27 Haziran 2015 Cumartesi

Huzura Giderken Kedere Uğradım...

            Yüzüme yüzüme esiyor rüzgar , inatla gidiyorum üstüne. Dudaklarımda ince bir gülümseme , sonraki hamleyi savuştururcasına. Trafik bugün akıyor , insanların yüzündeki telaş her zaman ki gibi aynı. Kimisi arka koltuğa kitaplarını , kimisi hayallerini atmış. Hee sıcak ekmeği de unutmamak lazım. Helal kokan , hayat kokan...

              Boş bir banka kuruldum, bacak bacak üstüne attım. Derin bir nefes aldım boğazın havasından. Önümdeki sayfalara üfledim. Arada daldı gözlerim; yakından görüp uzaktan sevdik. Söyleyecek sözümüz, yazacak kelimelerimiz, tek kişilik sevdamız bir de verecek canımız vardı. Gerisi laf-ı güzaf. Bırak dostum üzerindeki gömleğin eskisin , yamalı olsun. Hiç olmazsa incir ağacına çıktığını bilsinler. Kıyafet dediğin nedir ki çıplaklığını örtmek için değil mi? Utanmıyorum dostum sadece ; fikirlerimin para etmediği , hayallerimin bakiyeye yansımadığı bu dünyada kendime yetemiyorum.

                "Ne diyordu Gogol; Toplumdan uzak bir yaşam sürmekten, doğayı doya doya incelemekten , iyi bir kitap okumaktan daha güzel ne vardır şu yeryüzünde ?" Parkta bir ara gözüm yere çömelmiş kantarı ile insanları tartan çocuğa ilişiyor. Kardeşim geliyor o an aklıma. Aynı yaştalar. Adil miydi bu hayat. Halbuki ikisinin de gözlerinde hayat var, umut var , ama birinin fırsatı yok. Biri ekmeğin değerini biliyor , diğeri anca tadını. Daha fazla dayanamıyorum. Bakışlarım rahatsız etmiş olsa gerek. Gidiyor oracıktan. Kitabımla baş başa bırakıyor beni.


                  Yeter artık diyorum ağır ağır yürümeye başlıyorum sahil boyu Beylerbeyi'ne kadar. Allah beni sınıyor galiba. Yol boyu dilenciler , sakatlar , çimenlere uzanmış mülteciler , simit satan gençler. Bir cümle takılıyor dilime bir zamanlar okuduğum. Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır.  Huzur bulmaya geldiğim yakada , dibine kadar kedere batıyorum. Çocuk iken sıkıldığım zamanlar şirinlerin köyü gelirdi aklıma. Şimdi ise evim geliyor. Sıcak yemek , eşsiz lezzet , muhabbet kokan çay , kitap kokan odam...

                   Her şeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyormuş ya. O yüzden istemekten vazgeçtim , kanaat ediyorum. Arada hayıflanıyorum ama sonunda şükrediyorum.  

21 Haziran 2015 Pazar

Babalar Ve Oğulları...

        Bir Pazar günü , annem parmak uçlarında yürüyerek mutfağa süzülüyor. Babam tüm haftanın yorgunluğunu atarcasına yatakta 2.80 uzanmış. Ben televizyonun başındayım. Tsubasa'nın jeneriklik gollerini seyrediyorum. Derken sofra hazırlanmış. Yüzümde aptal bir gülümseme, babam soluksuz ağzına ekmeği tıkıyor. Sanki biz masada yokmuşuz gibi. Sanırım babasının oğlu olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.

     
        Babamın sırtındayım. Bozkurt'ta tribünler tıklım tıklım. Saha toprak , insanlar heyecanlı , çocukların ağzı kulaklarında. Tellere yaklaşıyorum. Yalvarıyorum Hüseyin abi'ye ne olur beni de alın aranıza diye. Gülümsüyorlar bana , hafiften de alaya alıyorlar. Biz zaten seni bekliyorduk hani nerede formanı getirmemişsin. Yaşlı gözlerle babama dönüyorum. Benim neden formam yok diye.  Çok değil bir kaç yıl sonra üzerimden çıkarmamak üzere o kırmızı beyaz formayı giyecektim. Yüzlerce maç , şampiyonluk kupası , unutulmaz dostluklar , sayısız hatıra...

