Sokaklarda, meydanlarda, işyerinde, kahvehanede,televizyonlarda, sosyal medyada maruz kaldığımız bilgi kirliliğinden sıkılanlarınız vardır diye düşünüyorum. Referandum sürecini analiz etmeye çalışıyorum. İnsanların fikirleri ve ideolojileri değişse de hala haklı olduklarını ve kendilerinin doğruyu bildiklerini iddia etmeye devam ediyorlar.
İyiyi ve kötüyü ayıramayacak bir duruma geldik. İstikrarlı olarak düşman sayımız artıyor. Buna rağmen demokrasimiz sarsılmaz bir şekilde ayakta. 17 Nisan sabahı #hayır çıkarsa ülke olarak ne bir şey kazanacağız ne de bir şey kaybedeceğiz. Durum stabil. Eğer #evet çıkarsa kimilerine göre ülkenin kalkınmasının önündeki engeller kalkacak. Ekonomi şahlanacak, terör bitecek. Dünyada sözü geçen bir ülke olacağız. Kimilerine göre ise 1933'de Adolf Hitler'in Almanya'daki zaferi sonrasındaki ortam yaşanacak. Veya Arap baharını yaşayan ülkelerin kaderini yaşayacağız. Geçmişte Kaddafi ve Mübarek örneği var.
Özel olarak videolar hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı Kur'an okuyor, yapılan yollar, köprüler, stadlar anlatılıyor. Artan kişi başına milli gelirden bahsediliyor. İhracat, ithalat, yerli savunma sanayi, küresel markalarımız vs. Tüm bunlar kolay olmadı tabi ki. Tüm bu gelişmelere engel olan askeri vesayet, terör örgütleri, cemaatler ve eski Türkiye sevdalılarına karşı mücadele de edildi. Dış mihrakları da eklemeden edemeyeceğim. Bu argümanları sıralayan iktidar partisine gönül vermiş insanları anlıyorum. Ve onlara hak veriyorum.
Diğer yanda muhalefet var. Dinin siyasete alet edildiğini söylüyorlar. Fakat iktidar partisi ideolojisini hiçbir zaman saklamadı. Muhafazakar bir iktidar tabi ki dini hassasiyetlere önem verecekti. Fakat muhalafetin haklı olduğu nokta şudur ki: Önümüzde Gülen Cemaati örneği var. Yaklaşık otuz yıl boyunca idari, askeri, akademik, spor ve kültür alanlarında geniş bir alana yayıldılar. Farklı ülkelerde hizmet verdiler. Milletvekili, müsteşar, bakanlar, generaller çıkardılar. Kanunların hazırlanmasında etkili oldular. Kamu arazilerinde, kamu ihalelerinde imtiyaz sahibi oldular. Ve tüm bunlara otuz yıl boyunca ülkedeki iktidarlar göz yumdu. Ama en çok Ak Parti iktidarı ile içli dışlı oldular. En çok bakan, milletvekili, general onların döneminde çıktı. Ergenekon ve şike davaları, sınavlarda usulsüzlükler ve askeri darbe girişimi Ak Parti iktidarı döneminde oldu. Bu yüzden muhalefetin endişeleri de sonuna kadar haklı. 2010 referandumunu hatırlayın. Evet oyu çıktı ve Yargı'daki değişiklikler sonucu atanan hakim ve savcılar FETÖ'cülerden seçildi. Bugünkü referandumda da aynı korkuyu yaşıyorlar. Çünkü bu ülkenin güvencesi sistem değil, bireylerdir.
Terörü bitirememek parlamenter sistemin kusuru değil. Ekonomik olarak kalkınamamak da. İşsizlik %12,7 olarak açıklandı. Orduda, kamuda, üniversitelerde binlerce insan ihraç edildi. Yerlerine apar topar atamalar yapılıyor. Eğitim sistemi 15 yılda kaç kez değişti belli değil. Dünya standartlarının altında eğitiyoruz çocuklarımızı. Terörü bir kenara bıraktık; toplum içi şiddet artmaya devam ediyor. Kadınlar ve kızlar tecavüze uğruyor, öldürülüyor. Devlet koruma talep eden bu insanları korumaktan aciz. Türkiye'nin en büyük futbol kulüpleri, en büyük holdingleri vergi affına başvuruyor. Bırakın vergiyi , SGK primi ödememek için Suriyeli işçi çalıştıran binlerce işletme var. Asgari ücreti arttırırsak devlet hazinesi bunu karşılayamaz diyorken, mültecilere yapılan yardımlar gözler önünde. Bu durum ülke insanları ile mültecileri karşı karşıya getiriyor. Yaptığımız iyiliklerden maraz doğuyor.
Avrupa'yı itham ederek oy devşirirken; onlara hammadde, tarım ürünleri satan ihracatçıyı hiç düşünmüyoruz. Ülkeye en çok turist gönderen ülkelerin hepsi ile siyasi sorunlarımız var. ( Rusya ile yeni iyileşmeye başladı. Almanya, Hollanda, Fransa) Doğruyu tabi ki söyleyeceğiz. Haktan yana tabi ki olacağız. Ama sokakta eğitimsiz bir insanın konuştuğu dil ile devlet yönetilecekse eğer, biz neden siyasetçileri seçiyoruz. Gider kendi derdimizi kendimiz çözeriz.
Tek dil, tek din, tek bayrak... Demokrasi, büyüme, kalkınma... Bunlar sadece siyasi slogan. Bir laf var ya hani: "Ben demokrasiye inanırım, benim partim kazandığı sürece." İnsanlar konuşacağı dili, yaşayacağı dini seçmekte özgürlerdir. Osmanlı'yı örnek alan iktidar tarihe bir baksın. Sinagog, Kilise ve Cami yüzyıllardır yan yana. Kürtçe açılımı zaten bu iktidar yaptı. Meydanlardan slogan atarak, hakaret ederek bu işler yürümeye devam ediyorsa benim bu ülkeden geleceğe dair beklentim yok.
Ben vergisini peşin ödeyen, çalmayan çırpmayan, askerliğini yapmış, toplumsal kurallara riayet eden, hukuk sistemine inanan, üretmeye çalışan, sorgulayan bir birey olarak her zaman iktidarı ve muhalefeti eleştirme özgürlüğüne sahibim. Evet demeden önce de hayır demeden önce de iyi okuyup, iyi araştırmaktan yanayım. Birilerine inat, birileri karşı olmak için oy vermeye gerek yok. Farklı görüşlerden olduğumuz için kutuplaşmaya da gerek yok. Ülke kalkınacaksa %50 sayesinde değil, herkesin kolektif çabası sayesinde kalkınacak. O yüzden aklı selim düşünelim, cehalete boyun eğmeyelim, fevri davranmayalım. Vereceğimiz oy bize, toplumsal huzur hepimize kalsın.