30 Mayıs 2015 Cumartesi

İçimdeki Şeytan...

      Hayatın bazen mezun olmaya yakın, tatlı bir heyecan ve stresin kapladığı an gibi olmasını istiyorum. Henüz daha hayallerin kafeslere tıkılmadığı, geçim derdinin boynumuza asılmadığı günler ne güzel günlerdi. Çocuk akıllıydık belki de, büyüklerimizce düşüncelerimiz pek ciddiye alınmıyordu. Hayatın en acı verici tarafı nedir biliyor musunuz? Her türlü yokluğu çeken ailenizin, okula gidemediği için sizi okutan ailenizin gün gelince ben seni bunun için mi okuttum demesi belki de. Çünkü gün gelir düşünceleriniz ağır gelir. İşte o zaman akbaba gibi üşüşürler etrafınıza. Neler diyorsun ? İşinden mi kovulmak istiyorsun , yarın öbür gün devlet kapısına giremezsin. Bak önüne koyarlar dediklerini...

       Ne sokaktan topladılar gecenin bir yarısı bizi , ne de eve nefesimizde alkol ile geldik. Harçlığımızdan artan üç kuruşu kitaplara verdik ama sanırım rakıya versek daha iyiydi. Hiç olmazsa onun yaptığı kafa gelip geçiciydi. Ne zor şeymiş adam olmak. Adam olmayanların, fikri olmayanların, kör cahillerin arasına tıkılıp kalmak. Çok güzel bir savunma taktiğim vardı. Ucuz zenginliği hep görmezden geldim. Acun'un programlarına reyting yoktu bizim evde. 18 sene okuduk, diploma aldık neden mi devlet kapısına girmedik. Kusura bakmayın ilkokul matematiği bile yapamayan adamların memur olduğu yerde ben önümü ilikleyip salla başı al maaşı yapamazdım. Hoş şimdi de aynı şeyi yapıyoruz ya özel sektörde; ama hiç olmazsa o parayı verirken canımızı okuyorlar.

         Genç yaşımda saçlarıma ak düştü çok mu ciddiye alıyorum hayatı. Tanıyanlar az çok bilir diyeceğim ama görünen o ki hiç tanımamışlar. Yoksa hayatı ne de güzel alaya alıyorduk. Gülüp geçiyorduk be ustam en ciddi konulara bile. 16 saat çalışıp birilerini zengin etmemize rağmen, ilkokul mezunu cahillerin siyasi yorumlarına maruz kalsak bile. Babasının parası ile iş kurup evlenenlere rağmen dimdik ayaktaydık. Paranın getirdiği saadeti bilmedik ki biz, para için insanlığımızdan ödün verelim. Üsküdar'da bir ev sahibi olmanın hayali bile güzel , bırakın bizi hayallerimizle baş başa. Büyüklerin verdiği ucuz öğütlere ihtiyacımız yok bizim.

           Bir zamanlar bize iyi bir erkek olun diyen adamların , gençliğinde rakı sofrasından tutun yatak odası maceralarına kadar her şeyiyle övündüklerini düşünürsek çok geç kalmadık diyebiliriz. En nihayetinde biz de yarın çoluk çocuk sahibi olacağız. Ne anlatacağız çocuklarımıza , ne öğüt vereceğiz. Yarın yaşayacağımızın bir garantisi bile yokken bir an önce para biriktirip ev alabilmek için mi geldik dünyaya. Nah alırsınız helal lokma kazançla bu devirde. O yüzden keyfince yaşa , huzur için de öl.

             Ben kimseyi düşünceleri için yargılamadım. Kitaplardan öğrendiğim kadarını belki de ailemden öğrenmemişimdir. Arayıp sormuyorum kimseyi çünkü o güzel insanların çocukluğumdaki gibi hafızamda kalmasını istiyorum. İki erik ağacının arasında sallanırken güldüğümüz, aynı sofrada otururken herkesin eşit olduğu günleri özlüyorum. Neden sağa sola yazıyorum diye sorarsınız , ağzımızdan çıkacak kelimelere tahammülümüz bile yokta o yüzden.

              Bana teröriste sempati mi duyuyorsun diyenler , hazine malını yağmalayan, çerez parasına makam aracına binen, müslümanı müslümana kırdıran , dinle alay eden , fakirliği öğütleyip zenginlik için de yüzenlere sempati duysun.  Bu arada hani merak ediyorsanız ben kendimi bildim bileli CHP'ye oy verdim. Değişen bir şey yok. Ben yine aynı adam olarak hayatıma devam edeceğim. Sadece insanların savunduğu fikirlerin içi dolu mu onu öğrenmek istedim. Ve anlaşılan o ki; küfredip eleştirdiğimiz ne varsa aslında onlara tapıyor muşuz farkından olmadan. Sözün özü şudur ki:  İsterseniz yanlış düşünün ama her durumda kendi kafanızla düşünün...

