29 Mart 2015 Pazar

Tanrı'nın Unutulmuş Çocukları...

         Otobüs tıklım tıklım her zaman ki gibi, kuytu bir köşede burnumu cama yaslamış manzarayı seyre dalmışım. Çengelköy sahili insan seli, bense yolunu kaybetmiş avare. Sıcak sahlebin müptelası olmuşum, hafiften rüzgar esiyor, masanın üzerinde karalamak için kağıt kalem bir de kitabım. Derin derin düşünüyorum...

           Küçük bir çocuğun yüreğine sahip olamayan insanlar tarafından yönetildiğimiz bu ülkede bizim için ne iyi ne kötü hala belirsiz. Herşeyin pahalı fakat bir tek insan hayatının ucuz olduğu ülkemde hayallerimizi bağlayıp uçurduğumuz uçurtmamız tellere takılmış. Bir kamyonetin üzerinde başlayan siyasi hayat saraylarda sürerken , sıradan vatandaşın yırtık gömleğinde değişen tek şey yama yapılmış bir kaç yırtık.

            Afrikalı zenciler kadar cinselliğe açız, onların ki yiyecek yemek bulamamaktan ; bizimkisi insan eti daha ucuz olduğundan. Her gün sokaklarda ölen kadınların görüntüleri kamu spotu olarak ekranlarda, sahte mutluluk ve kolay edinilmiş zenginliklerse 7/24 yayında. Ve bu kadar saçmalığın içinde yağan yağmur sonrası çıkan bir anlık gökkuşağına hasret bizler. Kariyer illeti damarlarımıza kadar işlemiş , bizi ayakta tutan serum ay sonu maaşımız , bol bonuslu kredi kartımız. Her hayalin sonu kolay yoldan zengin olmakla biterken , bu ülkede bizi güzel günlerin beklediği tabi ki şüpheli...

             Film değil gerçek. İyilerin cenazelerinin sessizce gömüldüğü , sosyete cenazesinde adım atacak yerin olmadığı ülkemde. Çocuğunuza iyi insan olmayı öğütlerken neyi kastetdiğinize dikkat edin. Ailecek akşamları izlenen dizilerin senaryoları hala aynı , değişen figüranlar. Eski samimiyet yok, ama kazanılan para çok. Geceleri Osmanlı torunu olarak girdiğimiz yatağımıza rüyalarımızda cenkten cenge koşuyoruz. At sırtında kilometreleri aşan bizler , uyanınca İstanbul trafiğinde Avrupa'dan Asya'ya araba ile geçemezken alkışlar Engin Altan Düzyatan'a....

              Sonra aşk'a gelelim biraz. Yok be üstadım, ağır ağır sigarasını içerken ciğerlerinde hissedeceğin sevdalar kalmadı artık. Rakı sofrasında kırık kalbi teselli etmek için değil , dansözün göğsüne üç kuruş paramızı sıkıştırmak için bir araya geliyoruz. Sevgi neydi, sevgi emekti. Bugün kolay elde edilen sevdaların , kazancı tek gecelik. Oysa bembeyaz duvağın arkasındaki o masum yüzlü, hani o sevdiğine utanarak biraz da mahçup şekilde bakan gelinler var ya.İşte onları namus cinayetlerine kurban verdik ya geriye kalan bize Justin'in aşkını bileğine dövme yapmış kızlar...

              Şimdi bize karamsar olma diyorsunuz...Uğruna sarhoş olunacak sevdalarımızı aldınız, sevdiğimiz diziler reyting kurbanı. Evlilik hayallerimiz kiralık ev bulamadığımızdan yarım kalmış. Asgari ücrete değinmiyorum bile. Bir paket sigaraya verilen para ile kitaba verilen parayı mukayese edenlerin dünyasında çal keke çal...Ama helalinden olsun. İlle de Tayyip olsun, ister Gürcü olsun. O da Allah kuludur. Her kim olursa olsun. Hazır seçimlere az kalmış siyasi mesaj vermeden de olmazdı sayın okuyanlar.

                Karamsarlık üzerine yazılacak şey çok , mutluluk Almanya'dan gurbetçi akrabalarımızın getirdiği çikolata gibi, kırk yılda bir işte. Hal böyle olunca kağıda kaleme bile gelmeyen güzellikler yine düşüncelerde kaldı. Belki bir gün baştan sona gülücükler saçan satırlar yazarım , uğruna şiirler sayıklatacağım sevdalarım olur. Sıcak sohbetinizde teselli ararım belki he ne dersiniz. O zaman üstadım son sözlerimizi bırakırken şuracığa oradan bize sek bir Nazım ver:

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
Öylece gibi de görünüyor,
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani.





