30 Aralık 2012 Pazar

Ben Demokrasi'ye İnanırım Benim Partim Kazandığı Sürece...

           Henüz bir ekonomist olmadığımdan dolayı bu konulardan riyakar olamıyorum. Bardağın dolu tarafına görmek hepimizin işine geliyor. Son 10 yılda Türkiye'nin ayağına harika bir fırsat geldiğini düşünenlerdenim. Belki böyle düşünmem hataydı ama bizi yönetecek olan iktidarın Allah korkusu olan, fakirin halinden anlayan, riyakar olmayan bir iktidar olacağını düşünüyordum. Benin gibi milyonlarca insanda buna kandı. Çünkü bugüne kadar halkın arasına karışan, sofrasında yemek yiyen, Allah'ın selamını alıp veren bir iktidar görmemiştik. Sağolsunlar bizi Allah ile kandırmayı da başardılar.
         
             Atanamayan öğretmenleri, Doğu'da çatısı olmayan ilkokulları, intihar eden askerleri, evini asgari ücret ile geçindirmeye çalışanları, bankalara borçlanmayan vatandaşın kalmadığı bir ortamı, her üç üniversite öğrencisinden birinin iş bulamadığı bir ülkeyi duble yollarla, bedava dağıtılan kumanyalarla, göstermelik yapılan yerli tanklarla, time dergisine kapak olmalarla, demokrasi diye yutturulan yasalarla, one minute çıkışlarıyla ayakta uyuttular.

              Ülkede ilginç bir ortam oluşmuş durumda. Paternalist bir devlet anlayışı var ama her alanda değil. Bu halkın ne izleyeceğine, ne yeyip içeceğine, kiminle arkadaşlık edeceğine, bağımsız mahkemelerine karışan iktidar ekonomiyi tamamen kapitalist bir yapıya teslim etti. Bu kadar kurum ve kuruluş özelleştirilirken hala gelir vergisi oranları arttırılamamış, devlet bütçesinin yükü mazlum halka yansıtılmış. Rakamsal olarak büyüme  ile kendimizi avutuyoruz. Türk iş adamları iktidara duacı ve bunu kriter olarak gören bir toplum. İş adamı tabi ki bu iktidara dua edecek. Kurumlar vergisinde her türlü muafiyet ve af, düşen faizler sayesinde ucuza borçlanma, özelleştirilen devlet kurumlarını hava parasına satın alma, zenginlerin yanına yeni zenginler ekleme...Eee peki halka ne oldu. Halkta zenginleşti kişi başına düşen milli gelir 12 bin dolara yakın, gayrisafi yurt içi hasıla 800 milyar dolara yaklaştı. Halk deli gibi tüketiyor. Tüketirken de farkında olmuyor bazı şeylerin. Türk halkının bankalara borcu yaklaşık 180 milyar lira civarında ve bankaların çoğu yabancı ülke ortaklı :) Madem bu kadar zenginleşti bu ülke neden tasarruf oranları bu kadar düştü. Bunun hakkında konuşan bir iktidar mensubu da göremiyoruz.

         En nihayetinde biri yer biri bakar kıyamet bundan kopar. Lale devrinin sefasını sürenler, Patrona Halil İsyanı çıktıktan sonra yatacak yer bulur mu bilinmez ama Türk halkı bir ömür borç ödemeye devam eder...

29 Aralık 2012 Cumartesi

2012 Ne Verdi? 2013'ten Ne İsteyeyim !

          Yeni bir yıla girmemize şunun şurasında 48 saat kaldı. Ben yılbaşı akşamı vur patlasın çal oynasın yapanlardan olamayacağım maalesef. Bütün bir yıl ne yaptım ki; böylesine bir gecede tüm yılın yorgunluğunu atayım. İki gün sonra bu saatlerde yani yaklaşık 23.30 civarlarında insanlar belki mükellef bir sofranın başında  bilmem kaçıncı duble rakının tadını boğazında hissederken, ben evimde oturmuş belki çay içiyor olacağım belki de kafamı kitaba gömmüş bir an önce yeni yıla girmeyi bekliyor olacağım. Yeni yıldan bir beklentim var mı? Evde bir tane çeyrek milli piyango bileti var eğer ona amorti vurursa sanırım yeni yıla dair olumlu beklentiler içinde olacağım. Düşünün ki büyük ikramiye çıksın demiyorum bile, durum o kadar vahim. Yıllarca amorti bile çıkmamış.

