18 Mayıs 2017 Perşembe

Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz*

Roman Krznaric'in "Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz" kitabını okuduktan sonra hazır tatile de girmişken yapıştır ulan Murat dedim. Kişisel gelişim kitaplarını okumayı bırakalı birkaç yıl olmuştu ama bu kitap daha çok iş etiği, iş felsefesi ve birey olarak iş ve özel yaşantının ayrımını mükemmel özetlemiş. Zaten okurken aklınızda soru işareti olan ve sizin de düşündüğünüz, yaşadığınız şeylere o kadar güzel değinmiş ki...

Kariyerinizden nefret ediyorsanız ne yaparsanız? Hemen hemen her sabah yataktan zorla kalktığımız bir gerçek. Üniversitede öğrenci iken sabahları koşarak gideceğim işin hayalini kurardım. Mezuniyet sonrası 6 ay iş aradım. Onlarca mülakata girdim. İş beğenmediğimden değil kesinlikle. Zaten iş arama sürecinde tezgahtarlık, konserlerde yer göstericisi, statlarda ise otopark görevlisi olarak çalıştım. O zamanlar az kazanıyordum ama heyecanlıydım, içimde kendimi ispatlama ve mutlu olma arzusu vardı. 

Yoğun ve tempolu çalışmak günümüzün gerçeği. Hayalini kurduğum kariyer olanağı elimde, iyi bir şirketteyim. Fakat stres, mobbing, düzensiz iş organizasyonu bu heyecanı öldürdü. Çalıştığınız ekip içerisinde az çalışan ama kendini iyi pazarlayan insanlar var. Bir de çok çalışıp, herhangi bir etkiye neden olmayan etkisiz elemanlar var. Fırsat eşitliği eğitim hayatında olduğu gibi, iş hayatında da maalesef yok. Profesyonel deyimle referans deyin, argo tabirle torpil deyin. Birileri basamakları ikişer ikişer çıkarken siz hala yerinizde sayıyorsunuz. İşte böyle bir çıkmaz içinde gelecek hayalleri kurmak zorundasınız.

Kariyer olanaklarınızı seçerken sizi motive eden şey nedir? Para, statü, saygı, tutku, yetenek, bir fark yaratmak? Beni motive eden şey saygı, huzur, kendini gerçekleştirmekti mesela. Bazen daha eğitimli bir anne babanın çocuğu olsaydım diye düşünüyorum. Daha iyi bir okulda eğitim alır, özgüveni yüksek bir insan olurdum. Bazı konularda burnumdan kıl aldırmazdım. Uzlaşmacı değil benim dediğim olacak tipinde biri olurdum. Tuttuğumu koparırdım. Fakat aza kanaat eden, parasızlıktan şikayet eden ama huzura ve mutluluğa önem veren bir aile de yetiştim. Bu yüzden bugün kariyer denen illet bana saçma geliyor. 

İyi bir eğitim alırsan, iyi bir işin olur. İyi bir işin olursa bol kazançlı bir kariyerin olur. İstediğin kadınla tanışıp, aşk evliliği yaparsın. Evin, araban, lüks tatillerin, statün, saygınlığın olur. Kurumsal şirketlere giren insanların algoritması bu şekilde çalışıyor. Kadınlar geleceğini garantiye alacak erkeğin peşinde iken erkekler kariyerinde sıçrama yaratacak bağlantıların.

Azıcık güven hissi için özgürlüğümüzden, karakterimizden, hayallerimizden vazgeçiyoruz. İyi bir insan olmaktansa, iyi bir çalışan olmanın getirisi dünyada daha fazla. Ahireti bilemem ama! İşlerimizden dolayı ailemize ayıracak vakit bulmakta zorlanıyoruz. Hobilerimizden vazgeçiyoruz. Birilerinden sürekli emir almaktan, her geçen gün gerçekleştirilen hedeflerin yerine yenilerinin konmasından sıkılmadık mı? Gözü bağlı eşek gibi havucun peşinden gidiyoruz. Kendimizi "yarış atı" veya "ücretli köle" gibi hissediyoruz. Kariyer ile ilgili hedeflerimizi özel yaşantımızla nasıl uyumlu hale getireceğimizi bilmiyoruz.

