27 Şubat 2013 Çarşamba

Rasyonel Beklentiler

             Rasyonel beklentiler kavramı Adam Smith'den günümüze her iktisatçının ağzına sakız olmuş bir deyimdir. Kimdir peki bu rasyonel yani akılcı davranan bireyler. Ve madem bu kadar akıllılar neden kapitalist sistem her 10 yılda bir kriz ile karşılaşıyor. Gelir dağılımı her geçen gün daha kötüye gidiyor, işsizlik sayısı azalmıyor, yoksulluk sınırında bir değişme yok. İktisata olan merakım beni bu konular hakkında düşünmeye sevk ediyor ama okuduğumuz teorik kitaplarda gerçek dünyanın yansımasını bir türlü bulamıyoruz.

               Robert Lucas bundan yaklaşık 45-50 yıl önce Rasyonel Beklentiler teorisi ile ekonomi literatüründe arka planda kalmış bir tartışmayı gün yüzüne çıkardı. Aslında bahsettiği konu hiç dile gelmeyen bir şey değildi.  O sadece paketi ambalajlayıp önümüze koydu. Bu kadar basit miydi yani? Önceden açıklanan politikalara ve ekonomik verilere dayanarak bireyler hareketlerini ayarlayacak ve bu politikalar ekonomide herhangi bir etki yaratmayacak. Gelişen ve globalleşen dünyada bilgiye ulaşmak oldukça kolay olduğundan herkes aynı bilgiye aynı anda ulaşacak ve bu oyundan herkes kazançlı çıkacak. Kısa süreli yanılsamalar olsa bile insanlar bir süre sonra kandırıldığını veya hataya düştüğünü anlayıp gereğinin yapılması için baskıda bulunacak. Peki var mı böyle bir dünya?

                Beklenilen akılcı davranışlar nedir peki? Her ay sonu eline geçen gelirinin bir kısmını harcayıp bir kısmı ile birikim yapan aileler mi, bir firmanın eline geçen beklenmedik bir para ile yatırım yapıp daha çok insanı mı istihdam etmesi, gerek seçimden önce gerekse seçimden sonra tutarlı politikalar izleyen hükümetler mi veya işverenlerin yükselen enflasyon rakamlarını göze alarak işçilerin reel ücretlerinde iyileştirmeye mi gitmesidir. Galiba birileri ölümden sonraki hayatı ifade etmeye çalışmış olmalı.

                Halbuki gerçek olan nedir? 1929 yılındaki Büyük Krizden sonra bir daha telep yetersizliği ile karşılaşmak istemeyen devletler ve üreticiler bugün karşılanamayacak bir talebin hizmetkarı olmamış mıdır. Televizyonlarda tasarruf önlemleri almalıyız diyen politikacılar varken aynı anda bankaların daha ucuza yurt dışından borçlanıp daha pahalıya sattığı kredilere ne demeli. Birikim yapması beklenen halk haftanın 5 günü çalışıp iki günü alışveriş yaparken hangi birikimden bahsediyoruz. Ay sonunu kredi kartı ile getirebilen bir halk hangi ara birikim yapmaya fırsat bulsun. Peki eline beklenmedik bir para geçen fimanın bunu yatırıma harcayıp istihdam yaratacağı ne malum. Bugün borsalar boşuna mı duruyor. Binlerce insana ekmek kapısı açmadan da yüksek kazançlar elde ediyorsunuz hem de çoğu kez bu kazançlar için vergi bile ödemiyorsunuz.

                 Son olarak işçilerin durumuna değinelim. Eskiden işsizlik yok demek için %0 bir oran gerekirdi. Baktılar ki böyle bir şey mümkün değil. Bari bizde %5 işsizlik oranına doğal işsizlik diyelim. Bu kesime de yaşlıları, çocukları, çalışmak istemeyenleri koyalım. Dünyanın hiçbir yerinde ne enflasyon ne de işsizlik rakamları özel bir kurum tarafından açıklanmaz. Belki bir tane istisnası vardır ama istisnalar kaideyi bozmaz. Devletin açıklamış olduğu enflasyon ve işsizlik rakamları ne kadar güvenilirdir. Enflasyon ve faiz rakamları düşme eğiliminde iken neden istihdam artmaz. Veya firmalar bu kadar kolay finansman kaynağı buluyorken neden her 6 ayda bir fiyatlarına mark-up ve enflasyon düzenlemesi yaparlar.