           Arkama yaslandım sadece bu yıl yaşananları film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum. Belki hayalini kurduğum veya planladığım gibi gelişmedi bazı şeyler. Zaten ne bekliyordum ki; hayatım boyunca hiçbir şeyi kolay yoldan elde edebildim mi ki? 2012 yılında benim gibi hayallerini gerçekleştirmeye yakın olduğunu zanneden binlerce gerizekalı üniversite öğrencisi üniversiteden mezun oldu. 4 yıl emek verdiklerini, birşey öğrendiklerini zannederek kendilerini attılar işgücü piyasasına. Ücret veya iş beğenmek kimin haddine. Aaaa olur mu hiç öyle şey. Memleket çağ atladı 1,5 milyon gerizekalı devlete kapat atarım diye önceden soruları servis edilen KPSSye girip kendisini avuturken, binlerce öğretmen çatısı olmayan, tezek ile ısınan bir okula atanabilmenin hayalini kurarken bizim haddimize mi arkadaşım 2012 yılı beklediğimiz gibi geçmedi demek.

           Geçen yıl bugünlerde kurduğum hayali anlatayım. Düşündükçe gülesim geliyor, ulan harbiden kerizmişim. O kadar çok kitap okumuşum ki kendimi de bir kitap kahramanı zannediyorum. Hayalini kurduğum işe gireceğim de, faydalı olacağını düşündüğüm işler yapacağım da, düzgün bir kız ile tanışıp mutlu anlarımın daha çok olduğu bir ilişki yaşayacakmışım da, ailemi rahata erdirecekmişim de...

            Ben çok şükür halimden memnunum. Sahip olduklarımın kıymetini de biliyorum galiba. Kardeşim dediğim 4-5 tane eşsiz insan, beni bugüne kadar yarı yolda bırakmayan sağlam bedenim, etrafı kitaplarla örülmüş toz pembe hayal dünyam, sürekli kaynamaya devam eden bir demlik çayım ve her ne kadar hayal kırıklığına da uğratmış olsam biricik ailem onlar yanımda olduğu sürece yeni yıldan bir beklentim yok. Hee ne yalan söyleyeyim sabahları koşarak gidebileceğim, Allah katında hayırlı olan bir işim olsa fena olmaz hani. Yine de halimize şükredelim yeni yılda elimizdekilerden de olmak var.

              Son olarak yeni başlangıçlar yapmak için yeni bir yılı beklemeye gerek yok, her sabah yataktan yeni hayallere uyanmak kafi yeter ki peşinden koşacak kuvvetimiz olsun...

26 Aralık 2012 Çarşamba

BABA NASİHATİ...

     İnsan nasıl bir ruh haline bürünmüş ise etrafında olup bitenleri buna göre değerlendiriyor. Okuduğum her kitabın kahramanında kendimden izler buluyorum, her filmde belli sahnelerde dejavu oluyorum. Ama bugün babamın dedikleri duyduktan sonra gerçekten bir hayli güldüm ve düşüncelere daldım.

      Bu yaşıma kadar hep sessiz kaldı, başardığım zamanlarda da hüsrana uğradığım zamanlarda da hep kenardan izlemeyi tercih etti. Elini omzuma atıp teselli de etmedi, gülerek sarılıp tebrikte...Yine de içten içe hep düşünürdüm kalbinin bir köşesinde benim için büyük ümitler besliyordu. Bir gece daha onu hayal kırıklığına uğratmanın burukluğu ile yatacağım belki ama güneşli günler pek de uzağımızda değil.

