17 Ocak 2015 Cumartesi

Bana Masal Anlatma !

       Gecenin geç saatleri, sokaklar bomboş iki arkadaş ağır adımlarla ilerliyoruz. Sesimiz gittikçe yükseliyor, ne olacak bizim bu halimiz diyoruz. Kah gülüyoruz, kah küfrediyoruz. Ama yine de yola devam ediyoruz. Bir gün kocaman adamlar olup evlilik hayalleri kuracağımızı düşünmezdik. Çünkü birbirimizi hep mahalle arasında top oynarken, kaldırımlarda oturup çekirdek çıtlatıp kola içerken hatırlıyoruz. Bizi biz yapan tüm değerlere, anılara savaş açmışız farkında olmadan. Hayattan tat alamamamızın sebebi bu olsa gerek.

         Çok mu erken öğrendik bazı şeyleri diyorum kendi kendime. Hala alışamadım yeni kimliğime. Gittiğim her yerde mahallemin sıcaklığını arıyorum, yeni insanlardan kırk yıllık dostlarımın samimiyetini bekliyorum umarsızca. Mesai bitince koşarak geliyorum evime. Kalbimde yeni insanlara yer yok, sessizce izliyorum etrafta olup bitenleri.

          Birer birer evleniyor sevip de açılamadığımız kızlar. Acaba mutlu eder miyiz diye düşünürken, birileri ilk adımı hep bizden önce atıyor. Bize kalan hep mutluluklar dilemek. Birkaç yıla kucağında çocuğuyla geçerken mahalleden, uzaktan soğuk bir merhaba. Sonra herkes kendi yoluna. Neyse ki aşktan nasibini alamamış birkaç dostum var da oturup iki lafın belini kırıp, güzelim kızların dedikodularını yapabiliyoruz. Kuzguncuğa gidiyoruz, teselliyi sıcak çikolatada biraz da deniz manzarasında buluyoruz. Mustafa farklı limanlara yelken açıyor, Evren'in söyleyecek sözü yok belki ama karizması yeter. Mahmut desen siyasi kişiliği hep bir adım önünde. Ben mi? Aradığı dostluğu belki de sevdiği kitaplarda bularak yalnızlığın yollarında yürümek istemişimdir.

            Koskoca mezar taşlarını diktiler İstanbul'un bedenine. Asrın projesiyle mesafeler kısaldı belki ama. Martılar artık daha yalnız. Hem o soğuk kış günlerinde, koşarak cam kenarına burnumuzu yaslayarak eşsiz boğaz manzarasını izlemek, sıcacık çay ile ellerini ısıtmak. Var mı bunun ikamesi dostlar. Gencecik bedenimde her geçen gün yaşlanan bir ruh; geçmişe özlem duyuyor. Rengarenk bir dünya vaat edenler aslında her yeri aynı renge boyuyor fark edemiyoruz. Neden böyle oldum bilmiyorum; düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ediyorum. Gülmek için ekstra çaba sarf etmek zorundayım, mutluluğu beyaz perdede arıyorum. Filmin sonunda birkaç dakikalığına da olsa kırmızı yanaklar ve kocaman gülümse ile koltuğumdan kalkarken yavaşça soluyor yüzümde hayat belirtileri.

            Birkaç dost, koyu dem çay, okunmaya değer kitaplarım, annemin kurabiyeleri, Dila'nın masmavi gözleri ve benim bir an önce gerçekleştirmek istediğim hayallerim...Elde avuçta ne varsa koyuyorum masanın önüne. Aslında apaçık ortada herşey. Yine sabah olacak, yine yeni bir gün başlayacak ve ben yine öleceğim...
           

11 Ocak 2015 Pazar

Pardon Bir Parça Mutluluk Alabilir miyim? Gazete kağıdına sararsanız sevinirim...