        14 yaşındayım , bir maç sonrası yorgunluktan gözlerimin altı kızarmış. Hepimiz mutluyuz. Yine kazandık , emin adımlarla ilerliyoruz. Hayallerimize tutunmaya az kalmış. Hani o ismini sayıklayarak uyuduğumuz futbolcular var ya. Artık biz de onlar gibi olacaktık. Olmadı... Maç sonrası çantamı almış ağır ağır ilerliyorum. Utanıyorum babama nasıldım demeye? İçim içime sığmıyor. Bir söz çıksa ağzından , elalemin ne dediği umrumda değil. Önemli olan babamın takdir etmesiydi. Dedim ya tuhaftı bizim adam. Nasıldım diye sorduğumda? "Siz de topçu musunuz be, biz sizin yaşınızda iken tozu dumana katardık. Bir tekme ile yere düşülür mü..."

           Gel zaman git zaman çok sular aktı. Ne istediysem aldı koca yürekli adam; ama ben de her zaman ne istediğimi bildim. Dışı sert içi yumuşaktı , arkadaşlarını ayırdığı vakti bize de ayırmadı belki de. Ama yine dimdik ayaktaydı koca yürekli adam. Bir ev nasıl geçindirilir , hayaller nasıl suya düşer, acı gerçekler nasıl kabullenilir , çaresizliğe nasıl göğüs gerilir, severken nasıl vazgeçilir. Belli etmedi ama hepsini okuduk alın yazısından. Bana veremedikleri için hiç suçlamadım. Çocukluk ya bazen kızdım , bazen kabuğuma çekildim. Ama hiçbir zaman hakkını ödeyemedim.

            Dedim ya yıllar geldi geçti. En özel günümde sırtımda cüppe , başımda kep , elimde yılların birikimi diplomam. Yoktu o an yanımda. Olsun ben onun yerine de kaldırdım ellerimi havaya. Karşısına dikildiğimde farklı fikirlerimle yadırgamadı beni.  Hesap sormadı bir kere, yanlışsın demedi. Çünkü onun doğrularını değil , kendi yanlışlarımdan doğrularımı bulmama müsade etti.


             Arada parasızlıktan dem vurduğumuzda baba ya; öğüt veresi tuttu. Devlet kapısı yağlıdır , sırtını yasla. Ben götüremedim , sen götür. Aslında kendisi de inanmıyor dediklerine ya. Baba işte bol keseden atıyor evladına. Her şey bir yana neyi öğrendim o koca yürekli adamdan derseniz. Aza kanaat etmeyi , inatçılığı , küçük şeylerden mutlu olabilmeyi , en ufak şeyleri kafaya takıp hiçbir şeyi umursamamayı. Burnumun ucundaki mutluluğu göremeyip , mutsuzluğumdan dem vurmayı öğrendim. Ve şimdi ufaktan ağarmış saçlarım , hala daha yüzümde asılı olan aptal gülümsemem ve yüzüne söyleyemediğim kelimelerim ile usulcana fısıldıyorum. İyi varsın koca yürekli adam. Ne kadar eski kafalı , sevgisini cebinde biriktiren bir adam olsan da iyi ki varsın...

14 Haziran 2015 Pazar

Hayat Güzel be Arkadaş...

        Tüm bir hafta stres altında çalıştıktan sonra cumartesi sabahı yatağından hafifçene gerilerek uyanmak , odanın camından içeri ince ince süzülen güneşin aydınlatığı halıya huzur içinde basarak kendine gelmek gibisi yok. Geçim derdi , evlilik hayalleri , çok para kazanma sevdası hepsi fasa fiso. Anı yaşa , huzuru ciğerlerine doldur.

         Kız kardeşinin şaklabanlıklarına gülümse , aklı yeni yeni ermeye  başlayan afacanın seninle pazarlık yapmasına müsaade et ve borçlu kal. İtinayla seçtiğin kitabına sarıl , evin kapısını usulca çek ve yola koyul. Galiba mutluyum , bir yere yetişmek için acele etmiyorum. Ağır ağır sindirerek yürüyorum kaldırımlarda. Başım eğik değil , yukarılara bakıyorum. Esnaf gülümsüyor , genç bir baba dünyalar güzeli kızına eliyle erik yediriyor , bir diğeri oğluyla Beşiktaş forması giymiş sessizce haykırarak tezahürat yapıyor. Mutluyum be arkadaş anlıkta olsa , karamsarlığımı unuttuğum ender anlar işte.

          Üsküdar'ı bekletemem , randevularıma sadığımdır , ne bekletmeyi severim ne bekletilmeyi. 25 yaşımda hayatta kaybettiğim anlamı arar oldum. İnsanların yüzünde, okuduğum binlerce kitapta , izlediğim binlerce filmde anlam arar oldum. Bir dokunuş , bir düşünce , sade bir heyecan... Kalabalığın içinde yalnızlığın keyfine varmak , önümde sayfaları çevirirken dudak kenarı ile gülümsemek. Hayat güzel be arkadaş. Vapurla Beşiktaş'a geçerken gün batımına şahit olmak ,  belki de o milyonluk yalıda oturanların saadetini parmak ile göstermek bile yetiyor bize. Sonra Beşiktaş Çarşı'da yollara taşan o insan seline ne demeli! Birbirine eğilip fısıldayarak gülümseyen , bir kadeh içkinin mayhoşluğunda usulcana gözlerinin içine bakanlar , güzelsiniz be arkadaş. Her şeye rağmen , herkese rağmen.

