15 Eylül 2018 Cumartesi

Değişmeyen Kaderimiz - Yenilenen Krizler...

Üniversiteye girdiğim günden beri ekonomi ve siyaset üzerine elimden geldiğince çok okudum ve düşündüm. Hâlâ daha okumaya ve araştırmaya devam ediyorum. Blog üzerinden yüzlerce yazı yazdım. 6 yıllık iş deneyimimin sonucunda geldiğim noktada içime rahatlatan şey ise çoğu konuda savunduğum ve ifade ettiğim şeylerin doğru çıkması. Fakat haklı olmam ya da doğru düşüncelere sahip olmam benim yaklaşan ekonomik krizden etkilenmeyeceğim anlamına gelmiyor. 

Oy verdiğim günden beri hep aynı partiye oy verdim. İnsanlar nasıl doğduklarında annelerinin babalarının dinini kabul eder. Ben de yetiştiğim ve okuyup araştırma imkanı bulduğum çevrenin siyasi ideolojisini kabullendim. İcraatlerinden memnun muyum? Tabi ki değilim. İktidara gelirse mutlu veya tatmin olacak mıyım? Sanırım hayır. Peki bir seçmen olarak benim beklentim nedir? Mesela siyasi referanslarla, tanıdığım insanların ön ayak olması ile bir iş beklentim yok. Babamdan harçlık isteyemeyen ben, gidip de insanlardan iş veya para mı isteyeceğim. 

Kendimi bilinçli ve duyarlı bir seçmen olarak görüyorum. Ülkeyi hangi siyasi ideoloji yönetirse yönetsin diğer görüşlere saygılı olmasını istiyorum. Toplumun refahını sözlerle değil, icraatleri ile savunmasını istiyorum. İktidarların günü kurtarmak için; bugünkü neslin geleceğini borçlanarak ya da yanlış kararlar alarak ipotek etmesini istemiyorum. Yaşanabilir bir çevre, geleceğe umutla bakabileceğim bir aile ve iş ortamı istiyorum. Geceleri bizi mahvetmek isteyen düşmanlar da acaba uyuyor mu diye düşünmektense ; sabahleyin kalktığımda ülkenin geleceğine umutla bakabileceğim hayaller kurmak istiyorum. Kazandığım paranın 10 katını kazanacak kabiliyete sahip değilim ya da öyle bir isteğim yok. Fakat cebimdeki paranın değerinin korunmasını istiyorum. İnsanların bugün kahraman ilan edilip, yarın vatan haini olarak yargılandığı bir ortam değil, suçsuzluğunu da haklılığını da adil bir şekilde anlatabileceği bir ortam istiyorum. İnsanların söylediklerinin doğru veya yanlış olmadığını sorgulayabileceğimiz bir bilgi ortamı istiyorum. Aslında kendim için değil toplum için bir şeyler istiyorum. Çünkü bu toplumda tek başımıza değil hep birlikte yaşıyoruz. 

Üniversitede bitirme tezimi 1994 ve 2001 yıllarında Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz üzerine yazmıştım. Yüksek lisans tezimi ise 2008 Küresel Finans Krizi üzerine yazıyorum. Çünkü ekonomik krizler hep ilgimi çekti. Çocukken ne zaman refaha ve mutluluğa kavuşacak olsak patlak veren ekonomik kriz yüzünden babam işsiz kalırdı. Üniversiteye başladığımda yaşananlardan aldığım ders ile ben babam gibi olmayacağım demiştim. Acaba gerçek bir kriz ile ne zaman yüzleşeceğim diye düşünüyordum ki; Evet o gün geldi çattı. Her gün yüzlerce kez aranıyorum, yüzlerce maile cevap vermek zorundayım. Artan döviz kurlarını, durduğu yerde ikiye hatta üçe katlanan borçları görmek zorundayım. 

