24 Ocak 2013 Perşembe

Hayatın Anlamını Ararken...


           Blog da bundan sonra daha sık yazılar yazmayı düşünüyorum. Aslında eski günlerime nazaran kendime daha az vakit ayırabileceğim fakat artık yazacak çok şeyim var. Geçen gün oturdum, 6 ay boyunca neler yaşadım, neler konuştum, neler yazdım geriye dönüp bir düşündüm. İşsizlik denen şey insanı ne kadar da karamsar yapıyormuş. Şimdi ise kendimi biraz zorlasam heralde hayata dair pembe bir tablo çizebilirim. Kısa süreç içerisinde şunu anladım ki insanlar gerçekten aciz varlıklarmış. Üç kuruş para bırakın beni, 60 yaşındaki adama bile U dönüşü yaptırır. 

            Şimdi bundan sonra ne yapacağım diye düşünüyorum. Karakterimden, insanlığımdan feragat edecek miyim? Yoksa daha düzgün bir insan olmak için somut adımlar atabilecek miyim? Bu soruya gerçekçi bir cevap vermekte oldukça zorlanıyorum. Kime göre nasıl bir insan olacağım orası da önemli. O yüzden her şeyi bir kenara itiyorum. Korkmak yok, başarısız olursam bu dünyada başarısız olan tek insan ben değilim bunu biliyorum. Başarılı olmamak için hiç bir nedenim yok. Para kazanmak için değil, daha iyi yaşamak, mutlu olmak, sevdiklerime iyi bir dost olmak ve onlara iyi bir hayat sunmak istiyorum. Para değil, insan biriktirmek amacım. 

             Yıllarca önce Molla Cami'nin bir sözünü kendime ilke edindim. Belki de bu hayata dair her şeyi özetliyordu: "Fazilet ve hüner kavramlarına bağlı kalırsan sana yüksek mevkiler yaraşır. Çalış; kişinin yüceliği ünvan ile olmaz, belki ünvan kişinin gayreti sayesinde yücelir."  Ne kadar da güzel söylemiş üstad. Yaşama dair beklentimi bu kadar açık ve net anlatan bir söz işte. 

             Bir işim olduğu için, hayatımın bir anlamı olduğu için, sevdiklerimin inancını boşa çıkarmadığım için, onlara iyi bir hayat sunabilmek için, Allaha şükretmek için  her sabah işime mutlu bir şekilde gideceğim. Her gece yatarken dua ederdim. Allahım bu hayatta sınavımı para ile değil insanlar ile vereyim diye. Para amaç değil her zaman araç olsun hayatımda. Sınavım başlıyor, notumu verecek olan da dostlarım olan sizlersiniz. Allah utandırmasın ne diyelim, bu saatten sonra ne desek boş. 

            Son olarak  bu gece başını yastığa koyarken hayattan beklentisi olmayanlar, mutsuz olanlar, sevgilisinden ayrılanlar, sevgisine karşılık bulamayanlar, işinde başarısız olanlar, geçim sıkıntısı yaşayanlar varsa gözlerini kapasın ve hiç uyanmayacakmış gibi uyumaya çalışsın. Evet hayatta ne olursa olsun, yaşadığımız her dakika için aldığımız her nefes yanımıza kâr kalıyor.  O zaman mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanin boyu hizasındadır...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Başlangıçlar Güzeldir...

          Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. Bilmediğim bir kurum, tanımadığım insanlar, yapmadığım bir iş ve yenemediğim heyecanım...Döner kapıdan içeri girdim. Benim gibi kuşkulu gözlerle etrafını kolaçan eden onlarca kişi. Kimse belli etmeye çalışmıyor ama herkes aynı düşünce içerisinde. Bir acaba ile girdikleri kapıdan karşılarına neler çıkacağını bilememenin kaygısı var. Benim gibi bir yerden başlasam iyi olur diyenler de var, bu benim son şansım elimden geleni yapmalıyım diyenler de. Böyle bir ortamda düşüncelere dalmışken kendimi konferans salonunda buldum.

           Her zaman yaptığım gibi etrafıma bakmadan en arkaya ve en uç köşeye oturmayı tercih ettim. Aslında direkt kalabalığın ortasına oturup kendimi tanıtabilir, tatlı bir telaş içinde muhabbete başlayabilirdik. Fakat yine görünmeyen zincirlerim beni engelledi. İşi kabul etmiştim, geri dönüş yoktu. Ortamı beğenmedim, insanlar düşündüğüm gibi çıkmadı deme lüksüm de yoktu. Yani artık bahane üretme şansım kalmamıştı.

            Kendimi değiştirmem için henüz geç olmadığını 10 günlük süreç içerisinde anladım. Tanımadığım insanlara bu kadar çabuk güvendiğim, hemen kanımın kaynadığı bir anı yaşadığımı hatırlamıyorum galiba.  Kimileri için önemsiz fakat bizler için kelimeler ile ifade edilemeyecek kadar güzel hayallerimiz 4 duvar arasında biraraya gelmişti. Evli olup çocuğu için iyi bir gelecek hayali kuranlar, yakın zamanda evlenmeyi düşünüp mutlu bir yuva kurmak isteyenler, iyi bir kariyer sahibi olup kendini gerçekleştirmek isteyenler ve hayatını anlamlı kılmak isteyenler...

