28 Eylül 2014 Pazar

Yine Mevsimlerden Sonbahar...

        Sonbahar geldi ya insanın içine tatlı bir hüzün doluyor. Ne ağlıyorsun hüzünden, ne gülüyorsun sevincinden. Bakıyorsun sararan yapraklara, aklına geliyor geçip giden o güzelim yıllar. Geçmişi hep özlem ile anıyorsun, geleceğe dair beklentiler çıkmıyor aklından. Cebinden çıkardığın hayal tanelerini atıyorsun cami avlusunda bekleyen umut fakirlerine.

         Eminönü'ne giderken görüyorsun ki trende hep kaçak sevdalar. İniyorsun meydanda beklenmedik bir yağmur başlıyor birden. Hayat da böyle değil midir? Tam güneş doğdu derken bastıran yağmur ile sırılsıklamsın. Hazırlıksız yakalanırsın sevdaya, biletin yoktur yolculuğa çıkacak. O yüzden sevdalar kaçak yaşanır İstanbul'da. Gözlerini yatırırsın duraklara, sonra bir şarkı dökülür dilinden. Biz bu sonbaharda buluşacaktık, bahar geldi geçti sen gelmez oldun...

          Bilmiyorum nedendir ama alışamadım bu kalabalık şehrin hayat mücadelesine. Bir çalar saat sesi ile açıyorsun gözlerini, sanki aynada baktığın sen, sen değilsin. Taşı toprağı altın dediğin İstanbul'un trafiği boktan, havası kasvetlidir sabahları. İnsanları desen hepten çekilmez. Ama ne yaparsın, ekmek aslanın ağzında, sense bir sirk cambazı. Kolay değildir bu şehrin hengamesinde dimdik ayakta durmak. O kadar çok yaşanmışlık vardır ki bu şehrin her köşesinde, her gün yürümekten aşınmıştır yollarında ömürler, ağaçlarına sevdalar kazınmıştır, anonim olmuştur bu şehirde hikayeler...

           Aynı zamanda mistik bir havası vardır İstanbul'un. Minarelerle ile çevrili yeditepeli bu şehirde dualar eksik olmaz dillerden. Yalnız bırakmayız her daim Telli Baba'yı, Oruç Baba'yı. Dedim ya kimileri açar avucunu mutluluk gelsin diye, kimileri açar para gelsin diye. Hep gökte ararız saadeti, halbuki görmez gözlerimiz burnumuzun ucundaki güzelliği. Sırtını verdin mi Üsküdar sahilinde iskeleye doğru, bir rüzgar eser alır götürür seni bilmediğin diyarlara. Koyvermek gelir içinden hayatı. Dert yok, tasa yok. Gam yok keder yok. Varsa yoksa anı yaşamaktır. Ne bir dakika öncesi ne bir dakika sonrası eskisi gibi olacaktır çünkü.

           Topraktan geldik toprağa döneceğiz unutmamak gerek. Bazen düşünüyorum da; gelirken ne getirdik ki giderken ne götürelim.  Hızlı yaşanan hayatlar, çabuk tüketilen ömürler, bitmek bilmeyen arzular. O yüzden dedem her zaman haklıydı. Dön bak oğlum şu toprağa istediğin her şey burada. Ekmesini bileceksin sadece, biraz da sabredeceksin. Elindekilerle yetin, umut ekmedikçe mutluluk biçemezsin.

          

21 Eylül 2014 Pazar

Bir Başkaydı Benim Memleketim...

           Otobüste başımı cama yaslamışım sıkıcı İstanbul trafiğinde hayallere dalmışken gözüm çarptı birden koskoca reklam. Yeni Türkiye...Valla onu bunu bilmem arkadaş ben eski kafalıyım. Nerde o eski İstanbul geri verebilir misiniz bize hee. Akşamları eve geldiğimde biraz kafa dağıtayım diyorum geçiyorum aptal kutusunun karşısına. Yüzlerce kanal, binlerce asalak, boktan gündem, saçma sapan diziler ve ekranın karşısında milyonlarca aptal...

             Üzülüyorum İstanbul'un bakire zamanlarını göremediğim için. Büyüklerim anlatınca hüzünleniyorum. Annemlerin bidonlarda su taşıdığı Küplüce, insanların hafta sonları piknik yaptığı sahiller şimdi cafelerle dolmuş. Parayı veren düdüğü çalar. Çok şükür bir balık tutma keyfi var insanların ona karışan yok. Tiyatrolarda eski tat yok diyorlar, sonuna kadar katılıyorum. Zeki ile Metin'in Deve Kuşu Kaberesi nerdeee, şimdikiler nerede. Kimse yokluktan bahsetmesin. Devlet destek olmuyor falan. Bölüm başına milyarları kaldıran oyuncular sanat halk içindir para için değil. Nejat Uygur sanatını icra ederken ne yokluklar çekti, sanatı için eğilip bükülmedi, kaç tane çocuğunu okuttu adam etti. Siyasilerin sofrasında soytarı olmadı. Eskiden gülerken düşünürmüş insanlar, aslında ağlanacak hallerine gülerlermiş. Zengini fakiri farketmiyor İstanbul herkesin İstanbul'uymuş.