Çalışanlarının SGK primlerini ödeyemeyen, işçilerini işten çıkartmak zorunda kalan küçük esnaf ya da orta ölçekli kobilerin dertlerini dinliyorum. "İnanır mısınız Murat Bey, geçen akşam kızım gelirken beğendiği oyuncağı almamı istedi. Kızımın doğum gününde eve elim boş gittim." Ben bunları dinlemek zorunda mıyım diye düşünüyorum bazen. Ceketimi alıp gönül rahatlığıyla çıkıp gidemiyorum evime. Çünkü bir zamanlar o küçük kızın durumundan ben de geçtim. Yaşadığımız bu ekonomik şartlar çocukları daha küçücükken olgunlaştırıp, isyankar yapıyor. Kendimden biliyorum.

Şimdi burada size ekonomik analiz yapabilirim. Takdir edersiniz ki 8 yıllık akademik eğitim,  6 yıllık iş deneyimi ile ekonomi hakkında az çok söyleyebileceğim bir şeyler var. Fakat sizler için bir anlam ifade eder mi ki? Yıllar boyunca iktidarın yanlış politikalarını eleştirdiğimiz için, daha iyisi neden olmasın dediğimiz için; vatan haini, cahil, kibirli, çok bilmiş diye hakarete uğradık çevremizdeki insanlar tarafından. Cebimize giren para, aldığımız ev ve arabalar bunların hiç birini bugün kazandığımız para ile almadık. Gelecek günlerimizi ve gelirimizi bankalara ipotek ederek aldık. Yani başkalarının parası ile gösteriş yapan budalalardık. Bugün ise ödünç aldığımız paraları misli ile bizden geri istiyorlar. Elbette bugünleri de atlatacağız. Fakat neden yaşananlardan ders alamıyoruz.

Mahallemiz sürekli savaştan kaçanlarla doluyor. Çocukken doğudan gelen kürtler olurdu. Sonra Afganistan savaşından kaçıp gelenler oldu. Doğu Türkistan'daki Çin zulmünden kaçıp gelenlerle yeni bir mahalle kuruldu. Irak Savaşı sonrası gelen pek olamadı çünkü milyonlarca insan daha kaçamadan öldürüldü. Bugün Suriye'deki savaştan kaçanlar gelmeye devam ediyor. Peki bizim gidebileceğimiz bir yer var mı? Hayır. Biz her zaman olduğu gibi kalıp olana bitene burada göğüs gereceğiz. Devlete düzenli olarak vergimizi ödeyeceğiz. 40 yıl namusumuzla çalıştıktan sonra alacağımız üç kuruş emekli ikramiyesiyle eğer kenarda üç beş kuruş da birikimimiz varsa küçük bir ev alıp inzivaya çekileceğiz. 50 yıl önce nasılsak 50 yıl sonra da değişen pek bir şey olmayacak. Fakat biz yükselen binalarla, yenilenen araba modelleri ile, satın aldığımız teknolojik ürünlerle büyüdüğümüzü ve zenginleştiğimizi iddia etmeye devam edeceğiz.... 


4 Eylül 2018 Salı

Kalbim Sende Don Jon

Sanırım yaklaşık 2 aydır blogda yazmıyorum. Yazmaya değer bir şey olmadığından değil, üşendiğimden hiç değil. Twitter çıktığı günden beri insanlar vermek istediği mesajı 150 karaktere sığdırmaya başladı. Gün geçtikçe daha da kısalıyor. O yüzden ne söylemek istiyorsanız kısa yoldan etkileyici bir şekilde söylemelisiniz. Ki etkisi de zaten story'ler gibi 24 saatten fazla sürmüyor. Ben de o yüzden artık eskisi kadar yazma hevesi duymuyorum. Eskiden vermek istediğim mesajı veremediğimi düşünürdüm, artık insanların vermek istediğim mesajı almak istemediğini anlıyorum. Canınız cehenneme pislikler. Umarım o kıymetli beyaz kıçınızı, zencinin biri pompalar. Amen...

Evet bugün kendimle alay etmek için buraya yazıyorum. Çünkü ekonomik kriz, politik gündem, ve sikindirik insanların varlığını düşününce bir şeyler yazmadan edemeyeceğimi anladım. Rahatlamam lazım. O yüzden seri bir şekilde önce kendi içimden sonra elâlemin içinden geçeceğim. 