             Evet ilk gün içeriye girdiğimde başarıya aç, hayallerini bir an önce gerçekleştirmek için büyük bir arzu ile yanıp tutuşan biriydim ama şunu  anladım ki; henüz 22 yaşındayım, bir şeyleri gerçekleştirmek ve yaşamak için önümde uzun bir yaşam var. Para kazanacağım belki çok iyi bir yaşam standardına sahip olacağım. Bugün ve geçmişte yaşadığım sıkıntıları hoş bir anı olarak hatırlayacağım. İyi bir statüm, saygın bir insan olacağım. Bunlar elde edilemeyecek hayaller değil. Peki bunun sonunda mutluluğa ulaşacak mıyım? İşte orası meçhul...

             Charles Bukowski aslında bunu yıllarca önce düşünmüş: "Azimli olmadığım doğru ama azimli olmayanların da yaşayabilecekleri bir yer olmalıydı, mevcut yerlerden daha iyi bir yeri kastediyorum. Sabahın altı buçuğunda bir çalar saat sesiyle uyanıp yataktan fırlayan, giyinip zorla bir şeyler atıştıran, sıçıp, işeyip, dişini fırçalayan, saçını tarayan, başka birine büyük paralar kazandırdığı bir yere ulaşmak için trafikle boğuşan ve tüm bunlara sahip olma fırsatı bulduğu için müteşekkir olması istenen biri hayattan nasıl keyif alabilir?" Bu sözü aklıma kazınmış, kitaplığımın üzerinde asılıdır. Bundan sonraki hayatımı yeni insanları tanımak, onlara güvenmek, farklı hikayelerini dinlemek ve mutlu anıları paylaşmak üzerine kuracağım.... 

2 Ocak 2013 Çarşamba

Aşırı Isınma, Balon Etkisi ve Ucuz Hayaller...

      Uzun zamandır ekonomi hakkında yazı yazmadığımı farkettim. Köreldiğimden veya söyleyecek bir sözümün kalmamasından değil, gündemin her saat değişmesinden haliyle bende nelere kafa yoracağımı şaşırdım. Bir yandan hali hazırda işsizliğim devam etmekte, bir yandan büyüyen Türkiye'de kendime yer bulma gayreti ister istemez uzaklaştım bu konulardan...

     Başlıkta da görüldüğü üzere üç kavramdan ve 2 kesimden bahsedeceğim. Bir tarafta profesyoneller ve zengin işverenler ile diğer tarafta ucuz hayalleri olan işgücü. Evet bu iki tarafın psikolojik hareketleri ile koskoca bir ekonomi nasıl döndürülüyor dilim döndüğünce açıklamaya çalışacağım.

     Türkiye, Turgut Özal'ın öncülüğünde serbest piyasa ekonomisine ve liberal özgür bir dünyaya teslim oldu. Şahsen benim düşüncem bu yönde. Her ne kadar ben o günleri görmemiş olsam da hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülke gerek ekonomik özgürlük ve refahtan gerekse de demokratik özgürlük ve haklardan yoksun dönemlerden geçti. Bugünse her manada liberalleşen, özgürlüklerin geliştiği bir Türkiye görüyoruz. Fakat değişmeyen bir şey varsa demokrasinin yine tek taraflı işliyor olması. Alışkın değiliz bazı şeylere. Bu ülkede hakkımız olan özgürlüklerin bize verilmesi bir lütufmuş gibi algılanıyor. Siyasiler biz olmasak bunu da zor alırdınız mantığıyla bu halkı bir yandan özgür bırakıp bir yandan nasıl sisteme hapsederiz düşüncesi içinde. İşte böyle bir ortamda suni bir gündem, gereksiz icraatlar ve balon bir ekonomi ile karşı karşıya kalıyoruz.

       Hızlı büyüyen ekonomilerde sık karşılaşılan bir kavramdır "aşırı ısınma" kavramı. Peki ne anlama gelir ve neden kaynaklanır. Aşırı bir güven ortamının yaratıldığı bir ekonomide karşılaşılan bir durumdur. Sanırım Türkiye'de bunu gözlemleyebiliyoruz. Şunu diyeceğiz tabi ki gelişmekte olan bir ülke olarak daha iyi işler yapabilmek için güvenimizin tam olması lazım. Ama biz bu güveni üretmekten ziyade tüketmek için kullanıyoruz. Nasıl mı ? O zaman başlıyorum. Türkiye'de her yeni bir gün açılan AVM'ler, trafiğe çıkan binlerce yeni araç, maketi üzerinden satılan binlerce lüks konut, herkesin cebindeki pahalı cep telefonları...Türk insanı bu  kadar şeye nasıl para dayandırıyor veya neden tüketim alışkanlıkları gün geçtikçe şiddetleniyor. İnsanlar tasarruf yapmayı neden düşünmüyor. Bu durum gerçekten düşündürücü. Peki bu kadar yatırımcı neye güvenerek bu denli üretim yapıyor.

