25 Kasım 2017 Cumartesi

Balkanların Gorki'si: Panait Istrati

   Gün henüz aydınlamadan yollara düşüp, güneş battıktan sonra eve döndüğümüz şu günlerde zamanın acımasız davrandığı bizler için tutunacak dallar arıyoruz. Benim tutunacak dalım edebiyata olan tutkum, doymak bilmeyen okuma ve yazma arzum sanırsam. İşte bu yazımda geç keşfedilmiş, hayatın çemberinden defalarca geçmiş, ölümün kıyısında dolaşmış, sefaletin dibini defalarca görmesine rağmen her defasında çıkmasını bilmiş ve kendi deyişiyle büyük arzularla fakat küçük imkanlarla doğmuş Panait Istraiti'yi anlatacağım. 

     Kimilerine sorduğunuzda hiç bir çağrışım yapmaz, kimileri hatırlar gibidir. Çoğumuzun aklında "Arkadaş" kitabı ile yer edinmiştir. Rum bir kaçakçı ile geçimini çamaşırcılıkla sağlayan Rumen köylüsü bir annenin evladıdır. Kitaplarında hep annesine olan sevgisine ve vefa borcuna değinmiştir. Ama gün geldiğinde içindeki o dayanılmaz arzuları daha fazla dizginleyemeyerek anasını bir başına bırakıp 12 yaşında hayatının serüvenine çıkmıştır. Dünyayı ve insanları tanıma arzusu ile yanıp tutuşmaktadır. Fakat şu da bir gerçek ki; bir hayal uğruna çıkılan yol da çokça acılar çekecektir. Bugün ben de içimde ondaki gibi bir tutkuyla yanıp tutuşuyorum. Fakat onun 12 yaşındaki cesaretine 27 yaşımda birisi olarak henüz sahip değilim.

   25 yıl süren avarelik döneminde meyhanelerde ayakçılık, çilingirlik, inşaat işçiliği, hamallık, boyacılık, gazetecilik, uşaklık gibi birbirinden farklı ve çile dolu işlerde çalışmıştır. İstanbul, Mısır, İskenderiye, Beyrut, Yafa, İbrail, Bükreş, Köstence, Atina, Fransa gibi pek çok yerleri beş parasız gezmiştir. 25 yıllık serüvenin sonunda en yakın arkadaşı Mihail'in kaybının acısı, düş kırıklıkları, buruk sevdaları ve büyük bir ümitsizlikle boğazını keserek yaşamına son vermeye çalışmıştır. Fakat 1921 yılında ünlü Fransız yazar Romain Rolland'a yazdığı mektup hayatının seyrini değiştirmiştir. Ve talih bu müthiş öykülerin yazarını edebiyat dünyasına kazandırmıştır. 12 yaşında çulsuz olarak ayrıldığı ülkesine yıllar sonra büyük bir yazar olarak dönmüştür. 

    Hayat Yollarında kitabında 12 yaşındaki bir çocuğun meyhaneye çırak olarak girip yetişkin bir adam olarak çıkışını okuduk. Sokak Kızı kitabında iki çocuğun aynı kıza aşık olup bir gün onları terk etmesinden sonra yaptıkları kader arkadaşlığını okuduk. Yıllar sonra sevdikleri o kızı bir Orospu olarak bulduklarında kaderlerinin tepetaklak oluşunu, aşırı sevginin insanlara nasıl zarar verdiğini okuduk. 

     Onun eserlerinde korkusuz bir çocuğun geçim derdini, anne sevgisini, yaramazlıklarını, şairliğini, koşulsuz sevgisini, dürüst ve namuslu kalma çabalarını, varını yoğunu paylaşmasını, açlığı, yoksulluğu, çaresizliği fakat tüm olanlara rağmen hayattan zevk alma kabiliyetini, her gün yeniden yeşeren ümidini, güzel günlerin geleceğine dair beklentilerini bulabilirsiniz. 