       Gelelim bugün ne olduğuna 23 yaşıma gelmeme rağmen babam hala nedense bazı şeyleri yüzüme söylemek yerine anneme fısıldamayı tercih ediyor.Aslında annemin evde yıllardır harika bir arabuluculuk yapıyor babam ile benim aramda. Ben babamdan hiç bir zaman yüzüne karşı gidip şunu istiyorum diyemedim, hep annem ön ayak oldu. Babam da bana hiç nasihatte bulunmadı hep annem elçisi oldu. Ve bugün aylardır evde boş boş oturan bana, babam önemli bir tavsiyede bulundu. Tabi ki bunu yüzüme söylemedi, sadece kendi kendine söylendi. "Gitsin AK Parti'ye üye olsun illa ki bir yerde iş bulur :)" Evet yanlış duymadım. Hayat nelere gebe. Bu söz bana okuduğum bir kitaptaki dizeleri hatırlattı. Olmuş olan gerçek olayları. Hitler döneminde Almanya'nın gücüne güç kattığı, ekonomik kalkınmasını tamamladığı, üstün ırkı yaratmaya çalıştığı, süper güç olma yolunda ilerlediği bir dönemde Nazi Partisine üye olmayanların iş bulmakta zorlandığı, bir yerlere gelmek isteyenlerin ise cirit attığı bir Alman siyasi yapısından bahsediyorum. Babam salonda konuşurken ben odamda gülümsüyordum sadece. Sağ elimi kaldırıp "Heil Tayyip" bile dedim. Kolumda ampul simgesi bir pazubant, badem bıyık falan. Hey Allahım şu zor günlerde bile mutlu olmak için #bimilyonneden :)

      Fight Club filmini de anımsadım bir yandan. Tyler Drden'ın o klişe olan ve beynime kazınan meşhur sözleri "Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız...Hepimiz heba oluyoruz...Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş...Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz...Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız...Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık...Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız..." Tam olarak bu işte; dövüşmek için bir insana, bir amaca ihtiyacımız yok. Her sabah kalktığımızda aynanın karşısındaki insan ile dövüşüyoruz zaten. Daha çok para kazanmak, daha fazla tüketmek, daha fazla kişi tarafından beğenilmek, insanlardan saygı görmek, egomuzu tatmin etmek için bitmek bilmeyen bir dövüş. Yara izi yok, acı yok sadece yılların eskittiği bir yüz ve çöpe atılan onlarca hayal...
        

15 Aralık 2012 Cumartesi

ARKA PLAN

       Tuhaf bir dönemden geçtiğimi kabul etmeliyim. Er ya da geç hayatımın bu dönemini geride kalacak ama istemeden de olsa arkamda kalbi kırılmış dostlarım, çöpe atılmış hayaller ve boş vaktimde okuyup tozlu raflara bıraktığım onlarca kitaplar bırakacağım. Kaç arkadaşım bu yazdıklarımı okur bilmiyorum ama aramadığım veya her aradıklarında vakit ayıramadığım arkadaşlarıma karşı büyük bir vefa borcum var. Aslında kendime bahane uyduruyor olabilirim ama bugüne kadar maddi imkansızlıklar elimi kolumu bağladığında arkadaşlarıma sarılmak yerine sırtımı dönüp duvara yaslanmayı yeğledim. Yaralarımı tedavi ettirmek yerine üzerine üfleyip kendi kendine geçmesini bekledim. Yaralar kapandı belki ama geride derin izler bıraktı.

        Her gece yatarken bir daha geriye getiremeyeceğim o güzel günlerin ve elimden kaçırdığım fırsatların muhasebesini yapıyorum. Bugün olduğumdan çok daha farklı yerlerde olabileceğimi hayal ederek belki de kendimi avutuyorum. İyi bir üniversiteden mezun olsaydım iyi bir etiketim olurdu. Okuldan sonra elimde yaldızlı bir diploma, cebimde yabancı dilim ile şu an belki her sabah evden ekmek almak yerine güzel işime gitmek için çıkıyor olurdum. Hayata büyük bir özgüven ile atılmak, sonrası adımlar için yere daha sağlam basmama vesile olurdu. Erken yaşta toplum içerisinde saygın bir statüye sahip olurdum. Her zaman inandığım bir şeydi, insan nasıl bir hayatı kendisine layık görüp, sahip oluyorsa öyle de bir eşi olur. Sıralamış olduğum şeyler galiba çok maddi şeyler oldu yani duygudan yoksun. Evet maalesef gerçekler bunlar, artık insanlar kutunun içindeki ile ilgilenmekten  önce ambalaj ve etiketine bakar olmuşlar...Bize satılan hayat sadece süslenip püslenmiş boş bir hediye kutusu. Onun varlığı ile kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz.

