlısı diye taciz ettiler, küfür ettiler. Ülke böylesine bir duruma gelmişken bir durumları yabancı kanallardan öğreniyoruz. Ya bu ülkenin yarısını deli s.kti. Böyle güzelim bir ülkenin, iktidarın kıymetini bilmiyor. Ya da ülkenin diğer yarısı ayran içerek kafayı buldu iyi icraat ile kötü icraatı ayırt edemiyor. Bu işin kazananı yok. Her halükarda bu ülke kaybedecek...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...