            Tribünler daha gruplara bölünmemiş o zamanlar. Babalar omuzlarına çocuklarını alıp gönül rahatlığı ile maç izleyebiliyormuş. Rakip takımın taraftarı ile aynı otobüse binip yan yana oturanlar, şimdi aynı semtte yaşayamaz olmuş. Futbolu kapitalizme şehit vermemişler o zaman. Para için değil, forma için koşarlarmış topun peşinden.

             Üniversiteler karışıkmış biraz. Sağı solu belli olmuyormuş ama yine de bir başka güzelmiş. İnandıklarını savunanlar meydanları boş bırakmaz, bir eli kitapta bir eli silahta sloganlar dillerde eksik olmazmış. Yeşilçam şimdiki gibi bir efsane değil, hayatın ta kendisiymiş. Aynı kadro ile çekilen yüzlerce film. Kadro aynı, konular farklı verilecek mesaj çok. Hep garibandı İlyas Salman, Şener Şen kimi zaman namuslu kimi zaman namussuz. Kemal Sunal hiç değişmedi her zaman saf ve güler yüzlü. Adile teyzenin şefkati ile büyüyen kuzucukları bugün ükenin vicdanı oldu.

              Eskiden büyüklere yaptıkları iş için saygı duyarlardı. Öğretmenler koca bir çınar gibiydi gölgesinde huzur, dallarında ilim irfan bulurduk. Mahallenin muhtarı  gözünden anlardı derdini hızır gibi yetişirdi imdadına. Köşe başındaki bakkal amca hazırlardı çocukların beslenme çantasını.  Şimdi ne köşebaşında doğru düzgün bakkal kaldı ne de avanta yemeyen muhtar. Çınar gibi duran öğretmenlerin dalını bucağını kırdılar. Bırakın öğrencilere bir şey versin kendi evini geçindiremez oldu.

              Yahu cami cemaati bile eski günlerini arar oldu. Minareden selası okunan rahmetlinin cenazesine koşarak gidilirdi, son görevimizi layıkıyla yapalım diye. Şimdi yan apartmandan çıkan cenazeden haberimiz yok. Bilmiyorum ki gidişat nereye varır. O yüzden ben yenisini almayayım, eskinin hatıraları ile yaşamak bana yeter...

20 Eylül 2014 Cumartesi

Mutluluğu Ararken...

Hayat bir çikolata kutusuydu
Bense küçük bir çocuk
Hayallerim bir adım ötedeydi 
Bense dersine daima geç kalan bir hayta

Karamsarlık aklımın hep bir köşesindeydi
Neyi kaybettiğimi bilmediğimden olsa gerek
Hep bir şeyleri özlerken buldum kendimi
Kimi zaman umudun peşine
Kimi zaman gerçeklerin peşine koştum

Mutluluğu arayarak geçen ömrüm 
Yağmurdan kaçarken bir su biriktisine bakarken son buldu
Biraz yorgun gördüm onu, düşünceliydi de
Belki de kaçan fırsatların hayal kırıklığı vardı gözlerinde
Bir şey diyemedim, o da bir şey demedi 
Galiba susmak en iyisiydi 
Yağmurun sesi yetiyordu zaten...

14 Eylül 2014 Pazar

Kitap Kokan Hayatlar...

         Sabahın ilk ışıklarıyla elim cebimde koyuluyorum yola. İşe giderken yolda bizim caminin cemaati ile karşılaşıyorum. Bir grup delikanlı ihtiyar bembeyaz sakallarını sıvazlayarak sohbete dalmış, huzur damlıyor gözlerinden. Bizim sokağa bakıyorum eskiden evlerin bacasından ağır ağır tüterdi kömür sobasının dumanı. Anlardık ki o evdekiler ısınmış, karınlarını doyurmuş o akşam. Sıcak poğaça diye bağıran abi yok artık, süt dağıtan Ali amca da. Mahallenin çocukları sokakta top oynayacak yer bulamıyor. Dalına tırmandığımız incir ağaçlarının yerinde koca koca evler. Boş bir arsaya hasret bir mahalle...

           Kitapçıların önünden geçerken gözüme küçük bir çocuk ve annesi takılıyor. Şeker Portakalı ile başlayan serüvende binlercesini okudum, yüzlercesi kitaplığımdaki yerini aldı. Koleksiyonerler vardır ya hani bende kitap biriktirmeye adadım kendimi. Sahaflara gittiğinizde anlarsınız ne demek istediğimi. Kitap kokmaz oralar sadece. Tarih kokar, yaşanmışlıklar vardır o sayfaların arasında. Alırsınız elinize bir kitabı ilk sayfada sevgilerimle başlayan cümleler vardır. Altı çizilen sözleri okurken belki de o kitabın önceki sahibiyle aynı düşüncelere dalarsınız. İşte böyle bir tutku benimkisi.