     Ben de herkes gibi Arkadaş kitabı ile Istrati'yi tanıdım. Bitirdiğimde rüyadan uyanmak istemedim. Çünkü okurken kendimden geçmiştim. Yazarlar hakkında eleştirel veya kitaplarını yorumlayan yazıları sevmem. Herkesin yaşam derdi, hayal gücü, idealleri ve hayat felsefesi birbirinden farklı olduğu için her yazarın kendi özgü güzelliği vardır. O yüzden benim amacım Panait Istrati diye bir büyük yetenek var demek. Ve hâlâ okumayanlar varsa bir kez daha düşünmeye sevk etmektir. Yazımı bitirirken Arkadaş kitabından altını çizdiğim ve ne kadar aynı düşünce dünyasına sahip olduğumuzu gördüğüm cümlelerini paylaşacağım.  Ruhun şad olsun Balkanların Gorkisi...

 "Hayatın büyüklüğü dediğin de neymiş? Bizim gibi yoksul insanlara mı kalmış öyle şeylerle uğraşmak? Benim iki frankla boğaz tokluğuna günde on beş saat didinmemin neresinde büyüklük? Papazlar gibi başını kitaptan kaldırmıyorsun da ne geçiyor eline bu okumalardan? Bakkal Elia'nın imzasını atmaktan başka bir şey bildiği yok ama, milyoner olmuş." (Arkadaş, syf. 11)

"Adrian , hayatı nasıl anladığını annesine açıklamaya bir hayli çalışmıştı ama boşuna: Edebiyatı ve güzel sanatları sevmek; yeryüzünün güzelliklerini tatmak; insanları ezenlerin saflarında yer almamak; onun için de maddi bakımdan azla yetinmek; doğruluktan ayrılmamak; insanlarla kardeşçe geçinmek; iyi bir arkadaşa bağlanmak; çevresine elinden geldiğince iyilik yapmak..." (Arkadaş, syf. 12)

"Bir insanı tanıyabilmek için ilkin onu sevmek gerek. İlgilendiğimiz insanlar bize kendilerini sevdirirler, böylece onları tanımamıza olanak verirler. Bütün kalpleri açan ancak sevgidir bence" ( Arkadaş, syf. 31)

"Sefalet; şu içinde yüzdüğüm dipsiz yoksulluk ve pislik değildir. Sevdiği hayatı sürdürmek için bütün olanaklara sahip olduğu halde, bunu yapamayan insanın durumudur." ( Arkadaş, syf.65)

        

22 Kasım 2017 Çarşamba

Kendime Mektup...

İnsanın kendisi ile dertleşmesi kadar güzel bir şey yok diye düşünüyorum bilmem katılır mısınız? O yüzden kendime mektup yazmaya karar verdim. Lanetli yaş olan 27'nin bitmesine 4 ay kala Ahmet Erhan'ın meşhur şiirinde dediği gibi "Bugün de ölmedim Anne" diyebilirim. Zaman nasıl da çabucak geçiyor anlamış değilim. Geçmişe dönüp yazdığım yazılara bakıyorum. Üniversiteye yeni başladığım ilk günlerde geleceğe dair umutlarımı, çelişkilerimi yazıyormuşum. Çektiğimiz maddi sıkıntılar, ekonomik krizin tarumar ettiği babam, geleceğe dair şüpheci ve karamsar düşüncelerim. Tüm sıkıntılar bir şekilde atlatılıyormuş. Ve her geçen gün karşımıza yenileri çıkıyormuş. 

