30 Ağustos 2014 Cumartesi

Karamsar Kumarbaz

        Sabahın ilk ışıkları odanızın camından içeri süzülürken bir çalar saat sesi ile açarsınız gözlerinizi sessiz odanızın bembeyaz tavanına. Bazen nerede olduğunuzun farkına varamazsınız, bazen de görmüş olduğunuz rüyadan uyanmak istemediğinizden içinizde acı bir burukluk olur. Çünkü yataktan kalktığınızda hayatın acı gerçeğini yüzünüze buz gibi bir su gibi çarpmak zorunda kalırsınız.

          Hayatın her anından zevk alabilen insanlara gıpta ile bakıyorum. Kurtuluşa ermiş ender insanlardan. Çünkü öyle bir devirde yaşıyoruz ki egomuz sıradan bir insanın bedeni ile süper bir kahraman karakteri arasında sıkışıp kalmış. Bunaldığınız anlarda gömleği sıyırıp içinizden bir süperman çıkmasını bekliyorsunuz ama nafile. Anca gömleğin ütüsü bozulur. İşte tam demek istediğim noktadayım şu an belki de. Kimim ben, ne istiyorum, mutlu olmayı denemek yerine kolaya kaçıp neden karamsar oluyorum. Bir hedef koymak yerine kaçan fırsatların arkasından vah çekmek, biraz kendimi teselli edip sonrasında yoluma devam etmek olmuş hayatım.

            Çok katlı plazaların üst katlarında paranın hesabını yapmayan adam mı olmak yoksa her an bu dünyadan göç edecekmiş gibi huzurlu ve sakin yaşayan adam mı olmak! Her gün bu gelgitleri yaşayarak başlayan günün sonu kendimi yatağa atarak son buluyor. Bir bir kopartıyorum takvim yapraklarını, bir gün daha bitti diyerek giriyorum evden içeri. Artık sabahları yüzümü yıkarken aynada kendime bakma gereği bile duymuyorum. Çünkü aynadaki yüze olan inancımı ne zaman kaybettim bilmiyorum. Bazen bir tercihim olsa heralde kolaya kaçıp bu gereksiz hayatıma son verirdim diyorum. Belki bir yerlerde bu hayatı benden daha çok isteyen ve hak eden birileri vardır. Sanki kendimi onların sırasına kaynak yapmış gibi hissediyorum. Ne olduğum yeri benimseyebildim ne de olmayacak hayallerime üzüldüm.

            Arada nabzımı yokluyorum gerçekten yaşıyor muyum diye? Neden bu kadar tepkisizim. Sahip olduklarım için deliler gibi koşup, sevinçten taklalar atsam belki yeridir. Veya mutluluğun para ile satın alındığı, bulutların üstünde yaşayanların yanına yaklaşılamadığı bir dünyada yaşadığım için isyan edip haykırmalı, küfretmeliyim. Hiç birini yapmıyorum.

            Sanırım vasat bir jokeyin bindiği sıradan bir yarış atıyım. Start verildi ve koşu başladı. Hayatımın ilk 24 yıllık düzlüğü geride kalırken, ne çok gerilerde kaldım ne de süratimle rakiplerimle olan mesafeyi açtım. Bir ümit bekliyoruz belki bir gün birileri üzerimize sürpriz bir kupon yapar da mutluluğu çeyreklik yapıp harcarız...

17 Ağustos 2014 Pazar

Bir İstanbul Masalı

        Yedi tepeli İstanbul sardın dört tarafımı ne senden geçebildim ne de senden vazgeçebildim. Herkesin yaşamaya değer bir masalı vardır bu şehirde. Kimileri bir bavul ile geldiği bu şehirde zenginliğe yelken açtı, kimileri karun olduğu bu şehirde kimsesizler mezarlığında toprak oldu. Ama ne olursa olsun hep bağrına bastı İstanbul misafirlerini.

        Masallar ile kaybedecek vaktim yok demeyin. Hangi insan mutsuz olmak ister ki; gerçeği görmek için aynaya bakmaya gerek yok. Geçmişte insanın aynası değil midir? Bu şehirin kasvetli bir havası vardır başınızı eğdiğinizde. Çünkü sizin gibi milyonlarcasının hayallerini gömmüştür boğazın serin sularına. Hangimiz Üsküdar sahilinde bir banka oturup Kız kulesinin eşsiz manzarasında gerçek aşkı hayal etmedik. İlk buluşmanın dönüşünde minibüste aynı anda parayı uzatıp buradan iki kişi alır mısınız demedik? Bazen araya mesafeler girdi boğazın bir yakasında siz, diğer yakasında o. Beklermişcesine el salladık karşıya, hep mi gidenleri bekledik yoksa gidenler bizi hiç mi aramadı.

