24 Temmuz 2014 Perşembe

Mağdur Edebiyatı

           Biz erkeklerin hayatında 4 önemli evre vardır. İlk evre sünnet ile başlar ve erkekliğe adım atarsınız. Sonraki evre de üniversiteyi bitirir ve sizin için harcanan emekleri boşa çıkarmadığınızı gösterirsiniz. 3. evre artık kendi ayaklarınızın üstünde durursunuz yani bu adam olduğunuzun göstergesidir. Artık kimseye muhtaç olmadığınıza göre kendi yuvanızı kurup çoluk çocuğa karışma vaktiniz gelmiş demektir. Yani evinin erkeği çocuklarının babası olmak...

             Askerden geldiğim akşam teyzem söyledi bunları bana. Çok düşündüm, ne zaman geldik bu duruma diye.  Şunu farkettim ki askere gidene kadar hep mağdur rolü yapmışım. Hangimiz yapmadık ki? Mağdur olmak demek, asla özür dilemek zorunda kalmamak demektir. Mağdurlar sorumlu değildirler, çünkü her zaman suçlayacak birilerini bulurlar. Çocuk iken kaçımızın hayalleri yoktu. Bir futbol topunun peşinden yıllarca koştuğumu hatırlıyorum. Suçu hep başkalarında aradım, halbuki çevremde keşfedilemeyen onlarca gizli yetenek varken. Üniversiteden mezun olduktan sonra girdiğim onlarca mülakatlarda hep sonuna kadar dolduramadığım iş başvuru formlarından nefret ettim. Arayan insan değil, aranan insan olmak nasıl bir şeydi acaba.

              Bahane üretmek için onlarca sebebim vardı. Yüzümüz her zaman gülümsüyordu ama aklımızın odaları karamsar düşüncelerle doluydu hep. Halbuki hayat daha ne kadar kötü olabilir ki! Düşüncelerimiz yüzünden onlarca yıl hapis yatmadık, cezaevinde işkence görmedik, ekmek almaya giderken canımızı almadılar, çocukların tek kurşunla sonsuzluğa uğurlandığı bir savaşın ortasında kalmadık. Peki neydi bizim buhranımız? Şöhretini yitirdikten sonra gündemde kalmak için Survivor'a katılmak zorunda olmamız mı? İphone'un son sürümünü almak için saatlerce sırada beklemek zorunda olmamız mı? Bankadan çektiğimiz kredi ile evlenip düğünümüzde hiç sahip olamayacağımız son model arabayı süsleyip dünya evine girmek mi?

            Eski nesiller Amerika'yı keşfetti, Everest Dağı'na tırmandı, Güney Amerika'daki yağmur ormanlarına daldı, Güney Kutbu'na gitti, yetmedi Ay'a çıktılar. Biz ne yaptık. Ailelerimizin dişinden tırnağından arttırdığı para ile bir dershaneye kayıt olup evimizden kilometrelerce ötede okumak için evimizden ayrıldık. Geri döndüğümüzde elimizde rulo yapılmış bir diploma, boşa geçirilmiş yıllar, çabuk vazgeçilmiş hayaller ve sızlanmakla geçen bir ömür. O yüzden şundan vazgeçsek iyi olur. Mağdur falan değiliz, sızlanmayı bırakalım... 

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hayallerin Ötesinde, Yaşamın Kıyısında...

          Bu hayatta bazı şeylerin karşılığı olmamalı diye düşünüyorum. Karşılıksız sevgi gibi klişeleşmiş bir söz kullanmayacağım. Ama bedel ödemekten sıkılmadık mı? Biz sıradan insanlar gazetelerin 3.sayfalarındaki entrika haberleri olmaktan ne zaman kurtulacağız. Her gün gözümüze sokulan hayatlar, küçük kaçamaklar, yasak aşklar, kolay edilen şöhret ve parayla gelen saadet.

           Kendi hayatını yaşamana izin yok. Bizim gibilerin iki dünyası var. İlkinde başkaların hayatında sadece bir nesneyiz. Yapmak zorunda olduğumuz işi yapıyor, onlardan arta kalanlara şükrediyoruz. Anlamı olmayan bir iktidar mücadelesinde gençliğini ve hayallerini satan bir avuç lejyoneriz. Diğer dünya ise sadece bize ait. Orada insanlar başarıya ve servete aç değil, muhtaç olduğu biraz sevgi, bir parça mutluluk...

             Sıkıntı aramaya gerek yok, en büyük buhran biziz. Eşlerimiz tarafından her gün aldatılıyoruz. Genelde akşam yemeğinden sonra televizyonun başında basıyoruz onları sahte aşkları ile. Ya biz; doğru kadını ararken kaç yaralı kalbi kırık kalpler durağında bıraktık. Adil olmayan bir oyunda herkes kendi kurallarına göre hayatta kalmaya çalışıyor. Tabi buna yaşamak denirse.

            Hep bir arayışın içindeyiz. Halbuki sahip olduklarımızı yastık altına koymaktan vazgeçsek, kimse kimsenin sırtına basıp yükselmek zorunda kalmayacak. Aslında çok da bir şey istemiyoruz. Uçurtmaların yüksek binaların gölgesine takılmadığı, topumuzun araba tekerinin altında kalmadığı, şekerin ve çikolatanın paylaştıkça çoğaldığı bir çocukluk istiyoruz. Ergenlik sivilcelerinden yeni yeni kurtulmaya başlarken girdiğimiz maraton gibi sınavlarda başarının değil bir gencin hayallerinin önemli olduğu, çalışmanın angarya değil, bir değer yaratma olduğu bir hayat istiyoruz.

             Ve en nihayetinde insan, ömrünün sonbaharında bir hazan güneşi ile uyandığı yatağında ölümü beklerken gülümsemek ister ölüm meleğine. Yolculuk buraya kadarmış, geriye kalan beyaz bir kağıda karalanmış nasihat: " Ömrün boyunca bir şeylere sahip olmanın peşinde koşacaksan bir kez daha düşün. Üzüntünde ağlayacağın bir omuz, sevincinde sarılacağın dostlar edin. Dostluk dediğin çelikten bir kasaya değil, etden bir kalbe ihtiyaç duyar. "

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...