Pek çoğumuz mutsuzluk içinde yaşadığımızdan şikayet ediyoruz. Ama iş değiştirmeyi düşünmüyoruz; çünkü güvenliğe, rahatlığa ve tutucu olmaya alışmışız. Bunlar bize huzur veriyor olabilir ama içimizdeki maceracı ve özgür ruhu öldürmekten başka bir şey değil. Japonya'da iş hayatı yüzünden ölenleri nitelendiren bir kelime bile var. "Karoshi" diyorlar.  Bertrand Russell'ın Aylaklığa Övgü kitabını okuyanlar şu sözlere aşinadır. "En büyük zarar insanın çalışmanın erdemine inanmasından gelir." Yaşam kalitemizi arttırmak için daha çok çalışıp, ihtiyacımız olmayan tüketim ürünlerini satın alıyoruz. Kaç kişi sabahleyin gergin sinirler, bitkinlik, hazımsız mideler yerine yaşama coşkusu ve mutluluk ile işine başlıyor. Acaba çocuklarımız bizimle her akşam bir saat oynamak mı ister yoksa onlara bahçeli bir ev alabilmemiz için her akşam mesaiye kalıp para biriktirmemizi mi? Peki ya çalışan kadın olmak? İyi bir anne, muhteşem bir iş kadını ve harika bir eş olmak demek değil midir günümüzde. Biz erkeklerden beklenen ise çalışsın ve biraz anlayışlı olsun. 

Uzun bir yazı oldu ama anlayın bizi biraz. Kendimizi köşeye sıkışmış gibi hissediyoruz. Çalışma koşullarından, insanlarından tavırlarından, fırsat eşitliğinin olmayışından, hakkımızın yenildiğini düşünmekten, yaratıcılığımızın yok edilmesinden, sürekli gerçekleştirmek zorunda olduğumuz hedeflerden, borç ödemekten, para biriktirmekten, plan yapmaktan, hayallerimizin küçük görülmesinden sıkıldık. Babalarımızın işiyle ve  bizden daha kötü koşullarda daha az paraya çalışanlarla kıyaslanmaktan sıkıldık. Bir şeyler düzelsin istiyoruz. Kötü örnekleri burnumuza sokup halimize şükretmek değil amacımız. Para ve statü bir yere kadar. Parayı ikinci plana atan insanlar da var. Tıpkı bizim gibi. Evine gidip kitap okumak isteyen, şiir yazmak isteyen, çocuğuna vakit ayırmak isteyen, önemli anları kaçırmak istemeyen, arkadaşları ile rekabet edip kıskançlık krizlerine girmek istemeyen, mütevazı yaşayıp kendi yağında kavrulup gitmek isteyen insanlar da var. Bunu bilin isteriz.

14 Mayıs 2017 Pazar

NANA...

       Anneler Günü sayesinde herkesin üzerinde emeği olan güzel anneleri tanımış olduk. Kimileri boynuna sarılmış, kocaman gülümsemiş fotoğraf karesinde, kimisi yıllar öncesine gönderme yapmış. Kahvaltı sofralarını yılın bir günlüğüne mahsus babalar hazırlamış, şiirler yazılmış, şarkılar söylenmiş... İyi ki doğurmuşum, iyi ki büyütmüşüm. Bir de anne acısı çekenler var. Soğuk mezar taşına yüz sürenler, eski fotoğraflara bakıp göz yaşı dökenler...