6 yaşımda babamın hayalini gerçekleştirmem için üzerime kırmızı beyaz, bana iki üç beden büyük gelen formayı giydirdiler. 14 yıl aralıksız topun peşinden koştum. Yine 6 yaşıma yeni girmişken annem bana okuma yazmayı öğretti. Kendisini okutmamıştı babası; ama o oğlunu okutacaktı. Bugün 27 yaşımda ne hayalimdeki gibi bir futbolcu olabildim ne de üstün derecelerle okullarımı bitirdim. Aynı anda iki şeyde başarılı olmak isterken ikisi de yarım kaldı. Benden hep yetenekli ama şanssız bir adam olarak bahsettiler. Hayatın farklı dönemlerinde iyi bir futbolcu olmak istedim, iyi bir avukat olmak istedim, sonra üniversitede iktisat eğitimi aldım. Ekonomiden iyi anlamak istedim. Yazmak bir tutku oldu bende, bugün iyi bir yazar olmak istiyorum. Okumayı seviyorum iyi bir akademisyen olmak istiyorum. Ben hep istedim ve isteklerimin de peşinden sonuna kadar koştum. Başarısız oldum kabul ediyorum ama çıktığım her yolculuk ardımda güzel hikayeler bıraktı. 

Çocukluğum kalabalık bir ailede geçti. İzmit'teki dede evimiz bugün bile aklımdan çıkmıyor. Anneannemin rengarenk çiçekleri vardı evin önünde. Bahar ile beraber renk cümbüşü olurdu bahçede. Sömestr ve yaz tatillerinde oraya gitmek için can atardım. Bayramlarda bir sofra kurulurdu ki sormayın gitsin. 7 kardeş düzinelerce torun masada yaklaşık 40 kişi. Turgut Uyar'ın da dediği gibi "Sanırım büyümekle çocukluk etmişiz."  Bugün artık herkes bayramlarda kendi evlerinde küçük sofralar kuruyor. 40 tane kuzenim vardır diye düşünüyorum. İçlerinden en sevdiğimi kendi ellerimle toprağa gömdüm, diğerine Allah uzun ömür versin. 

Zeytinburnu gibi bir yerde yetişkinliğe eriştim, İzmit'in taşralarında masmavi gökyüzüne bakıp yemyeşil çayırlarda koşarak büyüdüm. Ekonomik krizden alınacak dersi çok erken yaşta öğrendim. Bireysel olarak özgür olabilmek için ekonomik olarak özgür olmanın kıymetini de çok geçmeden anladım. Bir ömür boyu yanımdan ayrılmasın istediğim arkadaşlarım vardı oysa şimdi yolda görünce yolumu değiştirir oldum. Kalabalık ailemde, kalabalık arkadaş ortamında yalnızlığı yaşıyorum. 

Bugün hâlâ işime şikayet ederek gidiyorum. Olmak istediğim adam olmak isterken, kendim olmayı unutmuşum. İş hayatının stresi, geçim derdi, omuzlarımdaki vefa borçları günden güne beni eritmiş. Bir zamanlar sessiz sakin bir çocuk iken, bugün iş yerinde asabi, sinirli, tahammülsüz olmuşum. İnsanların iki yüzlülüğünden, adil olmayan rekabet koşullarından, fırsat eşitsizliğinden bunalmışım. Oysa türkü tadında yaşamak varken hayatı, her gün monoton bir müziğin melodisinde hayatı nakarata sarmışım. 

22 yaşımda evlenebileceğim bir kızla tanışmıştım. Geleceğimin belirsizliği, benim korkaklığım, kendimi bile mutlu edemezken bir başkasını nasıl mutlu edebilirim gibi saçma bir görüşe tutulup kalmam yüzünden ellerimin arasında kayıp gitti. Aradan 5 yıl geçtikten sonra hayaller kurarken karşıma kucağında çocuğu ile çıkana kadar kendime gelemedim. Hayat çok tuhaf değil mi? Benim payıma düşen mutluluğu bir başkası almış. Fakat hayat her zaman ikinci bir şansı veriyor. İşte geçen sene yine bu zamanlarda evlenilecek bir kız tanımıştım ki ; hayatımı zindana çeviren iş ortamı yüzünden o kıza da bir gelecek vaat edemediğim için elimden kayıp gidişini seyrettim.  Üçüncü bir şansı ne zaman elde ederim bilmiyorum ama özgüven denen kavram bende büyük yaralar aldı. 