26 Mayıs 2015 Salı

Bir Başkadır Benim Memleketim....

        Küçük bir sahil kasabası güzelce bir kahve demli çayların eşliğinde aldı bir memleket meselesi...Eskiden ne güzel cahildik be. Ekmek dediğin kendi evinde pişerdi, ne ekersen onu biçerdin. Olduğu kadarı tencere de kaynardı, doyduğun kadar yerdin sofrada. Yüz yüze bakardık , renkler farklıydı belki kahve masasında ama memleket hepimizin memleketiydi.

         Keşke İstanbul'un İstanbul olduğu dönemlerde yaşasaydık. Hani iki yaka arasının kayıkla geçildiği, yolları arabaların, yeşili betonların esir almadığı güzelim İstanbul. Neyse memleket meselesi demiştik öyle değil mi? Tarım ülkesi dediğimiz güzelim ülkemde tarım ithalatı son 12 yılda dört katı artmış, müslüman ülkede kesecek kurbanı Uruguay'dan getiriyoruz. Tohum desen kısır o da İsrail'den. Güzelim ülkemde tohum takas şenliği yapalım dediler. Maalesef tohum lobisine kurban gitti.

          Almanya gibi ülke sahip olduğu kömür madenlerini en verimli şekilde kullanıp tek bir madencisini kurban vermez iken. Biz yüzlercesini fıtratı gereği toprağa veriyoruz. Çerez parası diye hor gördüğümüz para ile onlarca yaşam odası kurardık ; ama insan eti kırmızı etten daha ucuzsa bu ülkede yetim kalan çocuklar ne yapsın. Diyanet  cumalarda ana babaya, eşe dosta , akrabaya yardım etmeyi tembihleye dursun, Nihat Hatipoğlu ağlamaklı gözlerle fakirlikten dem vursun. Bizler de şu kısacık ömrümüzde 5 dakikalığına zenginliğin hayalini kuralım.

            Çok şükür hayat artık pahalı değil. Hayaldi gerçek oldu , evimiz var , arabamız var, son model telefonumuz var. Bankaya da borcumuz var ama önemli değil. Çünkü para bizim paramız değil. IMF'ye olan 23 milyarı doları ödedik. Öyle değil mi? 350 milyar dolarlık ülke borcu  nasılsa bize hayrına verdiler. Sayıştay'a hesap vermeyen bir hükümet , paralarımız nereye harcandı kimse bilmiyor. Ama öyle demeyin. Onlar yol yaptı öyle değil mi? 70 cente muhtaç Süleyman Demirel bu ülkeye kaç tane baraj hediye etti. Son 12 yılda kaç baraj yaptık. Ülkeye kaç tane yeni fabrika kazandırdık. Bu ülke bu kadar zenginleşirken , büyürken neden işsizlik azalmadı. Faiz lobisinin ülkeye getirdiği paralar ile Merkez Bankası'nın kasası dolarken iyiydi. Şimdi tu kaka...

              Savcılar ölüyor , savcılar tutuklanıyor , avukatlar tartaklanıyor , tribünler bomboş , okumuş cahil çok iş bulan yok. Asgari ücrete çalışana iş mi yok! Her şeye rağmen karamsar olmaya gerek yok. Nasıl olsa burası Türkiye...

14 Mayıs 2015 Perşembe

Kamacı'nın Mutluluk Pastahanesi...

Temel Kamacı’nın hikayesi  kimilerimize göre ilham verici kimilerimize göre sıradan ve sıkıcı. Ama anlatsak roman olur deriz ya; hakkını da vermek gerekir. Onun karşısında oturduğum her an düşüncelere dalarım. İstediğiniz kadar bilgi sahibi olun. Onun karşısında el pençe divan oturup , ağzından çıkan her kelimeyi tasdik etmek zorundasınızdır. Biz de böyle yaptığımız için her zaman onun gözünde hayırlı evlatlar olmuşuzdur.
Her zaman mütevazıdır , fakirliği ile övünür, cahilim der ama biz konuşmaya başladığımızda siz ne bilirsiniz benim tecrübelerim var der. Dayak cennetten çıkmıştır tezine karşıdır ama bir de yetiştirdiği çocuklarına sormak lazım. Bir insanın en büyük davası ekmek davasıdır dediğinde sağ eli havadadır. Hele hele konu memlekette ki işsizliğe geldi mi tutamazsınız koca adamı. Çünkü topraktan gelen bizler toprağa yüzümüzü çevirmişizdir. Nasıl bir bebek dünyaya geldiğinde ayağa kalkana kadar anne sütü ile besleniyorsa, toprakta bizim anamızdır. Hepimize yetecek rızkı onda bulabiliriz.
Ömrüm belki de binlerce kitap sayfasının arasında bir idol veya bir kahraman aramakla geçti. Jack London’ın Ernest Everhard’ı bunu çok yaklaşmıştı ama gerçekçi olmak gerekirse; Her bayram elini öptüğüm adam bas bas bağırıyordu “Ben kahramanım diye…”