        Genç yaşta anne olan kadınların çocukları olarak şanslı mıyız bilmiyorum? Deneme yanılma yoluyla, çocukla çocuk olarak büyüttüler bizi. Beraber yaptık ödevlerimizi, bizim aldığımız notlar onların notlarıydı aslında. Her diploma alışımızda onların gururu, onların başarısıydı. Beraber büyüdük, beraber üzüldük, biz onların hatalarından ders çıkardıkları evlatları olduk. Çok duygusal yazmak değil amacım. Geçmişten bugüne geldiğimiz o meşakkatli yolu anlatmak derdim. 

          11 yaşımda Şeker Portakalını elime tutuşturup, kafama vura vura kitap okumayı aşılayan kadın. Bugün az oku eşek sıpası, kenara üç beş kuruş para koy, her ay bir çeyrek altın al diyerek kafama vurmaya devam ediyor.  Babamı eleştirdiğimde toz kondurmuyor 30 yıllık kocasına. Anca ben eleştiririm diyor. Benim yerime hayaller kuruyor. Benim başarım, benim mutluluğum, benim ideallerim günün sonunda bizim oluyor. 

         Anneannem öldüğünde hıçkıra hıçkıra ilk o arıyor. İlker'den iyi haberler beklerken benim için zor olacağını bile bile "Gitti oğlum" diyebilecek kadar metanetli oluyor. Babam gibi çalışmak istiyordum ama onun gibi yok olmak istemiyordum. Aynı yerde yaşayıp ölmek istemiyordum. Kaçma hayalleri kurduğum her günün sabahında öperek uyandırıp en güzel kahvaltıları hazırlıyordu. 

"İnsan çıtır ekmeği ısırdığında 
Kırıklar dolar kucağına 
İşte orası umudun tarlasıdır." diyordu ya Didem Madak. İşte çocukluğumuz böylesine güzel anılarla doluydu. 

         Anneannem gelir bir de aklıma. Ardında kendi gibi 4 kız evlat bırakmış. Hepsi birbirinden farklı. Neriman ailenin koruyucu meleği, herkes onun kanatları altında. Keziban aza kanaat etmenin, mücadelenin timsali. Mihriban en güzel sohbetlerin, gülümsemelerin, mutluluğun simgesi. Zeynep şefkatin, sevginin, huzurun sığınağı... Didem Madak bu dizeleri ile hep Anneannemi hatırlatır bize:

"Annem çok sevinmelerin kadınıydı
Bazen sevince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman gitsem soğuktur oysa
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz..."


         Evet biz evlatlar olarak yine kendi bildiğimiz yoldan gideceğiz. Cebimizde nasihatler, arkamızda edilen dualar. Duygularımızı sözle değil yazarak dile getireceğiz bazen, tıpkı benim yaptığım gibi. Beraber olduğumuz her kadında annelerimizden bir parça arayacağız. O beğenmediğimiz yuvalara hasret kalacağız. Babamızı eleştirip, babamız kadar olamayacağız.  Kim istemez iyi bir evlat olmayı, o yüzden evlatlar en iyi bildiği şekilde yapsın bunu. Ben biraz karamsar, biraz muzip olacağım. Sürekli hayaller kurup, kırıklarını toplayacağım. Paraya önem vermiyorum demeye devam edeceğim. Bolca okuyup kitaplardan bir sığınak inşa edeceğim. Çocukluğumun İzmit'ini çocuklarıma da yaşatacağım. Mutlu olmayacağım ama o yolda ilerlemeye çabalayacağım. Ve tüm bunları Annem'le yapacağım...

7 Mayıs 2017 Pazar

Drama Yolları...

   Bu dünyaya beklentilere karşılık vermeye, başkasının izinden gitmeye, ezberlere uymaya, aynı şarkının nakaratı olmaya gelmedim. Ben, benim Ey Romalılar... İşte meydan; toprağa hayallerim karışmış, ezilmiş onlarca düşlerim, yarım kalmış benliğim. Herkesin derdi varlıklı olabilmek, benimkisi ise var olabilmek. 