Hayattan dersler almaya devam ediyorum. Fakat teori de öğrendiklerimi henüz pratiğe dökme fırsatım olmadı. Annemin dediği gibi " O kadar kitap okuyorsun, yazıyorsun, felsefe yapıyorsun. Ne değişti sende. Neyi daha iyi yapıyorsun." Evet annem sonuna kadar haklı. Mum dibine ışık vermez misali. Ne kardeşime sahip olduğum bilgileri aktarabildim şu ana kadar, ne farklı görüşlerimi heyecanımı, hayallerimi anlatabildim arkadaşlarıma. İçimdeki iflah olmaz romantik olmayan kadınlara şiirler yazmaya devam ediyor. Kendimle alay edip, başkalarına verebileceğim sevgiyi koparıp koparıp martılara atıyorum. Bu kafayla devam edersem daha çok bank köşelerinde oturur, martıların uçuşunu izlerim... 

16 Kasım 2017 Perşembe

Entelektüel Mastürbasyon...

    Yatağa uzanmış internette zapping yaparken Kardeş Payı'nın duygusal sahnelerine ve sistemi inceden inceden eleştirip hatta kalın kalın içinden geçtiği bölümlere rast geldim. Kalktım yerimden taa amına koyim böyle düzenin dedim. Birazcık geçtiğimiz günlerin muhasebesini çıkartayım, birazcık da kendimle taşak geçeyim dedim.

      Geçtiğimiz günlerde radikal bir karar alıp zayıflamak için ilk adımları attım. Akşamları işten çıktından sonra hızlı tempo ile eve yürüyorum. Eve gelince hemen eşofmanlarımı giyip 1 saat koşu yapıyorum. Bir haftadır pırasa, ıspanak ve karnabahar yiyorum. Abur cubur yerine meyve yiyorum. Bok boğazım boş durmuyor ama kendimce daha sağlıklı besinler tüketiyorum. Rocky'i izleyip Edriyınnn diye bağırıyorum. Eye of the tiger dinleyip gaza geliyorum, ama şınav mekik çekmiyorum. Hayal kurarak kalori yakıyorum. Zayıfladıktan sonra eğer kas yaparsam yazın mahallede üstüm çıplak dolaşmayı düşünüyorum. 

           Malum instagramda sürekli okuduğum kitapların paylaşımlarını yapıyorum. Kitaplara kısaca tanıtım yazıları yazıyorum. Yetmiyor bir de Leyla gibi kendi yazdığım şiirleri paylaşıyorum. Bundan yıllar önce liseli bir ergenken tek hayalim futbolcu olmaktı. 18 yaşımda evimden 750 km ötede göt gibi kalınca vücudumu geliştirmek yerine beynimi geliştirmek zorunda kaldım. Kimilerine göre entelektüel mastürbasyon yapıyorum. Sanki çok okuyunca bir bok oluyor. Söylesene lan hangi okuldan mezunsun, nerede çalışıyorsun, kaç para maaş alıyorsun ? Tabi bunlar önemli yoksa okuduğun kitabın... Bir de nasıl bir yokluk çektiğimle ilgili alay edenler var. Kimilerine göre imkansızı istiyormuşum, kız beğenmiyormuşum,  kendimi hor görüyormuşum, kitap okumaktan beynim sulanmış, bir arkadaşım açık açık sordu Murat sen Gay misin diye? Tabi onlarda haklı bu gidişle aklımızı kaybedip birbirimizi sikmezsek iyidir...