      Keşke demeyi sevmiyorum. Benim gibi herkes babası ile oturup o koca adamların keşkelerini dinliyordur.  Şu an bulunduğum yerde olmak ister miydim sence evlat. Aklımı kullansaydım çok iyi yerlerde olurdum veya bugün iyi yerlere gelen şu adamlar var ya aslında benim kadar iyi değillerdi gibi lafları çokça duyarız. Kimisinde doğruluk payı vardır kimisinde ise sadece egolar tatmin ediliyordur. Ama ne olursa olsun her zaman en içten duyguları dile getiriyordur. Peki bu adamlar bize bunları neden anlatıyor ders almamız için mi ? Yok yok hiç zannetmiyorum. Sadece yapacağımız hatalara, alacağımız yanlış kararlara sahip çıkmamızı ve onlarla mutlu bir şekilde yaşamamız gerektiğini öğütlüyorlar. Ben kendi babamdan bunu anlıyorum. Beni hiç bir zaman oyuna dahil etmedi sadece bir kenarda oturup oyunun nasıl oynandığını izlememe izin verdi. Şimdi oynama sırası bende. Ya bu oyundan başarılı olacağım, ya da kaybetmeme rağmen zevk almaya çalışacağım...

       

11 Aralık 2012 Salı

EKMEK ARASI...

       Kış kapıya dayandı. Atkılar,eldivenler, kalın montlar giyilmeye başlandı. Annemin uuu çok soğuk sıkı sıkı giyin bak hasta olup başıma kalma dediği günler geldi. Özellikle bu yıl kışın gelmesine ayrı bir sevindim. Bahanem de hazır bu soğukta dışarı çıkıpta ne yapacağız oturun oturduğunuz yerde. Malum insan işsiz olunca sağa sola gezmeye para yetiştiremiyor. Kocaman adam olduM, babamdan harçlık istemeye yüzüm yok. İyi ki geldin be karakış. Evimde oturup bir elimde sıcak çayım bir elimde kitabım oh mis.

        Bu aralar karar verme aşamasındayım. Günler çabuk geçiyor ve her geçen boş gün bendeki stres katsayısını bir kat daha arttırıyor. İşe mi girsem, acaba hayırlı bir iş bulur muyum, yok yok en iyisi askere gideyim veya üds,ales tarzı sınavlara hazırlanayım zaten gireceğim bir işe diye düşünerekten günler avucum arasından kayıp gidiyor...

         En iyi yaptığım şeylerden bir tanesidir ruh halimi koruyabilmek. Evet karamsar olduğum anlar olmuyor değil hele de hayal kırıklığına uğradığım anlar; fakat her zaman geleceğe ve güzel günlere olan inancımı koruyabilecek ufak güzellikleri cebimde taşımayı da ihmal etmiyorum. 22 yıl çarçabuk geçerken bir 22 yılı daha geçim sıkıntısı,maddi yokluklar ile kaybetmek istemiyorum. Bugüne kadar bu sıkıntıları unutturacak çok şey oldu ve olmaya da devam edecek. Peki ya olmazsa?

        Arkadaşlar ile bu aralar bir araya gelip durum değerlendirmesi yapıyoruz. Baylar bayanlar ne olacak halimiz nereye gidiyoruz böyle ? Bırakın hayalleri bir kenara, kariyer, evlilik bizim durumumuz ne olacak. Bir yanda ailemiz, bir yanda sevdiğimiz öteki yanda geleceğimiz...Ulan çoğumuz işsiz, bir çoğumuz üniversite mezunu ama tezgahtar. Millet iş yok güç yok diye kan ağlarken, bir diğeri el insaf kişi başına milli gelir arttı, zenginleştiniz be açgözlüler halinize şükredin diye bağırır. Üstüne üstlük bir de AVM'ler tıklım tıklım her geçen gün bir yenisi yapılıyor. Sen oturmuşsun bizim halimiz ne olacak diye ajitasyon yapıyorsun diyen dalkavuklarda başımızda. Sonra iyimser olmaya çalışıyorum emeğimi,hayallerimi katlayıp kenara koyuyorum ve ne olursa yaparım abi diyerek atılıyorum iş piyasasına. Bu seferde hayretler içerisinde kalıyorum. Tezgahtar olabilmek için bile bu ülkede üniversite diploması, deneyim, referans, hatta olursa bir tanıdık falan. Hadi işe girdin diyelim. Birbirinden aptal insanlarla muhattap olup, üstüne bir de alay eder gibi asgari ücretin altında maaş hatta sigorta yapmayanlar bile var.