         Karamsar olduğum her anda gökyüzüne baktım. Bu şehirin bana vereceği bir şey olmalıydı bağrında. Bir yaz yağmuru olsa da yağsa başımdan aşağıya, bir kar tanesi olsa da konsa dilimin ucuna. Her gün işten eve geldiğimde bir kenara fırlatarak bıraktığım ceketimin arkasından bir gün daha bitti demekten ne zaman vazgeçeceğim. Bir beklenti yaratır bu şehir insanın benliğinde. Kapılırsınız eşsiz manzasında büyüsüne. En büyük benim dersiniz bazen haykırarak Ortaköy sahilinden, bazen de seviyorum diye yankılanır Aşiyan tepesi. Eli cebinde inerken Nakkaştepe'den Kuzguncuğa doğru film şeridi gibi geçer ömrünüz gözlerinizin önünden. İşte o zaman derin bir nefes alıp yeniden başlama cesareti gelir insanın yüreğine. Bembeyaz bir sayfa, yaşanacak onlarca anı, paylaşılacak sevda sözleri...

             Bir İstanbul masalında buluşalım bu gece, 
             Sen boğazın incisi Kız Kulesi ol,
             Ben yarımadanın prensi Galata
             Serin sular şahidi olsun tüm yaşananların
             Haber salsınlar Yedi tepeli İstanbul dört bir köşesine
             Sevmekten korkmuyor artık bu iki yaralı yürek...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Carpe Diem'in Peşinde...

      Bu yazımı bize gülmenin sadece bir eylem değil hayatın tüm sıkıcılığına ve zorluklarına göğüs germenin bir aracı olduğunu öğreten Robin Williams'a ve etramızda dönen dünyanın kölesi değil kendi dünyamızın efendisi olmanın değerini gösteren Jack London'a ithaf ediyorum.

       Kaç kez Carpe-Diem'i yakalamaya çalışırken paçanızdan tutulup çekildiniz. Hayatımızın her döneminde acaba bunu yaparsam ne düşünürler diye anın tadını çıkarmaktan kendimizi alıkoyduk. Çok kez bir hedef koyduk ama peşinden koşmayı unuttuk. Kaç kez sokağa çıkıp ben ilgi görmek istiyorum, sevilmek istiyorum demek yerine dört duvarla çevrili bir odada kendimizi beyaz tavana bakarak hayal kurarken bulduk. Kendi  oyunumuzda bile başrolu alacak güveni göremedik kendimizde.

        İnsanları memnun etmeye çalışmaktan sıkıldım.  Genç yaşımda kendimi memnun etmek için yaşamanın farkına vardım fakat bu kolay olmadı. Size yatırım yapan ebeveynleriniz, bir baltaya sap olup olamayacağınızı merak eden sosyal çevreniz ve hayat ellerinizin arasında hızla akıp giderken bir çiçek gibi solan gençliğiniz sizi her zaman bir adım ileriye atarken düşündürdü. Mezuniyet diplomasını alır almaz start verildi ve koşu başladı. Beyaz gömlek, koyu renkli kravat ve rugan ayakkabılarla kalabalık şehrin hayat mücadelesinin içinde bulduk kendimizi. Tüm ay deli gibi çalışıp, bitmek bilmeyen hedefleri gerçekleştirmenin stresi ile boğuştuk. Kuş kadar primlerle motive olup, patronların egosunu tatmin ettik. Ay sonu geldiğinde koşarak gittiğimiz bankanın atm'sinde 15 dakikalık bir hazla tatmin olduk. Hani evinin nafakasını aksaraydaki pavyonlarda bir gecede yiyen perişan aile babaları var ya aslında bizim onlardan bir farkımız var mı?