         Ufak bir beyin fırtınası yaptıysanız başka bir konudan bağlantı yapacağım. İnsanları her sabah kalkmaya ve işe gitmeye motive eden şey nedir? Bir işveren bir işçiyi işe alırken ürettiğinin daha azı bir değer karşılığında işe almasına rağmen yani makul bir ücrette çalışma isteği olanların işe alındığı bir ülkede nasıl oluyor da bu insanlar her geçen gün daha fazla tüketebiliyorlar. Evet aranızdan bazıları belki Türkiye zenginleşti, kişi başına milli geliri 11 bin dolar civarında veya ihracatımız 151,9 milyar dolar oldu diyerekten kestirip atacak. Bu kadar basit olmamalı cevap. Piyasadaki kağıt para hacmi 70 milyar dolar civarında. Böyle bir ortamda devreye bankalar girer ve kaydi para yaratarak hem piyasanın işleyişini sağlar hem de verdikleri krediler ve sağladıkları kolaylıklar ile tüketimi canlı tutarlar. Yani üretilen malların tüketileceğini bilen yatırımcılar, her ne şekilde olursa olsun sahip olduğu maddi imkanları koruyacağına hatta daha iyi hayat şartlarına sahip olacağına inanan insanlar tüketmeye devam edecek. Siyasi ve ekonomik ortamında uysal olması insanların kendilerini güvende hissetmesine neden olacak. En önemlisi ise insanlara daha iyi yaşam kurmaları için projeler ve hayaller sunulacak. Mutlu olmak için lüks bir konut, son model bir araba, son teknoloji ürünler tüketmeleri benimsetilecek. Böylece ekonomi ısınacak, ısınan ekonomi tehlikelidir. Çünkü ufak bir krizde ve panik ortamında mevcut sistem derin bir yara alabilir. Küçük bir örnek vereyim. Piyasada ve bankalardaki para miktarının azaldığı bir dönemde olduğumuzu düşünelim. Yani alışverişlerin ve tüketimin krediler ile yapıldığı bir dönemde yaratılan panik havası insanların bankalara hücum etmesine neden olacak. Tüketim azalacak, stoklar birikecek. Yeteri kadar rezervi olmayan bankalar iflas edecek, üreticiler zararına satış yapacak, güven ortamı yok olacak ve en önemlisi sosyal patlamalar yaşanacak...

         Son olarak balon etkisine de değinelim ve bitirelim. Yukarıda bahsettiğim aşırı ısınan bir ekonomide balon etkisinin yaşanması olası bir durumdur. Yani ekonomi reel olarak değil de nominal olarak bir büyüme gerçekleştirir. Almış olduğumuz ürünlere hak ettiği değerden daha fazlasını veririz. Peki böyle bir durumda tüketiciler bu adaletsiz duruma karşı çıkmaz mı ? Hiç sanmıyorum çünkü cebindeki para onun değildir bankanın parasıdır veya gelecekte elde edeceği geliri şimdiden iskonto etmiştir. Hal böyle olunca bir şeye gelecekte sahip olmaktansa bugün sahip olmak daha cazip geliyor insanlara. Yani insanlar gelecekte alınması gereken şeylere bugünden hücum ederek fiyatların aşırı artmasına sebep oluyorlar.

           Türkiye'de son 10 yılda onlarca belki de yüzlerce inşaat ve müteahhitlik firması türedi. Bu kadar konut yapılmasına rağmen neden Türkiye'de insanların büyük bir kısmı kirada oturuyor veya daha mantıklı bir soru ekonomideki arz-talep dengesine göre artan konut miktarına rağmen fiyatlar düşmeyip de artıyor. Son yıllarda nüfus patlaması da yaşamadık.

            Sistemin işleyişi mükemmel, hak ettiğinden daha azına çalışacak insanlar istihdam ediliyor, sonra ona az para ama çok hayal veriliyor. Hayallerin peşinden koşarken artan tüketim yeni zenginler yaratırken, yeni zenginler yeni yatırımlarla daha fazla tüketimi teşvik ediyor. Siyasiler her gün gündemi değiştirerek ortamı rahatlatıyor. Ekonomi ısınırken artan ihtiyaçları karşılamak için vergi oranları arttırılıyor. Vergi gelirleri muafiyet ve teşvik olarak yatırımcılara dönüyor. Böylece oluşturulan saadet zincirinin içinden büyük bir balon yükselmiş oluyor.

              Biliyorum her şeye kuşku ile yaklaşıyorum ama nasıl bir dünyada yaşayıp neye hizmet ettiğimi merak ediyorum. "Bilgelik için tek anahtar devamlı soru sormaktır. Şüphe ederek bir araştırmaya başlarız. Araştırmakla da doğruya ulaşırız."

     

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...