            Alırım başımı düşerim yollara. Beyazıt'ta sahaflarda bulurum kendimi bir sabahın köründe. Cağaloğlu'nda basımevlerine uğrarım taze kitap kokusu, gülümseyen bir yüz, ucuz fiyat. Eminönü'nde balık yemeyi de unutmam tabi ki. Oradan Beşiktaş'a geçerim. Bilen bilir Barbaros bulvarına dönmeden Mimar Sinan Üniversitesi'nin çaprazında Kabalcı ile Alkım kitabevleri vardır. Ziyaret etmeden olmaz tabi...Eğer canım bir de vapur sefası çekerse kendimi Kadıköy Akmar Pasajı'nda bulurum. Eve dönüş yolunda unuturum derdimi tasamı. Bir heyecan kaplar içimi; çünkü sıradan bir insan olmanın tadına varmışımdır o gün de. Küçük şeylerle mutlu olabilmeyi, İstanbul'un sefasını sürmeyi başarabildiysem ne mutlu bana.

           

            

6 Eylül 2014 Cumartesi

Esaretin Bedeli...

         Derin bir nefes al ve kendini kalabalığın içindeki hengameye bırak. Nereye gittiğin veya nereye varacağın önemli değil, önemli olan yolculuğun keyfini çıkarmak. Hayatta böyle değil mi! Her insan aslında doğduğu andan itibaren ölmeye başlar...Dünya derdi henüz küçük bir çocuk iken yapışır yakamıza. Beklentiler ve toplumun genel kanıları arasında bir yerlerde sıkışıp kalırız. Start verildi ve koşu başladı. Mutluluğa, zenginliğe, huzura ve şehvete daha önce kavuşmak için birbirini ezmekten çekinmeyen bir insan topluluğunun içinde var olma mücadelesi ile karşı karşıyayız. 

            Kendimi özgür hissetmiyorum, zengin olmak gibi bir düşünce bazen rüyalarıma girse de çabucacık unutuyorum. Mutluluk mu? Denize girmek gibi bir şey benim için, yüzmeyi iyi bilmediğimden olsa gerek ayaklarımı suya sokup çıkartıyorum arada sırada. Azimli olmadığım gerçek fakat benim gibi insanlarında gereken değeri gördüğü bir yerler olmalı. İnsanların ne dediği umrumda değil. On sene sonra arkadaşların ev, araba almaya başladığında, yazları sıcak kumsallarda tatil yaptığında kendi kendine lanet etmeyecek misin? Aslında ben her gün kendime küfrediyorum. Nedir beni hala bu derdi çok, eğlencesi bitmeyen şehirde tutan şey. Eğer tek amaç kendini gerçekleştirmek, mutlu olmak ise nedir bu kazananın olmadığı mücadele. 

             William Wallace geliyor aklıma: "  Evet, savaşırsanız ölebilirsiniz. Kaçarsanız biraz daha yaşayabilirsiniz. Ama bundan yıllar sonra yatağınızda ölümü beklerken, o yaşadığınız günleri bu günle değiştirmeyi hayal edeceksiniz. Bu fırsatı düşleyeceksiniz ve bu günlere dönüp şunu söylemek isteyeceksiniz. Hayatlarımızı alabilirler! Ama özgürlüğümüzü asla elimizden alamazlar! ÖZGÜR İSKOÇYA!" 

              Bir çalar saat sesi ile gözlerini açıyorsun her sabaha, acele et çarp yüzüne biraz su. Bir şeyler atıştırmak için vaktin yok. Kravatını yolda da bağlayabilirsin. Koş geç kalma kaderin seni bekliyor, gecikme randevuna Murat. Kahretsin bu trafik de nedir böyle, bu kadar insan şehrin bu yakasına ne için gider. Kayıp hazine buralarda bir yerlerde olsa gerek. Şu kalabalığa bak herkesi tanıyor gibiyim. Yüzlerinde aynı maske, koyu renkli takım elbiseler, parlayan ayakkabılar, kendinden emin bir duruş. Kimim ben Dünyayı kurtaran adamın oğlu mu! Ne yaptığımın farkında mıyım? Tüm gün gözümün önünden film şeridi gibi geçen rakamlar, acele et döviz kurları her an yükselebilir, faiz lobisi yakamızda. Kahretsin mermi bitti hemen fotokopi makinasına kağıt doldurmalıyım... Ohh bugün de savaşı kaybetmedik. Şimdi gönül rahatlığı ile evime dönebilirim. Tabi metrobüste yer bulabilirsem.

                Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsün. Şimdi bana neden hayattan memnun değilsin diye soranlara sözüm. Kazandığınız para kadar mı hayatınızı yaşıyorsunuz yoksa; yaşamak için bir nedeniniz var da onun için mi para kazanıyorsunuz...Bu soruya gönül rahatlığı ile cevap verdiğim gün mutsuz olmak için bir nedenim olmayacak. 

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...