      Mutluluk tacirleri dört yanımızı sarmış. Çeyrek altın lobisi ensemizde. Anneler kafamıza vuruyor, her ay kenara bir çeyrek altın koy diye. Bu kadar okuyup ne olacaksın ki! Bak falanca teyzenin oğlu okudu adam oldu. İşi gücü yerinde, çok para kazanıyor. Hayal kurmuyormuş benim gibi. Hayallerini satın alıyormuş. Sahi nereye gidiyoruz böyle kuzum. Biz birilerinin yerinde olmak istiyoruz. Birileri de bizim yerimizde. Kendi olmak isteyen kaç kişi kaldık ki bu dünyada. 

       Babalar uzaktan severmiş, belli etmezmiş hiç. Anneler çok korumacı. Yüzünüze karşı iken yeterli görmez ama siz yok iken yere göğe sığdıramaz. Bundan olsa gerek kendimizi ciddiye almayışımız. Hala söylenen nasihatler aynı. "Siz daha ne gördünüz ki, hele bir askere gidin. Gittik. Hele bir kendi paranızı kazanın. Kazandık. Dost kazığı yiyin. Yedik. Çok sevin ayaklarınız titresin, sürüne sürüne yaşadık aylarca. Başkaları mutlu olurken uzaktan izleyip hasetinizden çatlayın. Çatladık, parçaları birleştirmekle uğraşıyoruz. Evlenin bizi daha iyi anlayacaksınız... Evlenmiyorum. Kenara para koymuyorum, taşı sıksam suyunu çıkartırım. Ama kendimin turşusunu kurdurmam. Yarın bana isyan edip, yapamadığı şeyler, sahip olamadığı imkanlar için anasına babasına küfür edemeyip kendine küfür eden evlatlarım olsun istemiyorum. Kimsenin omuzunda yük olmadan yaşamak nasip olsun herkese, pişmanlıklar, alınamayan kararlar, yarım kalan hayaller sırtımıza yapışmasın. 

       İşinizden bunalıp intihar edecek seviyeye geldiğiniz de siktir olup gitme özgürlüğünüz olsun. Bir başkası ne der acaba? Kariyerim ne olur, ya işsiz kalırsam, para kazanmam gerekiyor? Bu sorular aklınıza geliyor ve olduğunuz yerde sefil hayatınıza devam ediyorsanız. Tebrikler, hayırlı bir evlat, sadık bir çalışan, mutsuz bir insan olmuşsunuz demektir. 

    Ama karamsarlığa kapılmayın. Sığınacak limanlar vardır illa ki. Bir kadın tarafından sevilemeyecek kadar çekilmez ve zor bir insan olabilirsiniz! Ama bu sizin küçük şeylerden mutlu olamayacağınız anlamına gelmiyor. Misal şiirler var.. Ne diyor Haydar Ergülen:
"Herkesin kaybettiği aşkı,
  Ben de bulamadım küçük bir oğlan gibi
  Sanki acının mutluluk olduğuna inandırmışlar da
  Çocukluğumda inanacak başka bir şey kalmamış bana..."

      Burnumun dikine gitmeyi seviyorum. Karamsarlığım için beni terk edenlere, uzaktan da olsa arkadaş kalalım diyenlere kızmıyorum. Farklı jenerasyonlar olduğumuz için beni anlamayan anneme babama da kızmıyorum. Benden çok para kazanıp, doğuştan sahip olduğu zenginliklerin nimetini yiyen akrabalarımı, dostlarımı kıskanmıyorum. Üç kuruş para için menfaat ilişkisi kurup, kazık atan can dostuma da kızmıyorum. Ben en çok kendime kızıyorum. Bunca saçmalığa nasıl katlanıyorum. Sahi sabah kalkıp işe gidecek kuvveti nereden buluyorum. Maneviyat olmayan masaya oturup nasıl çalışıyorum saatlerce. Beni anlamayan insanlarla nasıl aynı ortamda yaşıyorum yıllardır. Ama halimize şükretmeliyiz değil mi? Altın kafese konan bir kuş misali... 
   