Don Jon gibi ideal ilişkiyi ararken yine bir duvara toslama vakası ile karşı karşıyayım. Suç her zaman ki gibi bende. Çok hızlı gittim, okuduğum binlerce kitap beni iktidarsız Sigmund Freud'a çevirdiği için konuşarak mastürbasyon yapan bir adama dönüştüm. Saçlarımı kazıtıp, top sakal bırakırsam bir de gözlük takıp boynuma fular bağlarsam tam bir entelektüel fahişe olabilirim diye düşünüyorum. Çünkü açık sözlü olduğum için insanların bana güvenmeleri gerekirken benim içi bu çocuk profesyonel bir hatip diyorlar. Anca felsefe ve demogoji yaparak bizi etkilemeye çalışır ama bizim bunlara karnımız tok diyorlar. 

Bir zamanlar çevremdeki ideal çiftler midemi bulandırırdı. Millet lise aşkı ile evleniyor. Üniversiteyi beraber okurken Avrupa'yı geziyor. Biz de o sırada tek başımıza mehtaba kürek çekiyorduk Elizabeth ile. Toplum içerisinde gözlerinin içine bakıp, birbirlerini öven çiftler, baş başa kaldığımızda aslında o kadar mutlu olmadıklarını anlatıp sevgililerin arkalarından konuşurlardı. Aslında bu gayet normal bir şey yahu. Hangimizin mükemmel ve kusursuz ilişkisi oldu ki. O yüzden eleştirdiğim şeyi yapacağımı bildiğim için ben içimden geldiğim gibi davranmayı seçtim. 

Genelde hep bir ilişkiye hevesli ve heyecanlı olarak başlayan ben olurdum. Güzel bir akşam yemeği veya kahvaltı. Zaten buluşmadan önce hayat düşüncemi ve dünyaya bakış açımı kıza belli ederim. Buluşma esnasında yeterince kibar ve nazik davranır, edebiyat, sinema ve geleceğe dair hayallerimden konuşurum. Bugüne kadar her kızda olumlu etki bırakmıştır. Birkaç buluşmadan sonra ise malum kaçınılmaz son olur. Kızın konuşacak konusu kalmaz o yüzden genelde işi dedikoduya ve kim kiminle ne yapmış muhabbetine getirir. El ele İstanbul'un çeşitli semtlerini gezer, sinemaya gideriz.  Hani İlhan Berk'in bir sözü var ya; "O insanı ilk gördüğünde ilk iki dakika en güzelidir. İlişkinin geriye kalanında hep o ilk iki dakikayı aramakla geçer ömür." Aynen öyle olduğu için ben bir süre sonra kitap okumak için bile kız arkadaşımı ekerim. Babaanneme birkaç kez kalp krizi geçirtmişliğim vardır. Annem bir kez merdivenlerden düştü. Yani bahanelere sığınıp kaçış yolunu hep buldum. 

Nedense vaktim hep değerliydi. Kendimi şu şekilde avutuyordum. Benim bazıları gibi kızları ayartıp cinsellik beklentim yok. Sadece hoş sohbet edip, kaliteli bir zaman geçirmekti derdim. O yüzden konuşacak konunun ve kaliteli zamanın bittiği vakit hep kaçtım. En uzun ilişkim 1.5 yıl sürdüğünü göz önüne alırsam. Sahi o da nasıl sürdü inanın bilmiyorum. Kızın sabrına helal olsun. Yani yalnızlıkla ilgili şikayet ediyorsam  bilin ki şımarıklığımdandır. 

Peki nereye kadar böyle diye kendime sorduğum oluyordu. Yine İlhan Berk'in dizelerini sığınıyorum. Karşındaki insanı iki şeyle sına: "Hiçbir şeyin yok iken gösterdiği sabır, her şeyin varken sergilediği tavır." Kendi paramı kazandığım günden beri aşama kaydediyorum. Kendimi hazır hissedene kadar hiçbir kıza bağlanmadım, sadece maddi açıdan değil, manevi açıdan da verebilecek bir şeylerimin olması lazımdı. Şu bir gerçek ve ben bu gerçeğe hak veriyorum. Kızlar haklı olarak beraber olacağı erkeğin bazı şeyleri başarmış olmasını istiyor. İyi bir eğitim, iyi bir iş, belirli bir deneyim ve kariyer, kenarda birikim, ev veya araba.... Artık ne kadarı olursa. Bense yıllar boyu bok çuvalı gibi okuduğum felsefe kitaplarından edindiğim fikirlerle kendi kendime götüm kalktığı için farklı bir düşünce yapısına sahip oldum. 

