Bir Cuma günü daha insanlar şirketten koşarak kaçarken; ben siniri, stresi, kariyeri, gelecek planlarını, yarım kalmış işleri masamın kenarına bırakıp ağır adımlarla çıkıyorum. İstanbul; akşama doğru yorgun, evine gitmenin derdinde, bir bar taburesinde sarhoş olmak niyetinde, hayatını yoluna koyma düşüncesinde...
Düşünüyorum da hangi ara büyüdün be çocuk diye soruyorum kendime. Hani babam beni omzuna alıp ilk kez stada maç izlemeye götürdüğünde kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Keşke o gün omzuna aldığı gibi büyürken de zor zamanlarımda elini omzuma atsaydı. Annem beni okula ilk bıraktığı gün çok ağlamıştım. Çocukça oyunlarımızla mutluyduk halbuki. Bir çokoprens için kavga ettiğim çocuklarla, bir kutu kolayı 5 kez çevirirdik aramızda. Borç vermek yoktu lügatımızda. Karşılıksız bölüşmek vardı. Benim param yoktu mesela bizim paramız vardı. Bir cep dolusu alınan sakızlar vardı. 3 korner bir penaltıydı ama 3 yanlış bir doğruyu götürmüyordu o zamanlar. Bugün kaldırımlarını eskittiğim sokaktan geçerken pencereden bana bağırıp hadi geç oldu evinize gidin diyen yaşlı amcalar yok. Hepsinin selasını duydu bu kulaklar.
Eskiden kışları kömür kokardı mahalle. Saftık ama aptal değildik. Bacası tüten evlerde insanların karnının doyduğunu ve ısındığını anlardık. Kutu tenekeden yaptığımız toplara vurmaktan parmağının ucu yırtılmış bez ayakkabılarımız vardı. Dizi yırtılan pantolonlarımızın yenisini alınmaz, birbirinden farklı çıkartmalardan yama yaparlardı. Babamızdan kopardığımız bolca harçlıklarla gösteriş yapardık. Ama bizim gösterişimiz bakkaldan herkese bir cip bir kola ısmarlamaktı. Okul önü salatalık kokardı. Kış günleri köşebaşına kestaneci gelirdi. Sobanın üstünde pişen kestane ile sobanın üzerine attığımız mandalina kabukları bizim mutluluk kaynağımızdı. Annem cuma akşamları bir de pazar akşamları tırnaklarıyla kazıyarak yıkardı beni. Üzerimdeki kiri, pası, tüm yorgunluğunu çeker alırdı.
Pazarları şahaneydi anlayana. Sabahın altısında kalkar Tsubasa Ozara'yı izlerdik. Barış abisi vardı be çocukların. Elimize mikrofonu alıp şarkılar söyler, ebeveynlerimizi eleştirirdik. Sevdiğimiz kızlara ilanı aşk ederdik. Sonra yatmadan önce Adile teyzenin kuzucukları vardı. Biz doğduğumuzda belki ölmüştü ama banttan verirlerdi ölümünün üzerinden onca yıl geçmesine rağmen. Onsuz uyuyamazdı kuzucukları.
Adam olacak çocukların hayallerinin bir para karşılığı yoktu. Şimdi kurduğumuz hayalleri takside bölüyorlar. Bir ömür onun borcunu ödüyoruz. Dert ve kederlerimiz artmış bolca. Çalar saat sesiyle uyanıp işlerimizde strese boğuluyoruz. Değişmemek için direniyoruz, kocaman ayaklarımızla yere sağlam basıp, çocukça laflar etmeye devam ediyoruz. Arkadaşlarım bana bakıp sen normal değilsin dediklerinde gülüyorum. Haklılar. Bedenim büyüyor ama ruhum çocuk kalmaya devam ediyor. Dünyaya altı yaşındaki Murat'ın gözüyle bakıp mutlu olmaya çalışıyorum. Ama 26 yaşındaki Murat'ın karamsarlığı buna engel oluyor. İçimdeki çocuk sakat kalmadan mutluluğu yakalamak ümidiyle. Olur ya sizi göremem, şimdiden: iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.