                 Kendine temizleyen bir piyasa, herkesin oyunu kurallarına göre oynadığı bir toplum biz sıradan insanlar mı çok iyimseriz yoksa bizleri yönetenler mi ? İktisadın en temel kuralı gereği tüketiciler fayda maksimizasyonu, firmalar da kar maksimizasyonu peşinde koşarken hangi rasyonaliteden bahsediyoruz...

21 Şubat 2013 Perşembe

NELER OLUYOR BİZE!

             Çok değil işe başladıktan sadece bir ay sonra gerçek ile yüzleştim. Zaten kendi kendime düşündüğüm  zamanlarda hep ifade ederdim. Hayata sıfırdan başlıyorum, kaybedecek bir şeyim yok; bu yüzden bir işe başlayacaksam bu iş bir ömür boyu yapabileceğim bir iş olmalı. Yani bankacılık benim yapabileceğim bir iş değilmiş onu anladım. Aslında bilmediğim bir şey değildi. Ama 4-5 ay evde boş boş oturduktan sonra insan kendine kendine bir acaba diyor. Nerede hata yaptım. Birçok kişiden duymaktan sıkıldığım ama belli bir süre sonra zaruri olarak hak verdiğim bir düşünceye kapılıp gittim. Bir yerden başlamalısın Murat. Durduğun yerden bir şeyleri değiştiremezsin, bir kapı açılırsa diğeri kapanır. Sen yeter ki denemekten vazgeçme. Öğrenim evresini genel olarak tamamladığımı düşünüyorum. Şu an deneme ve yanılma aşamasındayım. İstemediğim tercihlerle karşı karşıya kalacağım. Sadece kısa bir süreliğine istemediğim bir işi, yüzümden gülücükler dağıtarak yapacağım. Bu durumdan şikayetçi miyim? Galiba böyle bir lüksüm yok. Çok şükür bana yetecek kadar bir ücret alıyorum. Aç değilim açıkta değilim. 2 milyonu aşkın işsiz ve her akşam evine ekmek götürmek zorunda olan milyonlarca insanı aklıma getirdikçe halime şükredip yaşadıklarıma razı geliyorum.

              İnsanları daha iyi anlıyorum açıkçası artık. Sürü psikolojisi bu olsa gerek. Mevcut duruma direnmek ve onu değiştirmek yerine, bu durumda yaşamayı öğrenip hayatını idame ettirmeyi yeğleyen milyonlarca insan.
İşte bu insanlar çoğunlukta olduğu bir ülkeyi yönetmek kolay olsa gerek ki başbakan her fırsatını bulduğunda çiftlere en az 3 çocuk yapın nasihatında bulunuyor.

              Türkiye'deki nüfus artış oranı refah artış oranından daha fazla olduğu sürece insanları yönetmek daha kolay olacak. Aza kanaat eden ve elindeki ile yetinmek zorunda kalan bir nesil. Hakkımız olanları aldığımızda sanki bize devlet tarafından bir lütufmuş gibi karşılayacağımız bir ortam. Sokaklarda vasıfsız milyonlarca genç. Asgari ücrete burun kıvıramayacak  22 yaşında üniversite mezunu olmasına rağmen herhangi bir vasfı olmayan bir nesil geliyor arkamızdan.

              Bazen bilinçli ve ülkesine karşı duyarlı bir vatandaş olduğumu düşünüyorum. Ne yaparım da bu ülkede bir şeyleri değiştirebilirim. Siyasetçi olmaya gerek yok. Bir öğretmen,akademisyen,doktor, polis, esnaf, bankacı, manav, bakkal herhangi biri olarak neler yapılabilir bu ülke için. Kanımca hiçbir şey yapılmaz. İzin verilmez; çünkü birbirinin yaptığına,görüşüne saygı duymayan bir ülkede yaşıyoruz.

               Öğretmenlere emanet edilen çocuklar bırakın eğitimi asli hakları olan öğretimi bile doğru düzgün alamıyor. Polislerin can güvenliği yok iken bizleri korumalarını bekliyoruz. Doktorlar kendi yaralarını sarmaktan hastalara bakmaya fırsat bulamıyor. Akademisyenler yazacakları kitabın sakıncalı olabileceğinden korkarak yazmaya bile yeltenmiyor. Esnaflar desen onlar zaten ayrı telden çalıyor. Kısacası herkes kendi derdine düşmüş. Önce hayatta kalıp, sonra geçineyim derken br bakmışın koca bir ömür avucunun arasından kayıp gitmiş. Hal böyle olunca bu ülkenin siyasileri de varolan sorunları ısıtıp ısıtıp önümüze koyarak bir dönem daha seçilmenin derdine düşüyor.