Düzgün bir karakterim olsun, beraber olduğum insan benimle beraberken güzel vakit geçirsin, her konuda konuşabilelim, yeni fikirlere açık olalım, yeni insanlar tanıyalım, yeni yerler keşfedelim. Beraber bir şeyleri inşa edelim. Beraber birikim yapıp, zorluklara beraber katlanalım. Sanki ben Sadri Alışığım amına koyim, sokakta yürürken çingeneler güzeli Feri Cansel beni bekliyor. Mahkemede hakime "bu da mı gol değil be" hakim bey diyorum. "Çok bir şey istemedik ki; o biraz sevse biz üstünü tamamlardık" desem tam olacak. 

Beyaz gömleğin içine girip, boynuma da koyu renk kravatı dolayınca beyefendi olmadığımın farkındayım. Ben hâlâ 16 yaşında toprak sahada top oynarken yeterince mücadele etmeyen arkadaşına "koşsana amına koduğum" diye bağıran takım kaptanıyım. Ben sistemi eleştirmeyi köydeyken ineklerin bokunu çimenlerden temizlerken öğrendim. Top oynarken boka basıp düşmeyelim diye koskoca tarlayı baştan aşağı temizlerdik. Taa o zamanlar başkalarının bokunu temizlemeyi âdet edinmiştim. Onca sene oku, diploma al, sikindirik kişisel gelişim kitaplarını al. Sonra bunların yeterli olmadığını anla. Kariyer basamaklarını daha hızlı çıkmak için doğru insanın taşaklarını sıvazlamayı öğren. Koskoca bir yıl çalışıp 14 günlük yıllık izni iple çek. Hatta bayram tatili ile birleştirmek için can at. 

Ben böyle geçen ömrün izzeti ikramını sikeyim sayın okuyanlar. Bir de bana gelip o kadar sistemi eleştiriyorsun, ama sistemin en sadık kölesisin diyorlar. Kardeşim bu sistemin kölesi olmadan nasıl öğreneyim bunları. Ne yapayım yani, borç para ile evleneyim mi? Tinder'dan eşleştiğim kızı eşyalı stüdyo daireye götürüp sabaha kadar pompa mı yapayım? Kredi kartına taksitle 4 gün 5 gece 6 ülke gezip sırf insanları ben burayı da gezdim demek için sosyal medyada onlarca fotoğrafa mı boğayım.  

Şimdi kaynatasızın biri diyecek ki; bizim hayatımızı beğenmiyorsun ama biz hiç olmazsa bunları yaşıyoruz. Sen oturduğun yerden kıskanırcasına eleştiriyorsun. Siz de haklısınız. Ama birilerinin bunları oturup yazması lazım. Oh be rahatladım. Balkona çıkıp iki de küfür sallarsam tam olacak. Evleneceğim insanı çok merak ediyorum. Ya da evlenebilecek miyim? Benim tüm bu sivri düşüncelerimi yontup tipik bir aile babasına çevirecek olan insana buradan saygılarımı iletiyorum. Ay sonu o siktiğimin faturaları neden fazla geldi diye soracağım. Hamam mı işletiyoruz burada, biraz az yiyin. Kredi kartına fazla asılmayın. Fuzuli para harcamayın. Akşam yemeğinde evde olun. 

Evet hayatın kaçınılmaz sonunu kısaca hatırlamak istedim. Bugün bazı şeyleri kaybettim yine. Mutsuz değilim, yalnız da değilim sadece tek başınayım. Tabi yerseniz. Uykumda kaçtı. Bu yazı bittikten sonra bilgisayarda ne yapacağım. Sanırım kaçınılmaz son beni bekliyor. O yüzden olur da yarın görüşemezsek şimdiden iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler...



Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...