           Sonra boğazın havası , kitabın kokusu ciğerlerimden taşarken. Atarım kendimi kitapçılara. Anlatamam o an ki mutluluğu. Dostum Bukowski'yi sıkıca kavrarım, dişleri kırık , usları kırık adamları sevdik biz be usta. Sonra Sabahattin Ali. En baş köşede dik dik bakıyor. Karamsar ama bir o kadar hayat dolu. Hayatın gerçeklerini çarpıyor yüzümüze. Jack London ile adaletsizliğe baş kaldırıyoruz. Mauro de Vasconcelos ile çocukluğumuza dönüyoruz. Zeze'nin portakal ağacına , Portuga'sına el sallıyoruz. Sayarım daha çok sayarım ama , hayat kısa be arkadaş. Ağladığına değmez , gülümse be arkadaş. Neyin kaldı ki başka , bozdur bozdur harca...

11 Haziran 2015 Perşembe

Demirin Tuncuna İnsanın Piçine...

 Bugüne kadar hiçbir siyasi oluşumun içinde olmadım. Maçkalı’yım ailem o kadar renkli bir siyasi kültüre sahip ki. İçimizde çok kaliteli solcular da var, sadık milliyetçiler ,  milli görüşe ibadet edenler de. Ben ne kendimi onlara yakın ne de uzak hissediyorum.  Düşünsenize hak, adalet ve eşitlikten yana olduğum için birileri bana komünist diyor, Türküm ve bununla gurur duyup milliyetçiyim dediğimde faşist olabiliyorum. Elhamdülillah Müslümanım  ve muhafazakarım dediğim de ise gerici veya fundamantelist olabiliyorum. Zor be bu ülkede vicdanı ve aklı hür bir insan olmak. Hakemsen ibnesin , futbolcu isen en kral sensin, manken isen kesin orospusun, sanatçılığın kıymeti yok bilim adamı isen cefa çekmelisin. En iyisi siyasetçi olmak hee ne dersiniz.”
“Valla bu kadar saydıktan sonra en makulü siyasetçi olmak gibi geliyor. Yok mu onları ifade edecek kelimelerim.”
“Elbette var tabi. “Kuduz köpek” Ağızlarından salya akıtarak konuşuyorlar. Kendi kendime dedim. Kimse mükemmel değil , hani diyorlar ya çalıyorsa aslanıma yiğidime helal olsun. Hiç olmazsa biraz da bize veriyorlar diyenler var ya. Denedim be çok denedim kendimi bir siyasi oluşuma ait hissetmeyi. Ama hep tezatlıklar gözüme çarptı , cehaletin bizim ülkemizde mutluluğa sebep olduğunu anladığım gün , bilgeliğin yalnızlığını yaşamaya karar verdim.”
İlginç bir ülkeyiz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar olduğu  ülkemde insanların adalete inancı var mıdır? Peki ya kalkınmaya ne demeli. Sakın Galatasaray’lıların her mağduriyetinde ama bizim UEFA kupamız var dediği gibi , ama onlar yol yaptı demeyin. İnsanoğlu yıllar önce uzaya yol yapmış , biz hala duble yollarla seçim kazanıyoruz. Mağduriyetten gelen insanların vicdanları ile belki huzur buluruz dediğimiz ülkede hapishaneler ağzına kadar dolu. Asya ile Avrupa’yı fetheden atalarımızın başarıları ile gururlanırken , torunlarının Asya’dan Avrupa’ya araba ile geçememesi ne acı vericidir. Boşver bu dünyayı ahiret için ne yapıyorsun diyen din adamlarının milyonluk makam araçları ile gezdiği ortamda bırak karanlığa bir mum da sen yakmayı. Ampulun ışığı fazla geldi gözlerimiz sahte mutluluktan kamaşıyor.
Belki de ülkenin en önemli mirası olan Halk Partisi’ne ne demeli. İçerisi kafatasçı , sığ görüşlü ama çok bilmişlerle dolan, halka sefaleti kendine iktidarı layık gören cehalet partisi. Her şeyimizi aldılar; fabrikalarımızı, topraklarımızı , servetimizi…Ama halkın partisini kaybetmek çok koydu be.
Bugünlerde Selahattin Demirtaş’ı dinliyorum. Tam hayalimdeki siyasetçi. Fakirliğimden onur duyuyorum , heyecanlanıyorum kimi zaman ağzından çıkanları dinlerken. Belki de ilk defa geleceğe dair siyasi bir hayal kuruyorum. Fakat o an aklıma, üniforması kanlar içerisindeki şehidim geliyor, gözü yaşlı analar. Bunca uğraş ne içindi. Aklım evet , vicdanım hayır diyor. Kabil’in Habil’i öldürmesi ile başlayan serüven bugün hala devam ediyor.  Belki pişman olmuşlardır, silahın değil tatlı dilin , merminin değil bürokrasinin arkasına sığınacaklardır diyorum ama nafile. Bu milletin yeni bir başlangıca değil mutlu bir sona ihtiyacı var. Allah yolumuzu çizdi ise bize düşen yürümek. Bize verdikleri ile yetinip , paylaştıkça büyümek.