       Tüketim toplumu olmuşuz, böyle bir ortamda herkes yarış içerisinde birbirinden geri kalmamanın uğraşını veriyor. Aslında ben bu ülkenin geleceğe dair koyduğu vizyonları da gerçekçi bulamıyorum. Milyonlarca aptala bir gün daha nasıl umut satabilirimin peşinde koşan bir yönetim. Hayaldi gerçek oldu! Gençler için artık üniversiteye girmek sorun değil, dershaneye gitmeyenleri dövüyorlar. Kredi kartı gibi bir mucize var, sokakta her köşe başında önünüzü kesip zorla bir tane veriyorlar. Okumuş adam çok piyasada; ülkenin tezgahtarı, tarla işçisi bile mühendis veya iktisatçı; hee yabancı dil bilen temizlik işçilerini de unutmayalım. İş beğenmeme gibi bir lüksün yok, hele ücret beğenmemek gibi. Asgari ücrete çalışacak milyonlarca insan var. Sigortası yapılmasa da olur. Allah sonumuzu hayır etsin ne diyeyim...Ülkenin insanları pırıl pırıl, zeka küpü ve kalifiyeli iken mecliste 550 tane ne olduğu belli olmayan adam tarafından aptal yerine konulmak. Seviyorum lan bu memleketi, aptal da olsak, mutluyuz be. Nasılsa makarna,bulgur dağıtan insanlar var. Al şu maaşı bak bunu vermeyenlerde var diyenler hele.Devir şükretme devri beyler...
        

5 Aralık 2012 Çarşamba

Uykusuz Geceler, Dile Gelmeyen Düşünceler

          Her gece olduğu gibi beni yine uyku tutmadı. Annemin demesiyle gece geç vakit yatmam ve öğlenleri ufak şekerlemeler yapmam bunun sebebiymiş. Haklılık payı yok değil; fakat asıl neden yatmak için bir nedenimin olmaması. Sabah erkenden kalkıp ağzım kulaklarımda evden güle oynaya çıkabileceğim bir işim yok, yeni bir günün bana yeni fikirler,yeni fırsatlar getireceğine dair bir umudum da yok. Eee o zaman neden erkenden yatayım. Herkesin götünde pirelerin uçuştuğu saatlerde ben kendimle baş başa hayaller aleminde volta atıyorum. Yıllardır böyledir beni benden iyi anlayan çıkmadı çünkü bugüne kadar...

           Ben çocukken babam neden hiç evde oturmaz hep dışarı giderdi diye düşünürdüm ,acaba benimle ilgilenmek istemiyor muydu derdim. Ama şimdi çok iyi anlıyorum. Aylardır evde oturuyorum, kim bütün gün evde erkek başına oturmak ister ki be arkadaş. Ev dediğin kadına aittir. Hayatım boyunca kendime bir meşgale edinmeye çalıştım yani bir uğraşım olmalı, sap gibi dolanmamalıyım etrafta. Bundan dolayıdır ki her gün yataktan kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra odama kapanıp akşama kadar kitap okuyorum, ingilizce çalışıyorum, bu aralar kendime yeni bir iş edindim vaktim oldukça beyaz sayfalara birşeyler karalıyorum. Belli olmaz belki karalayacak sayfa kalmadığında ortaya okunacak bir kitap çıkar. Bu arada annem içinde bir parantez açayım ;günahını almak istemiyorum ama sanırım yaranamıyorum. Düşünün ki cebine giren üç beş kuruş ile kitap aldığı için azarlanan ben, evde ayak altında dolanmayayım diye kendimi odama kapatmama rağmen birkaç zılgıt yemek zorundayım :) Neyse ki merhametli ve düşünceli bir annem var da her akşam pembe dizi izlerken çayın yanında kurabiye,bisküvi tarzı bir şeyler yaparak gönlümü alıyor.