    Bir de iş hayatı var tabi. Şunu anlıyorum ki; insan 3 yılda bir iş değiştirmeli. Gereksiz yere yıpranıyorsunuz. O güzelim arkadaşlarınızı bıçaklama isteği uyanıyor içinizde. Durum kişisel değil, tamamen organizasyon şemasının bozukluğundan. İstifa edeceğim benim hayallerim var diyen binlerce mal değneği var etrafta. Tıpkı benim gibi. Herkes bir fark yaratmanın peşinde. Kilolu olanlar spora gidip zayıflayınca şirketteki bekar kızları tavlayacağını düşünür, kilolu kızlar zayıflayınca şirketteki kariyer sahibi bekar erkekleri baştan çıkartacağını düşünür. Emin olun sizin hep hakkınız yeniyordur, bir başkaları eli cebinde başarı merdivenlerini çıkıyordur. Yüzüne güldüğünüz insanların arkasından cibiliyetini siktiğim mutlaka diyorsunuzdur. Mesela siz aldığınız maaşla evin kirasını, faturaları öderken bir de bu yetmezmiş gibi kredi kartı borçlarınızın asgari ücretini bile ucu ucuna öderken. Birileri haftasonları iki günlüğüne Budapeşte'ye, Prag'a, Barcelona'ya, Roma'ya kaçamak yapar. Kusura bakmayın hayat mı lan bu demeyeceğim. Adaletini sikeyim dünya daha uygun kaçıyor. Çocukluğumuzdaki reklamlar aklınıza gelsin. Nazar etme n'olur çalış senin de olur. 


       Tüm bu olanlara gülüp geçmeyi, üzerinden kara mizah yapmayı, kendinizle alay etmeyi öğreniyorsunuz. Çünkü değiştiremeyeceğiniz bazı gerçekler var. Yıllar önceki ekonomik kriz belinizi bükmüş, yıllar yılı bitmeyen borçları ancak siz okulu bitirip para kazanınca ödeyebilmişsinizdir. Daha evlenip kendi yuvanızı kurmadan kira ve fatura ödemekten, annenizin dünkü boksunuz muamelesine katlanmaktan, babanızın;  hele bizim oğlan da tam sikilecek kıvama gelmiş çalışsın da görsün ebesininkini diyerek hayatı öğrendiğiniz zamanlardan bıkmışsınızdır. Şimdi buradan Neyzen Tevfik'i rahmetle anıyorum. Ve onun meşhur Mecnun şiirini kendime uyarlayarak yazımı noktalıyorum:

Yürü be ehli deve endamını göreyim...
İsyan ederek geçen günlerin ecdadını sikeyim
Mecnun gibi top muyum bir am için öleyim
Leyla'yı da sikeyim Mecnun'u da sikeyim

Yansın çalışanların alayı, su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim
Düşmüşüz bir kariyer belasına
Yalamadık diye birilerinin götünü, terfi kalmış yarınlara
Ben böyle yarınların gelmişini geçmişini sikeyim...


12 Kasım 2017 Pazar

Edebiyat Serüvenim...

     Sanırım on yıldır blog yazıyorum. İlk başladığım günlerde içimde ayrı bir heyecan vardı. Bir şeyleri değiştirebileceğimi düşünüyordum. Okuduğum kitapların eleştirilerini veya bilgi bültenini yazıyordum. Yeni yeni iktisat öğrenen bir öğrenci olarak ekonomik iştahımı gideren yazılar yazıyordum. Siyasi yönüm hep sola dönüktü ama yetiştiğim çevre ağırlıklı olarak sağa bakıyordu. O yüzden keskin sirke küpüne zarar diyerek hep realist, aklı selim bir siyasi alt yapıya sahip olmaya çalıştım. Nitekim geldiğim noktada doğru adımlar attığımı gördüm. Zamanla şiir yazmaya başladım, edebi olarak kısa hikayeler yazmaya çalıştım. Arada soran arkadaşlarım oluyor, bu kadar iyi yazıyorsun neden edebiyat dergilerine göndermiyorsun, neden daha profesyonel bir site yapmıyorsun. O kadar insanın kitabı çıkıyor senin neyin eksik. Popüler olmak, insanların dikkatini ve ilgisini çekmek güzel bir şey sanırım. Ama ben hep kalabalıklar korktum ve utandım. Yaptığın iyi işlerden övünemeyecek kadar otoriter bir babanın gölgesi altında büyüdüm. En büyük övünç kaynağımız fakirliğimiz ve mütevazi kalabilme çabamızdı. 

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...