Roman Krznaric'in
"Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz" kitabını okuduktan sonra hazır
tatile de girmişken yapıştır ulan Murat dedim. Kişisel gelişim kitaplarını
okumayı bırakalı birkaç yıl olmuştu ama bu kitap daha çok iş etiği, iş
felsefesi ve birey olarak iş ve özel yaşantının ayrımını mükemmel özetlemiş.
Zaten okurken aklınızda soru işareti olan ve sizin de düşündüğünüz, yaşadığınız
şeylere o kadar güzel değinmiş ki...
Kariyerinizden nefret
ediyorsanız ne yaparsanız? Hemen hemen her sabah yataktan zorla kalktığımız bir
gerçek. Üniversitede öğrenci iken sabahları koşarak gideceğim işin hayalini
kurardım. Mezuniyet sonrası 6 ay iş aradım. Onlarca mülakata girdim. İş
beğenmediğimden değil kesinlikle. Zaten iş arama sürecinde tezgahtarlık,
konserlerde yer göstericisi, statlarda ise otopark görevlisi olarak çalıştım. O
zamanlar az kazanıyordum ama heyecanlıydım, içimde kendimi ispatlama ve mutlu
olma arzusu vardı.
Yoğun ve tempolu
çalışmak günümüzün gerçeği. Hayalini kurduğum kariyer olanağı elimde, iyi bir
şirketteyim. Fakat stres, mobbing, düzensiz iş organizasyonu bu heyecanı
öldürdü. Çalıştığınız ekip içerisinde az çalışan ama kendini iyi pazarlayan
insanlar var. Bir de çok çalışıp, herhangi bir etkiye neden olmayan etkisiz
elemanlar var. Fırsat eşitliği eğitim hayatında olduğu gibi, iş hayatında da
maalesef yok. Profesyonel deyimle referans deyin, argo tabirle torpil deyin.
Birileri basamakları ikişer ikişer çıkarken siz hala yerinizde sayıyorsunuz.
İşte böyle bir çıkmaz içinde gelecek hayalleri kurmak zorundasınız.
Kariyer olanaklarınızı
seçerken sizi motive eden şey nedir? Para, statü, saygı, tutku, yetenek, bir
fark yaratmak? Beni motive eden şey saygı, huzur, kendini gerçekleştirmekti
mesela. Bazen daha eğitimli bir anne babanın çocuğu olsaydım diye düşünüyorum.
Daha iyi bir okulda eğitim alır, özgüveni yüksek bir insan olurdum. Bazı
konularda burnumdan kıl aldırmazdım. Uzlaşmacı değil benim dediğim olacak
tipinde biri olurdum. Tuttuğumu koparırdım. Fakat aza kanaat eden,
parasızlıktan şikayet eden ama huzura ve mutluluğa önem veren bir aile de
yetiştim. Bu yüzden bugün kariyer denen illet bana saçma geliyor.
İyi bir eğitim alırsan,
iyi bir işin olur. İyi bir işin olursa bol kazançlı bir kariyerin olur.
İstediğin kadınla tanışıp, aşk evliliği yaparsın. Evin, araban, lüks
tatillerin, statün, saygınlığın olur. Kurumsal şirketlere giren insanların
algoritması bu şekilde çalışıyor. Kadınlar geleceğini garantiye alacak erkeğin
peşinde iken erkekler kariyerinde sıçrama yaratacak bağlantıların.
Azıcık güven hissi için
özgürlüğümüzden, karakterimizden, hayallerimizden vazgeçiyoruz. İyi bir insan
olmaktansa, iyi bir çalışan olmanın getirisi dünyada daha fazla. Ahireti
bilemem ama! İşlerimizden dolayı ailemize ayıracak vakit bulmakta zorlanıyoruz.
Hobilerimizden vazgeçiyoruz. Birilerinden sürekli emir almaktan, her geçen gün gerçekleştirilen
hedeflerin yerine yenilerinin konmasından sıkılmadık mı? Gözü bağlı eşek gibi
havucun peşinden gidiyoruz. Kendimizi "yarış atı" veya "ücretli
köle" gibi hissediyoruz. Kariyer ile ilgili hedeflerimizi özel
yaşantımızla nasıl uyumlu hale getireceğimizi bilmiyoruz.
Pek çoğumuz mutsuzluk
içinde yaşadığımızdan şikayet ediyoruz. Ama iş değiştirmeyi düşünmüyoruz; çünkü
güvenliğe, rahatlığa ve tutucu olmaya alışmışız. Bunlar bize huzur veriyor
olabilir ama içimizdeki maceracı ve özgür ruhu öldürmekten başka bir şey değil.
Japonya'da iş hayatı yüzünden ölenleri nitelendiren bir kelime bile var.
"Karoshi" diyorlar. Bertrand Russell'ın Aylaklığa Övgü
kitabını okuyanlar şu sözlere aşinadır. "En büyük zarar insanın çalışmanın
erdemine inanmasından gelir." Yaşam kalitemizi arttırmak için daha çok
çalışıp, ihtiyacımız olmayan tüketim ürünlerini satın alıyoruz. Kaç kişi
sabahleyin gergin sinirler, bitkinlik, hazımsız mideler yerine yaşama coşkusu
ve mutluluk ile işine başlıyor. Acaba çocuklarımız bizimle her akşam bir saat
oynamak mı ister yoksa onlara bahçeli bir ev alabilmemiz için her akşam mesaiye
kalıp para biriktirmemizi mi? Peki ya çalışan kadın olmak? İyi bir anne,
muhteşem bir iş kadını ve harika bir eş olmak demek değil midir günümüzde. Biz
erkeklerden beklenen ise çalışsın ve biraz anlayışlı olsun.
Uzun bir yazı oldu ama
anlayın bizi biraz. Kendimizi köşeye sıkışmış gibi hissediyoruz. Çalışma
koşullarından, insanlarından tavırlarından, fırsat eşitliğinin olmayışından,
hakkımızın yenildiğini düşünmekten, yaratıcılığımızın yok edilmesinden, sürekli
gerçekleştirmek zorunda olduğumuz hedeflerden, borç ödemekten, para
biriktirmekten, plan yapmaktan, hayallerimizin küçük görülmesinden sıkıldık.
Babalarımızın işiyle ve bizden daha kötü
koşullarda daha az paraya çalışanlarla kıyaslanmaktan sıkıldık. Bir şeyler
düzelsin istiyoruz. Kötü örnekleri burnumuza sokup halimize şükretmek değil
amacımız. Para ve statü bir yere kadar. Parayı ikinci plana atan insanlar da
var. Tıpkı bizim gibi. Evine gidip kitap okumak isteyen, şiir yazmak isteyen,
çocuğuna vakit ayırmak isteyen, önemli anları kaçırmak istemeyen, arkadaşları
ile rekabet edip kıskançlık krizlerine girmek istemeyen, mütevazı yaşayıp kendi
yağında kavrulup gitmek isteyen insanlar da var. Bunu bilin isteriz.