14 Mart 2015 Cumartesi

Mutluluk Kavgası...

        Sloganlarla iniyoruz Kazlıçeşme yokuşunu sıkı sıkı tutuyorum babamın elini. Mehmet amca geçiyor yanımızdan omzunda oğlu. Arkadan mahallenin bıçkın delikanlıları şarkı söyleyerek , gülerek devam ediyorlar. Stad tıklım tıklım yaşlılar çekirdek çıtlıyor , biz hep bir ağızdan bağırıyoruz. Bugünlerde o stadı kaderine terk ettik. Mahalle aralarında anons yapılmıyor. Maç günü satılan o enfes gevrek simitler yok. 25 kuruşa aldığımız kağıt helvada...

          Okuldan koşarak geliyorum eve , daha milenyum çağına geçmedik. Annemizin dizinin dibinde Rosalinda seyrediyoruz. Ah yok mu o Fernando Jose ilik gibi kıza ne acılar çektirdi. Ama neyse ki Meksikalılarda bizim gibi mutlu son müptelası olduğundan mercimeği fırına, çocuğu da kucağa verdik. Pembe dizi tadındaki hayatım Annemin kafama kitap vurması ile değişti. Kim derdi bir Şeker Portakalı ile başlayan hevesin yerini 1000'i aşkın kitapla dolu rafların alacağını.

           Sakallarım yeni yeni çıkıyor, ayna karşısında tek tek sayıyorum. Ergenlik sivilcelerim , çenemdeki tüylerden daha fazla o zaman. Traş olmak yerine , onları kurculamayı yeğliyorum. Hayat akışına bırakılacak kadar saf ve temiz o günlerde. Hayaller cepte harçlık , nasihatler kulağımıza küpe olmuş. Kızlı erkekli hatalarımızdan keyif alıyoruz, daha ders çıkaracak yaşlarda değiliz çünkü. Bizi hayallerimize yaklaştıran puan sistemi , arkadaşlarımızdan ayrı düşürdü. Mesafeler uzayınca eski samimiyette kalmadı ya. İşte yavaş yavaş boka sarmaya başladı hayat.


             Yine bir gün amfideyim. Amaçsız yüzlerce insan, mesaisini doldurmaya gelmiş bir hoca. Sürpriz yapar mı acaba sınavda derken , bir de ne olsun. O çok korktuğumuz 2 vize bir finalli haftalar aslında şemsiyenin sapıymış. Diploma aldıktan sonra açılınca anladık :)

              Vatan sana canım feda, Her Türk asker doğar , Türk övün çalış güven....Ayaklarımın tabanları şişti uygun adım yürümekten.  Allahım nasıl geldim buraya demeye kalmadan içtima alanında hazır oldayım. Tok bir sesle sağol , Piyade Onbaşı Murat Koçhan emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım. Kamuflaj her ne kadar yakışmasa da , mantığı aradığım onca günler aslında kapıdan içeri girerken nizamiyede bıraktığımı hatırlayamasam da güzeldi o günler.  Bir bardak sıcak çay ile 3 kişi bir araya gelip çekirdek eşliğinde hayallerimizi konuştuğumuz günler ne kadar çabuk geçti. Her akşam gecenin ışıkları Tokat'ı aydınlatırken aklıma ailem , dostlarım gelirdi. Bensiz içtikleri çayın tadı aynı mıydı acaba?

               Ve şimdi her akşam mesai bitimi sonrası derin bir oh çekerek tutuyorum evin yolunu. Kurbanlık koyun gibi metroya girerken , dert etmiyorum bazı şeyleri. Hepimiz kader kurbanları değil miyiz ne de olsa. Ben hayal kurmaya devam ediyorum. Birkaç yıla kendim gibi bir kader kurbanı bulursam takıvereceğim halkayı parmağına. Gel aynı yastıkta ortak hayallerimiz olsun diyeceğim. Birden değil yavaş yavaş olsun her şey. Paranın değil , birlikteliğin getirdiği mutluluğu yaşayalım. Çocuk yapmak için çok geçe kalmayalım. İtiraf edeyim, geceleri çocuk ağlarsa sen kalkar bakarsın ama korkma uykusuzluktan düşeceğin zaman benim omzum var. Düşünmeden yaslana bilirsin diyeceğim. Yalnız başıma tadına vardığım herşeyi bir aile olarak yapacağız. Eminim sevdiğim kadında benim gibi Üsküdar'ın manzarasında huzur , havasında saadeti bulacaktır.