                Daha biz olamadık; herkes önce ben önce ben diyor. Teknoloji çağ atlatıyorda , insanoğlu medeniyet olarak daha mı geriye gidiyor ne sanki...

17 Şubat 2013 Pazar

"Düşünme sadece Yaşa" desem de olmuyor...

             Koca bir gün daha tozlu raflardaki yerini aldı. Basit ve sıradan ömrümün bir sayfası daha kayda değer bir şey olmadan karalandı ve şimdi yastığa başımı koymadan önce gelecekte beni bekleyen güzel günlerin hayalini kurarak koyunları saymaya başlıyorum. Kolay olmuyor tabi ki kardeşim her gece olduğu gibi  yatmadan önce evin altını üstüne getirerek annemi sinir krizlerine sokmayı başarıyor. Kardeşim evimizin kapısından içeri girdiği günden beri her gecemiz bir cümbüş...

               50 yaşında değişmez dediğimiz babam, her geçen gün beni şaşırtmaya devam ediyor. Belki hala aramızdaki görünmeyen engelleri kaldıramadık ama içten içe birbirimize olan sevgi ve saygımız büyüyor. Belki bana göstermediği yakınlığı kardeşimde gösterir diye ümitleniyorum. Yılların yorgunluğu yüzünden okunuyor koca adamın. Ya anneme ne demeli. 40 yaşından sonra bir çılgınlık yapıp ikinci çocuğu doğurarak kendini tüm mahalleye ve aileye kanıtlaması. Yıkılmadım ayaktayım a dostlar :) Hani hep kendi kendime diyorum ya hayatımın bir anlamı olmalı. Sabahları koşarak gideceğim bir iş, yanında hayatın stresinden ve ikiyüzlülüğünden kurtulacağım bir eş işte annem de kaybettiği anlamı yıllar sonra Dila'da buldu.

                Beni büyütüp adam etmek için yıllarını harcayan insanlar şimdi aynı şeyi kardeşim için yapıyorlar. Yıllardır belki boşu boşuna birbirimizi yedik, geçim derdi yüzünden uykusuz geceler geçirdik. Dünya malı dünya kalıyor diye boşuna demiyorlar. Asıl servet insan evladı değil mi ? Aileme karşı hayırlı bir evlat mıyım bilemiyorum. Bugüne kadar varlığımla onları ne kadar mutlu ettim veya varsa eğer bir başarım ne kadar gururlandırdım onu bile bilmiyorum.

                  Üniversiteden mezun olduktan sonra hep iyi bir hayata sahip olmak için kendimi paraladım durdum. 6 ay boyunca nasıl iş bulamam diye sitemde bulundum. Bazı şeyleri bir an önce yapıp kenara koymalıydım. Bir ev, araba, belki bir yazlık, bankada birikmiş para, güzel bir evlilik, rahat ve lüks bir yaşam...Tipik bir Türk insanın kuracağı hayaller. Koskoca bir hayatı bunlara endeksleyen bir düşünce. Hass.ktir oradan dediğinizi duyar gibiyim. Eyvallah canınız sağolsun. Sanırım ufaktan kafayı sıyırmaya başladım.
                  Şu an bir işim var, bazı şeyler yolunda gidiyor, her zaman olduğu gibi güzel hayallerim var, sıradan ve sade bir yaşantıya sahibim, gereksiz insanlardan uzağım, sürekli gülmeye çalışıyorum ama düşünmeden de edemiyorum. Arkamıza bir rüzgar aldık derin sulara yelken açıyoruz.  Kendimi kandırmayayım evet kabul ediyorum. Planladığım çoğu şey gerçekleşmeyecek, bazı şeyler yolunda gitmeyecek. İnsanlar belki düşüncelerimden dolayı benimle alay edecek. Basit ve sığ görüşlerim kabul de görmeyecek. Fakat neden daha güzel ve refah bir hayat sürmek adına kendimi paralayayım ki.7 milyar insanın içinde farklı bir zerre olmak için cebimin şişkin, karnımın tok mu olması lazım. Çok derin konular bunlar 22 yaşında bir çocuk için belki de akla getirilmeyecek düşünceler; fakat insan evladı bu kadar farklı insanın ve düşüncenin arasında sıkışıp kalınca neye sığınacağını bilemiyor. İyi bir çocuk olursam belki bir gün Şirinler köyünü görebilirim hee ne dersiniz...