Bugün tek bir çocuğu bu rekabetçi dünyaya nasıl getiririm, ona ne verebilirim bir baba olarak, arkamda ne miras bırakabilirim diye düşünen bizler. Hani o çok okumuş, dolgun maaş sahibi, iyi eğitimli insanlar…İşte dedem tohumunuza para mı saydım deyip 7 tanesini yapmış. Hem de öyle ben üzerime düşen görevi yaptım deyip de bir kenara çekilip çocukların kendi kendine büyümesini de seyretmemiş.  Kendi elleri ile yuvasını yapmış. Ayakkabı yapmış , yorgan dikmiş , börek yapıp satmış. Bazen dedemin torunları neden bu kadar tuhaftır diye düşünürüm. Yeni yeni anlıyorum ki; doğduğumuzda dedem ismimizi kulağımıza ezanla üflerken , ruhundan da bir parça katmış bize. Yoksa ara sıra heyheylenip İstanbul’u bırakıp bir köy kasabasına yerleşmek gelmezdi aklımıza.
Evet çoğu zaman aksidir. Söz dinletemezsiniz, ama o insanın güzelliği de bunda değil midir? Kendine has şakaları ile kelime oyunları aklıma geldikçe gülerim. Küçükken bizimle güreşe tutuştuğunda önce yenermiş gibi yapıp sonra birden yenilmesi. Yoğurt yemediğimizde içine şeker katın bir de böyle deneyin dediğin de yüzümüzdeki gülümseme ile mutlu olması. Hemen kapının önündeki iki erik ağacının arasına kurulan salıncakta sallanmak için kim bilir kaç torun kavga etmişizdir. Anneannemin el emeği göz nuru çiçeklerini bir plastik topun keşinden koşarken kaç kez heba etmişizdir.
Hani o bayram günleri 7 çocuk, düzinelerce torun aynı sofrada oturup hunharca güldüğü, sevgiyi ekmek arası, neşeyi çay arası yaptığı eşsiz günler var ya. Bu masal ne zaman bitecek diye sorardım kendime?   Dedemle baş başa kaldığımızda benden buraya kadar Murat  dediğinde ağzımdan çıkacak tek bir kelimem yoktu. Zaten birkaç yıldır eski günleri mumla arıyorduk. Anneannem ile Ertuğrul eniştemin zamansız bir şekilde aramızdan ayrılması yetmezmiş gibi bir de koca çınarın olmayacağı fikri. 

Hiç vazgeçemediğim oyuncağım, en iyi arkadaşım,  düşünceli insan, aksi adam ve tüm bunları aynı bedende taşıyabilen koca yürekli dedem. Temel Kamacı budur işte. En büyük hayalim düşüncelerimi bir gün sayfalara döküp insanların okuması. İşte o gün geldiğinde umarım yazdığım satırları beraber okuruz. Söz veriyorum ben de senin yazdıklarını sıkılmadan okuyacağım...

10 Mayıs 2015 Pazar

Ayda Yürüyen Adamın Günlüğü...

          Her zaman ki gibi bir pazar sabahı , kafamızı yastığa gömüp mışıl mışıl uyumak varken sabahın köründe kız kardeşim Dila'nın hayatı sorgulaması ile uyanıyoruz. Bembeyaz tavana boş gözlerle bakarken acaba rüyamı görüyorum yoksa duyduklarım gerçek mi? Biz ailecek hiçbir zaman kahvaltıya resmi şekilde giyenerek oturmadık. Babam eğer tersinden uyandı ise yüzü sirke satar sofrada. Annem Dila'nın ağzına lokmaları tıkarken; ben de önümden kaçıran varmışcasına saldırırım kahvaltıya...