         Bini aşkın kitap ve yüzlerce filmden sonra 20'li yaş bunalımını atlatmaya çalışıyorum. Tam atlattım derken 30'lu yaş bunalımı ile karşı karşıya kalacağımında farkındayım. Şu genç yaşımızda ekonomik bir kriz ile mücadele etmek zorunda kalmadık, işsiz kalma korkusu bizi daha fazla tamahkar yaptı. Artık ucuz işlerde, büyük hayallerin peşinde koşuyoruz. Bizim buhranımız kendimizle. Her geçen gün daha üretken ve daha azimli olmak zorundayız. Yükselen binalar gibi hayat standartları da yükseliyor. Üst katlardan yerimizi almak zorundayız.

          Jim Carrey'nin filmlerini her zaman hayranlıkla izledim. Güldürürken düşündürmek diye bir gerçek var ya. Bunu her zaman başardığına inanıyorum. Onca saçmalığın ve gereksiz uğraşlarının arasında hayatına bir anlam yükleyebilmesi her filminde karşımıza çıkıyor. Benim favorim tabi ki de YES MAN. Her ne olursa olsun hayattan zevk alamayan, mutluluğu Kaf Dağı'nın arkasında zanneden birisiyim. Filmdeki gibi çevremdeki insanlara sürekli bahaneler üretiyorum tıpkı kendime yaptığım gibi. Çalan telefonlara cevap vermiyorum, bayramda kimseye mesaj çekmiyorum. Doğum günleri ve düğünlerin olduğu günlerde genelde hastayım veya bir yakınım vefat etmiştir. Hayatımı küçücük bir kutu içinde yaşıyorum. Yeniliklere yer kalmadığı için kısır bir döngü içinde yuvarlanıp gidiyorum. İzleyenler bilir o meşhur sahnede beyaz saçlı adam gelir ve kahramanımızın karşısına oturur. Ve ona aslında bilip de yıllardır kabullenemediği şeyleri bir çırpı da suratına çarpar. Hem de yüzlerce kişinin önünde. Bir sevgilin bile yok ve hayatının aşkını kaybettin; çünkü o hayatını yaşayamayan bir adamla birlikte olmak istemedi. 

           Her gün bir çalar saat sesi ile uyanıp, her sabah aynı asık suratlara bakıyorsun. Bu gerçekten böyle çünkü sabah 6:30'da kimseyi gülümseyerek işe giderken göremedim henüz. Kurumsal çevrede sizden yaratıcı, yeteneklerini etkin bir şekilde kullanan bir kültür robotu olmanızı isterler. Evet aynen öyle. Çok çalışacaksın, sürekli kendini geliştireceksin, kendine ve ailene vakit ayıracaksın, yeniliklere açık olacaksın. Evet bunların hepsini 7 gün 24 saat yapabilecek zamana sahipsin. Farkına varman gereken tek şey özgür olduğunu ve bunların hepsini yapabilecek enerjiye sahip olduğunu unutmamak :)

           Hep önemsenmek istiyoruz. Hiç unutmuyorum. Bir gün askerde yorgunluktan çimlere uzanmışım. Üzerimdeki kamuflajdan olsa gerek tuhaf düşüncelere daldım. Acaba şehit olsam ne olurdu. Koskoca bir ömür cennete girmek için çabalamaktansa, John Rambo gibi kalabalığa dalsam ne bırakırdım arkamda. Kendimi kurtarmak için arkamdakileri çaresiz bırakırdım sadece o kadar. Çünkü günümüzde sokaklara şehit adları veriliyor. Askerlerin ailelerine kalan sadece bu.

            Küçük bir çocuk iken dünyanın bir oyun bahçesi olduğunun farkındayız fakat bunu büyüdüğümüzde unutuyoruz. Kendimizi hayatın akışına bırakamayacak kadar çaresiziz. Mutluluğa ve zenginliğe o kadar açız ki; özgür olduğumuz unuttuk. Bunalım da değilim; ama dostlar size de tuhaf gelmiyor mu? Facebook'ta duvarınızda herkesin mutlu resimleri, hayatında yaptığı tek tatilde çekilmiş yüzlerce fotoğraf. Bir türlü sevemedim dışarıda vakit geçirmeyi, evimdeki çayın ve kurabiyenin tadını bulamadım belki de. Evimdeki huzur ve mutluluk benim, paha biçilemez. Peki  dışarıda öyle mi? Kaç para veriyoruz içeri girerken, kredi kartına kaç taksit yapıyorlar sevdiğiniz tatları, sıcak bir ortamı.