        Bir salak gibi göründüğümün farkındayım. Hiçbir zaman babama hayallerimi ve ideallerimi anlatamadım, anlatamayacağım da. Çünkü babam yıllar önce kendisi için nefes almaktan vazgeçmiş. Bir kitabın verdiği  hazzı bulamadım insanların ödedikleri hesapla mutlu olmaya çalıştığı kafelerde. Hayatın adil olmadığını söyleyerek şikayetçi olmak istemiyorum. Bir restauranta gittiğimde kapıdaki valeye bahşiş olarak bir 50'lik değil de sıcak bir gülümseme vermek isterdim fakat anlar mıydı ki değerini. Farkına varmak lazım şunun; hepimiz dünya kârhanesinin müdavimleriyiz. Kimimiz hayatımızı işverenlerin altına yatarak kazanıyor, kimimiz ihtiyaç sahiplerini altımıza alarak. Ve fısıltı ile çıkan bir cümle suratımıza çarpıyor. "Tecavüz kaçınılmazsa sevişmekten zevk almaya çalış." Yani şu an yaptığımız gibi.

        Bir günü daha önemsiz biri olmanın hafifliği, gerçekleşmeyen hayallerin burukluğu, ciğeri beş para etmez insanların parayla satın olduğu mutluluğu izleyerek geride bırakıyorum. S.ktir et deme lüksüm var mı bilmem ama gönlümü ferah tutmaya çalışıyorum. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursam bu gece rüyamda şirinleri bile görebilirim...
   

7 Ağustos 2014 Perşembe

Çay Kaşığıyla Gelen Mutluluk...

          İstanbul'un keşfedilmemiş yerlerinden birinde; kitapların özgür bıraktığı bir düşünce aleminde hayallerin gerçek, sevginin karşılıksız, arkadaşlığın paha biçilmez  olduğu bir yerdeyim. Ağaçların saygıdan eğildiği dik bir yokuştan sahile doğru ilerliyorum, elimde her zaman olduğu gibi en yakın arkadaşım, bir cebimde hayallerim diğerinde ise hayatın gerçekleri...

           Her sabah gördüğüm insanlar almışlar yine yerlerini. Küçük kızı ile şehrin kurtarılmış birkaç yeşil alanında yarınlara umutla bakan bir anne. Gözünde güneş gözlükleri, kulağında kulaklık her zamanki gibi zarafeti ile kendine hayranlıkla baktıran kariyer sahibi genç kız geçiyor koşarak yanımdam. Ayasofya manzaralı banktaki yerimi aldım, yaslandım arkama. Kahvaltı için henüz erken, menü zaten belli bir parça simit, üçgen peynir ve bir bardak sıcak çay. İstanbul'un tadına varmak bu kadar kolay ve ucuzken, zengin olma kaygısı ve İstanbul'un parsellenmiş köşelerinde yer sahibi olmak için kendini paralamak niye?

            Çıkmak istemiyorum dışarı, arkadaş meclisi tat vermiyor artık eskisi gibi. Kalabalık nüfuslu İstanbul'un gündemi de kalabalık. İnsanlar her geçen gün yeni dertler, yeni uğraşlar, yeni hedefler belirliyor kendilerine. Kederi de derdi de meze yapıyorlar rakı sofrasına, gerçekleşen hedeflerin hepsi biraraya toplanıp kutlama yapmanın aracı olmuş. Ve bir bakmışın bir ömür kısır bir döngünün içinde kendini avutarak geçmiş.

           Dışlanmış hissediyorum bu toplumun içerisinde kendimi. Her akşam bir araya gelen insanlar sanki mutluymuş taklidi yapıyor. En güzel kızlarla beraber olan arkadaşlarım, elindekinin kıymetini bilmek yerine onlara okunmuş bir gazete muamelesi yapmaktan çekinmiyorlar. Herkesin farklı olduğunu düşündüğü ama aslında aynı olduğu bir yerde, ben yıllardır kendim olabilmenin mücadelesini veriyorum. Lanet olsun dostum; şans senin yanında olabilir veya hak etmesen de sana değer veren bir sevgilin de olabilir. Mutluluğu ve saadeti kredi kartına taksitle de almış olabilirsin. Kıskandığımı falan düşünmeyin. Bu devran böyle gelmiş böyle gidecek. Fakat hayat denilen bu amansız mücadelede biz ne zaman süre alacağız, birileri bizi ne zaman keşfedecek. Büyük kupada gözümüz yok, teselli madalyası da alsak yeter.

            Kimseye muhtaç olmadan yaşamak, karşılık beklemeden sevmek ve sevilmek, kendi tahtına oturmak için başkalarının bahtını ezmemek...Tencerede gözümüz yok, çay kaşığıyla kenarında tırtıklasak bize yeter!


             

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...