Bugün değil ama belki bir gün kendi partimizi kurarız. İktidar olma hayaliyle değil de, çayımıza kurabiyelerimizi batırıp; azizim ne olacak bu memleketin hali dediğimizde. Merak etmeyin bu ülkenin gençleri ne yapacağını bilir demek için. Bizim bir kavgamız varsa o da ekmek kavgasıdır. Çünkü boş bir mide ile devrim yapılmaz...

6 Haziran 2015 Cumartesi

Kırık Kumbaram...

             Ömrümden geçen bir günü daha kumbaraya bıraktım, gün gelecek cebime koyacağım mutlu günlerimde harcarım diye. Her sabah karanlık bir tünelden gelen ışığa yürüyorum, hayat kavgası çapaklı gözler, yorgun bakışlar ile başlıyor. Topuklu ayakkabı sesleri eşliğinde ritmi yakalıyorsun. Kaderine koşan insanların karmaşasında biraz olsun keyif buluyorsun.

              Çocukluğumun çaresizliklerini özlüyorum bazen. Gecenin bir karanlığında tek başıma tuvalete gidemediğim, susadığımda anneme seslendiğim , elim yandığında avaz avaz bağırdığım günleri...Oysa ki şimdi kocaman adam, savunmasız ve silahsız acımasız hayata karşı. Fakirliğin kıskacında zenginlik hayali kuranlar, birkaç dakika zevke bir kadını harcayanlar, bedenen değil ruhen tecavüze uğrayanlar. Hepsi bir köşede ve sen tek başına göğüs geriyorsun tüm bu saçmalıklara. Bakmak istemeyip yüz çevirdiğinde bir başkası çıkıyor karşına. Çocuk iken rüyalarında korktuğundaki gibi kanatlanıp uçamıyorsun uzak diyarlara. Etinden et koparken, ruhunda derin izler kalıyor.


                 Hayallerine tutunuyorsun bir müddet. Sonra farkında olmadan o çok sevdiğin insanlar taşla, sapanla saldırıyor görünmeyen kalelerine. Sessiz bir haykırış kopuyor, boğazında düğümleniyor. Olsun diyorsun. Ve aklına geliyor Ernesto'nun dedikleri : " Hiç bir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi."  Mesai bitimi metroda beklerken ki rahatlığı yaşıyorsun, şehirler arası yolculukta kısacık aralarda mutluluğu tadıyorsun, Üsküdar'da denizi karşına ,rüzgarı arkana alırken uzaklarda seni bekleyen yarine el sallıyorsun. Bahar geldi geçti sen gelmez oldun...

                  Kalabalık semtin , küçük insanlarıyız. Barış abinin dediği gibi adam olacak çocuklardık, oldukta...Kimimiz parayla, kimimiz alın teriyle. Bilmesin kimse mutlu bir yuva hayali kurduğumuzu. Çünkü kredi borcuna kurban vermek istemiyoruz en masum hayalimizi. Yepyeni binaların gölgesinde, rantın kollarında, alın teri paranın kirine kurban gitti. Sessiz oldu cenaze töreni, öyle selası falan da okunmadı mineralerde. Farkında olmadan toprağa verdik.


                  Sonra nefes aldığımız çınar ağaçları yıllardır tutunduğu hayatı koy verdiler. Yaşar Kemal demirin tuncuna , insanın piçine bıraktı bizi. Zeki Alasya yok artık , kara mizah ak,  ak hayatlar kara oldu. Umutlarımız , hayallerimiz bizden önce yaşlandı.  Ölümün yaşamın sonu değil bir parçası olduğunu öğrenmiştim. Doğruydu bu. Yaşayarak ölümü besliyoruz...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...