           Yine karamsar bir yazı yazdığımın farkındayım. Fakat çok da umrumda değil.  Söylecek söz kalmadı ise kapanışı bu kez bir film repliği ile yapıyorum. "Bu düşen bir toplumun hikayesi..Düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şunu tekrar edermiş: Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda.Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır."


1 Ocak 2015 Perşembe

Sonra dedim ki : Hayırlısı Be Gülüm...

       Koskoca bir yılı daha geri bırakırken üzüntülerimi halı altına süpürdüm, dostlarım her daim yanımda, ailem olmazsa olmazım, hayallerim ise ekmek arası; koparıp koparıp yiyorum. Yeni yıla iyi dilekler ile girmeyi bir kenara bıraktım. Düşler ülkesinde yaşamadığımızı kabullenmek gerek artık. Bu arada karamsar olduğum ile ilgili çokça yorum almaya başladım. Kusura bakmayın ama bunu diyenler beni ya hiç tanımıyor ya da laf olsun torba dolsun diye konuşuyor. İşin özü şu, her insanın başına gelebilecek bir durum tükenmişlik sendromuna yakalandım. Hani şu Hürrem Sultan'ın hastalığı...Her neyse herhalde zaman ile geçer çok da önemsenecek bir şey olmasa gerek. 


        Geçmişi her zaman özlemle anarım. 2014'te geçmişte kaldığına göre ne bıraktım diye düşünüyorum geride. Ömrümün 6 ayını sosyal bir deneye harcadım mesela. İleride torunlarıma anlatabileceğim askerlik anılarım oldu. Belki sokakta görsem selam vermeyeceğim adamlar ile aynı koğuşta yatıp, her gün değişen ruh hallerine tanık oldum. Sefaletten kaçıp sığınan, uyuşturucu müptelası, gençlik hatası, cinayet zanlısı hepsinden vardı bir parça bu altı ayda. Belki hayatımda ilk kez gönülden şükretme fırsatı buldum. İyi bir aileye, iyi bir eğitime sahip olmanın değerini anladım. 

            Bu hayatta en çok neyden kaçarsak, aslında en sonunda ona yakalandığımızı öğrendim. Mutluluğu ararken, hayatı sorgularken 20'li yaşlarımı tükettiğimin farkına vardım. Çocukça hatalara pek de yer yok artık hayatımızda. Küçük iken misket oynadığım çocuklar, çocuk sahibi olmuş ev geçindiriyorken, oyuncak bebeklerinin saçlarını tarayanlar kendi çocuklarını kucağına almış. 

           Zaman her şeyin ilacı ise bir an önce düzenimi kurduğum, başımı gönül rahatlığı ile yastığıma koyabileceğim zamana gelmek istiyorum. Aynı hayallerde bir araya geleceğimiz ruh ikizlerimiz bir yerlerde bizi bekliyor. Biz sadece varacağımız yere biletimizi almadık. Sanırım stresli ama güzel günler bekliyor. Yüzlerce okunmaya değer kitap elime geçecek bu yıl. Okurken ayrı bir haz, yazarken ayrı haz duyacağım. Niye olmasın belki bu yılın sonunda yarıda bıraktığım kitap çalışmamı tamamlarım. Yalnızlığın verdiği o özgürlükten ve rahatlıktan vazgeçip bir kıza aşık olabilirim. Veya aşıkmış gibi davranmayı deneyebilirim. Neden olmasın yani... Herkes yapabiliyorsa benim neyim eksik :) 

              Velhasıl kelam, özlü sözler ile yazılarımı tamamlamayı severim. Bu yıl hayat felsefemi değiştirmeye karar verdim. Bunu anlatabileceğim en iyi söz ile yazıma son veriyorum. "Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanin boyu hizasındadır."

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...