11 Şubat 2013 Pazartesi

Bir Parça Mutluluğa Adanmış Hayaller...

          Ne zaman Beşiktaş taraflarına işim düşse bütün günümü orada harcıyorum. Benim yaşayacağım, yaşlanacağım yer olmalı arkadaş oralar. Beşiktaş Meydanı'ndan bir dalacaksın o dar ve sessiz sokaklara...Dik yokuşlar, birbirinden uzun merdivenler hayatın zorluklarını simgeler gibi. Cıvıl cıvıl kalabalık meydandan birden kendinizi sessiz sakin bir mahallede bulabiliyorsunuz. Bir yanda Dolmabahçe,Kazan,Kabataş,Maçka diğer yanda Ortaköy'den Bebek sahili Arnavutköy...

          Bugün karış karış gezdim oraları. İlginç bir hayat; yanınızdan son model bilmem kaç bin liralık lüks araçlar geçiyor, içlerinde gülen, mutlu insanlar. Altındaki arabanın değeri belki bir ömür çalışsam kazanamayacağım para değerinde. Sonra yoluma devam ederken üzerinde Beşiktaş forması ile mahalle arasında top koşturan çocukları görüyorum. Gözlerinin içi gülüyor, topa vururken idolü olan futbolcunun adını haykırıyor. O dar sokaklardaki ahşap evlerin küçük balkonlarından insanlar birbirleri ile sohbet ediyorlar. Sıradan ve sade hayat, küçük hayaller ve mutlu insanlar...

            Şu hayatta hepimiz bir parça mutluluğu ararken heba olmuyor muyuz? Mutlu olmak için zenginliğe, lüks yaşantıya, her istediğimize sahip olmak mı gerekir ? Yoksa bir parça fakirlik, ufak şeylerden haz duymak ve iç huzuru bulmakta mutluluk getirmez mi... O fikri hür, vicdanı hür, kalbi temiz, elindeki ile yetinmesini bilen insanlar yok mu, işte o insanları gördükçe içim rahatlıyor. Demek ki bu dünyada hala mutluluğu para ile değil de haline şükretmekte bulanlar varmış diyorum. Küçücük bacasından duman çıkan evlerin gönlü zengin, kalbi temiz insanları.

             Bu güzel günü sonlandırmadan önce Beşiktaş Meydan'a çıkmadan solda ara sokakta karşılıklı iki kitabevi var Alkım ve Kabalcı Kitabevleri. Daldım Kabalcıdan içeri üç katlı koskocaman bir yer. İnsanın binlerce kitabın içerisinde kaybolası geliyor. Biliyorum belki bana kızanlarınız var, ulan anladık kitap okumayı seviyorsun yeter artık gözümüze gözümüze sokma dediğinizi duyabiliyorum. Ama şunu da anlamıyorum. Bana karizma katacak, statü kazandıracak bir şeyden bahsetmiyorum. Her sıradan insanın yapabileceği bir şey ve bunun için ilginç tepkilere maruz kalıyorum :)

             Ne bok var arkadaşım, bu kadar çok kitap okuduğunda müneccim mi oluyorsun veya ne bileyim cebine giren paranın büyük kısmını kitaba verince toplumda saygınlığın mı artıyor. Yok abi bir cacık olduğu yok. Sadece şu koskoca dünyadaki değersiz yaşantıma bir anlam katıyorum. Ucu bucağı olmayan alemlere dalıyorum, belki hiç göremeyeceğim yerleri görüyor, yaşayamayacağım duyguları yaşıyorum., olmayacağım insanların yerine koyuyorum kendimi. Ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorum hayatıma. Zengin olmak için insanların sırtına basmak veya fakir insanların ekmeğine göz koymak gibi bir derdim yok, lüks araçlara binip, pahalı restorantlarda yemek yedikten sonra, birbirinden güzel bayanların eğlendiği mekanlarda kendimden geçmek gibi bir düşüncem de yok. Hepsini hayal dünyamda yaşıyorum.