          25 yaşımda aldığım her nefesten, yaşadığım her andan bir anlam çıkarır oldum. Okuduğum binlerce kitap ve izlediğim binlerce filmden sonra hayata şüphe ile yaklaşır oldum. Levent metrosunda dilenen görme engelli amca acaba gerçekten kör müdür diye takip ettiğimde onu dilendiren kızının hakaretlerini duyunca böyle insanlığın ızdırabını s.keyim dedim kendi kendime. Sonra her sabah iflasın eşiğine gelmiş milyon dolarlık şirketin finans elemanı olarak , Clark Kent olarak oturduğum masadan gün sonu emekli memur gibi kalkışıma ne demeli.

           Yeni yeni kullanmaya başladığım akıllı telefona hala ısanamadım. Telefon mu çok akıllı yoksa ben mi salağım. Kendi hayal dünyamda mutlu mesut yaşamaya çalışırken, insanların gülen yüzleri her daim yüzüme çarpıyor. Bitmek bilmeyen düğünler , Eyfel kulesini parmak ucu ile küçültenler , sevgilisini öpücüklere boğanlar, arabasının kaportasından kayanlar, yetmedi spor salonunda halteri kaldırırken ıkınanlar...Ben de ancak okuduğum kitapların kapaklarını paylaşayım. Pehh kıçımın kenarı :)  2,5 yıldır çalışıyorum günlerim borç ödeyerek geçiyor. Ama yıkılmadım ayaktayım, hayallerim ile baş başayım. Taksitle aldığımız televizyonda Survivor daha da bir tatlı geliyor. Çünkü kendi açlığımızı bir kenara bıraktık acaba bu adamlar adada kıçını ne ile siliyordur onu düşünüyoruz.

               Gecenin bir vakti kan kardeşimle Bulvar'ı bir uçtan bir uca turlarken kızların dedikodusunu yaptık. Onca sene oku , adam ol, elin ekmek tutsun , üç kuruş para koy kenara sonra kız istemeye gittiğinde sorsunlar: Oğlunuz ne iş yapar, benim kızım kirada oturmasın. Anlı şanlı düğün isteriz. Bizim kızımız baba evinde prensesler gibiydi gibi klasik laflara maruz kal. Kontra amaçlı bizimkiler de sizin kızınız ne iş yapar diye sorsa? Cevap hazır.
- Bizim kızımız üniversite bitirdi.
-Hamarat mıdır? Evi çekip çevirir mi?
- Bizim kızımız üniversite bitirdi.
-Dikiş nakış?
- Bizim kızımız üniversite bitirdi.
-Eee o zaman karı - koca çalışır beraber çalışıp para biriktirirler. Kendi evlerini alırlar.
-Kızımızın çok yorulmasını istemeyiz. Biz evinin kadını olmasını tercih ediyoruz.
-Hıııı am.na koyim.

                Yani azizim hayat bitmiş okey dönüyor. Ben gelecekten ümidi kestim o yüzden geçmişe sarılarak yaşamaya karar verdim. Gülmek için Devekuşu kabareyi izliyorum. Rahmetli George Carlin'in stand- up showları gülerken düşünmek için birebirdir. Boş vakitlerimde mutlaka bir Üsküdar havası alırım, bana kitaplarım eşlik eder. Akşamları çayım olmazsa olmazımdır, annem bana çay içiyor musun oğlum diye bile sormaz. Hani erkekler ağlamaz derler ya, çatır çatır ağlarım usulca ama. Ölmeden önce izlenmesi gereken film listemi de yapmaya başladım.

                 Basit ve sıradan insanlarız. En büyük hayalimiz kılı kırk yararcasına biriktirdiğimiz para ile bir ev alabilmek.Sonra huzur içinde ölebiliriz :) Hani olur ya miras kalır piyango çıkar bir ev alırım bizimkilere. İşte o gün istifamı basıp, özgürlüğün tadını çıkaracağım. Nedir kardeşim bu üzerimizdeki hayırlı evlat olma baskısı. Ne olur yani biraz da boş gezenin boş kalfası olsak. Birkaç tane kızın kalbini kırıp ahını alsak. Bizim insanımız tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya çalışan bir topluluk değil mi? Hep biz mi alta yatacağız, biraz da üste çıkalım. Neyse atarlandım yine boş yere. Bu ay kredi kartı borcu kol gibi geldi. Şirkette zaten tadımız tuzumuz yok. Karı - kız işleri dersen her zaman ki gibi Elizabeth'den hallice...

                  Ulan gökten zembille Monica Belluci'yi indirseler , bize Yıldız Tilbe düşer. O da kafam hafif dumanlı her gece içiyoruz bu gece olmaz başım ağrıyor der. Hadi yine iyisiniz sevgili kürek mahkumları, kimilerinizin beline , kimilerinizin eline kuvvet...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...