30 Temmuz 2017 Pazar

Kim İstemez Mutlu Olmayı...

Profesyonel destek almaktansa kendi kendime teşhis koyup, cebimde kalan parayı kitaba gömmenin mutluluğu ile yazıyorum bu satırları. Zaman zaman hepimize gelen buhran dönemlerinden birini yaşamaktayım sanırım. Allahını seven defansa gelsin. 

İşte böyle dönemlerde "Ölücez lan, yarın yaşayacağımızın garantisi yok" diyerekten kendimi avutuyorum. Yani mükemmel bir kariyer yapsak da, 10 bin net maaş alsak da, dünyayı gezsek de, ev-araba alsak da o pamuğu götümüze tıkayacaklar. Başka yolu yok. Fakat insan oğlu doğası gereği hayvanların aksine düşünebilen değil de kıskanabilen bir varlık olduğu için illa bir şeylerde birilerinden iyi olmak zorundayız. 

Çocukken benim babam seni babanı döverdi. Bizim arabamız en son model. Bizim yazlığımız var. Biz aslında çok zengindik ama battık. Bunlar klişe söylemlerdi. Hele bir de ergenlik dönemleri yok mu? Benim çüküm seninkinden daha büyük kompleksleri? Gün gün cetvelle, karış hesabı ile süreci takip ettik. Bir nesil ders çalışması gerekirken mastürbasyon yaparak  heba etti gençliğini. Yoksa biz de İstanbul'da üniversiteyi kazanmasını bilirdik. 

Yaş oldu 27. Bazı şeyler değişir diye düşünürdük hep. Ama iş hayatına girince anladık ki; benim çüküm seninkinden hala büyük diyenler insanlar varmış. Diplomanda yazan üniversiteden, doğduğun şehire, aldığın maaşa, oturduğun semte, kullandığın arabaya, harcadığın paraya, tatile gittiğin yerlere, yurt dışında gezdiğin ülkelere, beraber olduğun kadınlara kadar bir rekabet içindesin. Çocukluğunu özler duruma geliyor insan. Çünkü çocukken birisi benim çüküm seninkinden büyük dediğinde sen de karşılık olarak "önemli olan büyüklüğü değil işlevi" deyip savuşturabiliyordun. Peki ya şimdi öyle mi? 

Yok efendim benim ideallerim var. Martin Luther King'e selam olsun "Benim bir hayalim var".  Aza kanaat ediyorum efendim ben. Küçük şeyler beni mutlu ediyor falan. Bak görüyor musun hala küçük şeylerden bahsediyoruz. Amına koyim kedi gibi dokuz canımız yok ya da Süper Mario gibi tuğlaya kafa attığımızda gökten düşen mantarı yiyerek büyüyemiyoruz. Bir kere geliyoruz lan bu hayata. 

İşten ne kadar çok vakit ayırabilirsin kendine onu düşün. Bedenin dünyayı gezemeyebilir. Vaktin yoktur, paran yoktur. Ama düşünce dünyan özgür. Okuduğun kitaplar, tanıdığın insanlar kadar zenginsin. İsminin önünde yazan "title" ölünce mezarına yazılmıyor. Genel Müdür Murat Koçhan diye yazmayacaklar mezar taşına. Hüvelbaki yazıp kürekle ağzına verecekler toprağı. İşyerine yakın yerde oturmayı siktir et. Sana huzur veren, komşuluk bağları kurabileceğin semtte, apartmanda otur. Misal Kuzguncuk'ta ev bulursan orada yaşa. Kedilerle, köpeklerle aynı sokağı paylaş. Ahşap taburede oturup ince belli bardaktan çayını iç. 

Pahalı restoranda size beyefendi diyen garsonlardan değil de; yüzüne gülen halini hatrını soran, abi diyen, evladım diyen esnafın elinden ye yemeğini. Takım elbise giymekten bunalıyorsun zaten. İşten çıkınca giy şortunu, giy eşofmanını rahat rahat gez. Seni olduğun gibi kabul eden insanlarla arkadaş olmaya çalış. Küfür etmek en büyük özgürlüklerden biri. Şiddetin en masumu. Can Yücel gibi her zaman dürüst ol. Göte göt demesini bil. 

Şimdi benimle mandıra filozofu diye taşak geçenlere de aldırmıyorum. Ben benim en nihayetinde. Kaç para kazanırsam kazanayım yine birileri benden daha fazla para kazanacak. Ev sahibi olsam da bir başkası daha güzel bir eve sahip olacak, arabam olsa bir başkası daha pahalı bir arabaya binecek. Evlensem bir başkası mutlaka benden daha mutlu olacak. O yüzden Bukowski'nin de dediği üzere: "Beni, sizi anlamak zorunda bırakmayın daha önemli işlerim var..."


Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...