             Sanırım bugün akıl sağlığım yerindeyse, aza kanaat edip, basit hayallerden küçük şeylerden mutluluk duyabiliyorsam bunu zengin hayal dünyam ile fakir ve sıradan hayatıma borçluyum. Okuduğum her güzel kitap beni insanlardan biraz daha uzaklaştırıyor. Bundan da şikayetçi değilim, çevremdeki gereksiz ve kalabalık insan topluluğundan arınıyorum bu sayede.

               Kısacası azıcık aşım ağrısız başım. Bir de benim halimden anlayan bir kız çıkarsa karşıma işte o zaman ellerimle, hayallerimle işlediğim renkli dünyamın eksik parçası tamamlanmış olacak...Bu yazımı da sonlardırırken güzel bir özdeyiş ile sizlere veda ediyorum: "Az kork, çok umut et; az ye, çok çiğne; az homurdan, çok nefes al; az konuş, çok anlat; az nefret et, çok sev ve en güzel şeyler seninle olsun."

7 Şubat 2013 Perşembe

YANLIŞ DÜŞÜNCELERİM Mİ VAR?

               Sevgililer günü yaklaşıyor vitrin camları yılbaşından sonra yeniden süslenmeye başladı. O güne özel aktiviteler, organizasyon hazırlıkları planlandı. Herkes o günü kendisi ve sevdiği insan için farklı olmasını istiyor ve buna göre hazırlık yapıyor. Kızlar şimdiden hediyelerini almış o günü sabırsızlıkla beklerken; biz erkekler daha ne alacağımıza karar verememişken bir de özel bir mekan bulmak ve özel bir gece yaşatmanın telaşına girmişiz. Tabi bunları söylerken yanlış anlaşılmasın ben her zaman olduğu gibi bu özel günü yalnız,kafası rahat belki de biraz kıskanç birisi olarak geçireceğim. Ama olsun halimden memnunum.

                 Kafama takılan her konu hakkında düşünmüşümdür. Hatta bu aşırı düşünce hali saçlarıma erken yaşta aklar düşmesine sebep olmuştur. Ama bugüne kadar bir kız için özel bir insan olma şerefine nail olamadım. Heralde böyle bir şey olsaydı bırakın saçlarımın beyazlamasını, beyazlayacak saçım bile olmazdı kafamda. Bunun tek sebebi gereğinden fazla makul bir adam olmam.

                  İlginç bir mantık yürütüyorum paylaşmadan edemeyeceğim. Ben maddiyata önem veren bir insan değilim ama beraber yaşayacağım insana iyi bir hayat sunmak isterim. Çünkü benim rahatlığıma o sahip olmaya bilir. Bir tas çorba, bir kuru ekmeği paylaşırım diyen bir insan evladı varsa eğer lütfen bana ulaşsın; o kızı dünyanın en mutlu kızı yapacağıma dair bir garanti verebilirim ama olmadığı için en başa dönüyorum. 28-29 yaşıma kadar hayatımı bir düzene oturtup, belli bir birikim yapmak istiyorum. Bunun sözü,nişanı,düğünü,balayısı,alışverişi,ev döşemesi vesairesi var. Bugün her kız bu güzel şeyleri yaşamayı hak ediyor. Eee bu kadar şey hazıra dayanmaz. Sadece maddi birikim değil entellektüel bir birikim de lazım. Peki bu entellektüel birikim bir kıza aşık iken yapılabilir mi? Yapan da var ama geneli aptal aşık modunda olduğu için beceremiyor tabiri caizse ben de bir kıza aşık olup gemileri yakarım diye korktuğumdan pek yanaşmıyorum bu konulara. Şimdi bir kız ile ilişkiye başlasam 6 yıl flört edebilir miyim orası bile meçhul.

                 İnsanlar artık daha evlenmeden karı koca hayatı yaşıyor. Günün büyük bir bölümünü beraber geçiriyorlar, alışverişe beraber gidiyorlar, akşamları birbirlerine haber vermeden bakkala bile gitmiyorlar, evli bir çiftin yaşayacağı her şeyi henüz evlenmeden yaşıyorlar. Buna cinsellik de dahil. Ve sonrası o kadar yıldan sonra formalite icabı nikah memurunun önünde imza attıktan sonra bazı şeylerin farkına varıyorlar. Aslında evliliğin onlar için bir anlam ifade etmediğini anlıyorlar. Çünkü evlenmeden önce de aynı hayatı yaşıyorlardı.