                 Hayalini kurduğum hayatın ayağıma geleceğini düşünüyordum. Bir tesadüfle hayatımın aşkını bulmayı bekledim. Sayısal lotoda yıllardır oynadığım aynı rakamlarla en fazla 4'ü tutturdum.  Sanırım mutluluk bizim köşede bakkalda da satılmıyor. O zaman ne yapalım beklemeye devam mı edelim. Yoksa tabana kuvvet ; hayallerin ,  mutluluğun ve aşkın peşinden mi koşalım...

1 Mart 2015 Pazar

Denizde Kum , Bizde Hayaller

         Geçmişe özlem ne güzel bir şeymiş arkadaş şimdi daha iyi anlıyorum. Sıkılıp, kaçmak istediğim her anda yüzümü çevirebileceğim, güneşi görebileceğim bir yer var çünkü. Her sabah kravatı ilmek gibi bağlarken sıkı sıkıya boğazıma, ne de güzel yaşlanıyorum onu farkettim. Yavaş yavaş aklar düşüyor saçlarıma, sık olan taraftan seyrek olan tarafa doğru tarıyorum. Aynı yolu yürürken tanıdık yüzlere rast geliyorum, her gün aynı saatte randevulaşmış gibi yoklama yapıyorum metro istasyonunda.

            Belki diyorum bu mutsuzluk yaşamayı bilmediğimden değil , haksızlığa ses çıkaramadığımdan veya hayallerimin peşinden koşacak gücüm olmadığındandır. Bir kızın karşısına oturup gözlerinin içine derin derin dalmak ister bazen yüreğim. Hani vardır ya argo bir tabir. " Söz vermek göt vermeye benzemez" diye. İşte götüm yemediğindendir yalnızlığım...Can Yücel'in Datça'sı varsa benim de Üsküdar'ım var derim, alırım başımı giderim arada sırada. Kışın sıcak bir sahlepe, yazın ciğerlerimi dolduran deniz havasına müptelayım.

            En zoru nedir biliyor musunuz? Hayatı anlamadan  ve bir şeyleri anlatamadan yaşamak, tüm iyi niyetinize rağmen anlaşılamadan ölmek. 18 yaşında elimde iki bavulla memleketim diye bildiğim , ama hiç gitmeye tenezzül etmediğim bir yerde yalnız başıma kaldığımda öğrenmeye başladım hayatı. Evlilik gözümde epey uzaklarda. Okuduğum kitaplardaki gibi olmadığını adım gibi biliyorum. Balayı sonrası alışveriş sırasında buluyorsunuz kendinizi. Kasiyer dıt dıt geçiriyor; siz sırada gülümserken. Ay sonu kol gibi gelen faturaya, " bu nedir mına koyim fabrikamı işletiyoruz" diye tepki verince anlıyorsunuz zamanla hayatın boka sardığını. Külkedisi masalı bittiğinde kabak tadı veriyor çünkü evlilik.

             Açız diye bağırıyor televizyondaki insanlar. Ne bok yemeye gittilerse kilometrelerce uzaktaki adaya. Açın halinden anlamak için uzaklara gitmeye ne gerek vardı, devletin verdiği asgari ücret en büyük survivor değil mi bu ülkede. Nerden sardılar şu kariyer denen illeti başımıza. Damardan veriyorlar illeti vücudumuza, hükmediyor beynimize. Aza kanaat etmek, mutluluğu sade bir yaşamda  aramak sizi küçük düşünen insan yapıyor. Oysa biz kocaman yüreği sinesine sığmayan mutluluğa aç insanlar değil miyiz?

              Küçük bir çocukken annem bana geceleri dua etmeyi öğretti. Önceleri avucumu açıp Allahım annemi babamı ve tüm sevdiklerimi koru, bizi mutlu et diye dua ederdim. Sonraları aynı duayı annemin de ettiğini öğrenince bıraktım. Artık iyi bir işim olsun, çok para kazanayım diye dua eder oldum. Sesimizi duyar mı , dularımız kabul olur mu derken farkında olmadan rüyalar gerçek olmuş. Ben dersimi aldım Allah'ım para mutluluk getirmiyormuş o yüzden çocukken ettiğim dualara geri dönüyorum.

              Cümlelerime son verirken aklıma Can Yücel'in dizeleri geldi. "Hani diyor ya Nazım: Ben artık şarkı dinlemek değil , şarkı söylemek istiyorum."  Ben de şiir düzmek değil , şiiri düzmek istiyorum." 

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...