           Okul bittiğinde acele etmiyordum, boru mu 4 yıl çatır çatır okudum lan ben. Öyle elinde diplomasını alıp, rulo yapıp gezdiren tiplerden olmamak için geceli gündüzlü okudum,yazdım. Ama bir yerde yanlış yaptım sanırım. Eskidendi o işler, eskidendi okuyup yazanın,yazdıklarını sorgulayıp düşünenin kıymetinin bilindiği günler.Devir samanyolu devri. Durdurak bilmeyen ,mücadelenin eksik olmadığı bir değil iki yabancı dilin şart koşulduğu, üniversite diplomasının değil, sertifikaların iş bulduğu bir devir. Bunların olmadığı durumlarda dilin farklı işlevlerinin kullanılmaya başlandığı, oley oley nidaları ile eş dostun, makam kapılarının arşınlandığı bir devir. Boş versene Murat sana ekmek çıkmaz bu devirde. Mutluluğun ve başarının cebine giren net ücret ile kıyaslandığı bir dönemde. Sen hala boş hayaller peşinde koşmaya devam et.

            Karamsar bir insan değilimdir, beni tanıyanlar bilir. Ajitasyon yapmayı sevmem, gerekte duymam zaten;çünkü ucunda bir iş, bir aş beklentimde yok. Olsaydı şimdiye al takke ver külah, dudağımın üstünde yeni çıkmaya başlayan badem bıyıklarla aranızda dolanır dururdum. Ama söylemeden de edemeyeceğim durum vahim. Çünkü haksızlıkları, olması gerekenleri veya olsaydı güzel olurdu denilen şeylerin dile getirildiği durumlarda ya herşeye muhalefet oluyorsunuzdur ya da kuyruk acınız vardır. Bazen kendimi anlatamadığımı düşünüyorum, veyahutta siz anlamıyorsunuz ama bundan yıllar önce birisi tam da ne demek istediğimi gayet açık ve net bir biçimde söylemiş. "Azimli olmadığım doğru ama azimli olmayanların da yaşayabilecekleri bir yer olmalıydı, mevcut yerlerden daha iyi bir yeri kastediyorum. Sabahın altı buçuğunda bir çalar saat sesiyle uyanıp yataktan fırlayan, giyinip zorla bir şeyler atıştıran, sıçıp, işeyip, dişini fırçalayan, saçını tarayan, başka birine büyük paralar kazandırdığı bir yere ulaşmak için trafikle boğuşan ve tüm bunlara sahip olma fırsatı bulduğu için müteşekkir olması istenen biri hayattan nasıl keyif alabilir?" 

             Evet bu mantıkta ve düşüncede olan bir insandan önemli bir işadamı, üst düzey bir yönetici, aşırı hırsları ve yükselme arzusu olan bir adamın çıkması imkansız. Olsa da riyakarlık, ikiyüzlülüktür. Benden olsa olsa, her sabah isteyerek gittiği bir işi ama kıt kanaat geçimine yetecek kadar kazanabilen, ömrü belkide sevdiği işi ile ailesi arasında geçip giden bir adam olur. Olursa da fena olmaz ama böyle bir adamla da beraber olacak bir kız olur mu orası meçhul...Yolun daha çok başındayım farkındayım bunun ;ama sabredemiyor bazen insan. Bir şeylerin bir an önce olmasını istiyor. Sadece kendisi için değil, ondan ufak bir beklentisi bir umudu olan insanlar için de. 

            Zaman insanın en büyük düşmanıdır derler. Ben hayatımın en güzel günlerinde doğru zamanda doğru yerde olamadım. Çünkü gidecek bir yolum değil birden çok yolum vardı haliyle kayboldum. Kaybolanları, elimden yitip gidenleri aramıyorum; çünkü giden geri gelmiyor. Bundan sonrası kardeşim için, sahip olduklarını sımsıkı tutup kendi yolunda ilerlemesi ve doğru zamanda doğru yerde olması için...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...