                Ben sıkıcı bir insanım arkadaş akşamları kitap okur, çay içerim. Beraber yaşayacağım insanla sohbet etmek isterim. Yani beraber olacağım insan gözüme baktığında kalbimden geçeni anlamalı. Aynı dilden konuşmalı benimle. Belki de farklı düşündüğümden dolayıdır ki yalnızlık bana daha cazip geliyor.

                  Biraz daha ileriye gideyim insanlar bana bu devirde evlenmiş olmak için evleniyor gibi geliyor. Sinemaya, alışverişe yalnız gitmemek için, geceleri soğuk yatağı ısıtmak için, mutlu ve güzel anlarında yalnız olmamak için evleniyorlar. Yani hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde lafı var ya...İşte insanlar sadece sağlıkta ve iyi günde beraber olmanın peşine düşmüş...Belki yanlış düşünüyorum veya eksik düşünüyorum hatta hüsnü kuruntu da yapıyor olabilirim. Bilmiyorum nasıl bir arkadaş,eş veya bir baba olacağım. Bunları düşünmek için erken olabilir ama ufaktan kendimizi hazırlasak iyi olur. Hiç ummadığımız bir anda karşımıza çıkabilir o insan evladı...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Çelişkiler...

             Zamanın insana neler getireceği gerçekten hiç belli olmuyor. Üniversiteye başlarken farklı hayallerim vardı, üniversiteye giderken hayallerim iyiden iyiye şekillendi ve biterken onları gerçekleştirme arzusu ile yanıp tutuşan bir insandım. Bu durum öyle bir hal aldı ki; kendime daha iyi bir gelecek hazırlamak adına birçok şeyden feragat ettim. Her insana güvenmedim, sıkıntılarımı içime attım ve zorda kalmadıkça kimse ile paylaşmadım. Her zaman pozitif görünmek için çabaladım, başardım da bunu.

             Şimdi geçen 4,5 yılın muhasebesini yapıyorum da acaba olmam gereken noktada mıyım ? Galiba değilim. Tek gayem mutlu olmaktı. Kimseye muhtaç olmadan, kendi başıma bile huzur içinde olacağım bir ortam yaratmaktı. Kahretsin ki bazı özelliklerim babama çekmiş. Anı yaşamanın keyfini bilemiyorum. Cebime para girdiğinde umarsızca harcamak varken, bir kızla amaçsız bir şekilde hoş saatler geçirmek varken, kendimi tatmin edip insanlara birkaç fotoğraf paylaşmak için yurtdışını gezmek varken ben ne yaptım. İçimde sakladığım kabına sığmayan çocuğu dizginleyip, mutluluğu yaşadığım anda değil de gelecekte aradım. Galiba bu söz şu ana kadar yaşadıklarımı özetliyor: "Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu, insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır."

               Yıllarca okuyoruz halimizden şikayet ederek. Bir an önce özgür olmanın, zincirlerimizden kurtulmanın yollarını arıyoruz. 15-16 yıllık tahsil hayatından sonra birileri zincirlerinizi bırakıyor ve başıboş köpekler gibi piyasaya atılıyoruz. Merhametin, acımanın olmadığı rekabetin hat safhalara ulaştığı bir ortamda varlığınmzı kabul ettirmeye çalışıyoruz. İşte o zaman anlıyoruz ki; o güne kadar aslında sahip olduğumuz zincirler zaten bizim elimizdeydi, şimdi ise patronlarımızın.

               Para kazandıkça daha önemli bir insan olduğunuzu zannediyorsunuz. Çünkü toplumda kazandığınız para, yaptığınız iş ve giydiğiniz kıyafet ile kabul  görüyorsunuz. Zaman zaman bende kaptırıyorum kendimi bu düşünceye. Daha çok çalışıp takdir toplamak istiyorum, başarı basamaklarını koşarak çıkmak, zengin ve rahat bir hayat kurmak istiyorum. İşte o zaman taşa takılıp tökezliyorum. Çünkü para bir araç olmaktan çıkıp amaç haline geliyor. İnsanlar yükselmek için birbirinin sırtına basmaktan çekinmiyor, bir zamanlar sırtına yaslandığınız insanlara artık yolda görünce selam bile vermeyecek duruma geliyorsunuz.

               Rahatlayacağımı düşündüğüm anda kendimi daha sıkıntılı bir süreç içerisinde buldum. Düşünmek ile olmuyor artık zamana bırakıyorum. Bakalım ilerleyen günler neler gösterir, neler getirir...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...