         O zaman Can Baba ile bitireyim kendime karşı olan isyanımı;
Biliyorum suçluyum, razıyım cezama
Çalmadım, öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım.
Na'aptım biliyor musunuz Reis Bey?
Tuttum insanları sevdim...
        

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Karanlığa Bir Mum'da Sen Yak !

       Bugün apayrı şeyler yazmak istiyorum. İş çıkışı ekipçe Gayrettepe Metrosundaki Karanlıkta Diyalog etkinliğine katıldık. 1 saat boyunca zifiri karanlıkta elimizde görme engellilerin kullandığı sopalar ile duvara ve birbirimize tutunarak farklı bir deneyim yaşadık. Ki bunları zar zor yaparken bir de rehberimiz vardı. 

     Güya okumuş, çok bilmiş, duyarlı insanlarız ya. Hani her şeyi gözlemleyip kendi değer yargılarımızı şekillendiriyoruz. Empati kurmak veya görme engellilerin yaşadığı zorlukları anlamaktan ziyade ben daha çok yaşamın güzelliğini anladım bir kez daha. Dikkat edersek çevremizdeki engelli insanlar genelde çok naif, nazik, güler yüzlü, anlayışlı insanlardır. Yani ben böyle olduklarını düşünüyorum. Bir insanı görünüşüyle yargılayamıyorsunuz. Kalp gözü denen şey var ya. Bir insanı sesinden tanıyorsunuz. Samimiyetini, sevgisini, sevecenliğini kelimelerden ve seslerden anlıyorsunuz. Birbirinize dokunmak o kadar özel bir şey ki. 

       Bir yere yetişmek için acele etmek zorunda değilsiniz. Hayatı sindire sindire yaşıyorsunuz. Görmeden hayata pozitif bakabiliyorsunuz. Kendi iç dünyanızda düşüncelerinizle, hayallerinizle karanlığa bir mum yakıyorsunuz. Bizler gören gözlerimizle konuşurken birbirimizin yüzüne bakmazken, onlar siz konuştuğunuzda gülen gözleri ile sizi dinliyor ya. Nasıl bir güzelliktir anlatamam. Egoyu tamamen kaldırıp çöpe atıyorsunuz. Dış görünüşün bir önemi yok hayatta. En fazla sesinizin güzelliği ile bir adım öndesiniz. Tutunacak dalınız; yolunuzu bulmak için girdiğiniz bir kol veya beyaz bir çubuk değil. İyi niyetiniz, dürüstlüğünüz, sevecenliğiniz size her daim yol gösteriyor, önünüzü aydınlatıyor. 

     Türkiye'de sıradan bir vatandaş olarak yolda yürümek zor iken, bir de onları düşünün. Kaldırımlarda yürümek her geçen zorlaşırken, dükkanlar tarafından işgal edilirken kaldırımlar, insanlar birbirini ezercesine yürürken, onların iyiliği için yapılan sarı çizgileri biz işgal ederken, onların bize gösterdiği hoşgörüye ne demeli. Engeli olanlar onlar değil bizleriz. 

         Bugün görme engelli bir insanı kıskandım; hayata benden daha pozitif bakabildiği için. Mantığı ile duygularını aynı terazide adilce tartabildiği için kıskandım. Güzellikleri görmek için bir çift gözden fazlasına sahip olmamız gerektiğini hatırlattığı için kıskandım. Her şey daha güzel olacak onlar hayatımızda daha fazla yer aldığında. O yüzden bizle ayrı yolda yürümesinler, bizden uzağa oturmasınlar, sessiz gülmesinler, yere bakmasınlar... Karanlığa gömüldüğümüz şu hayatta yolumuzu o güzel kalpleri ile aydınlatsınlar.  

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...