28 Mayıs 2016 Cumartesi

CAN KIRIKLARI...

         Hayallerimizi ıskaladığımız, işimizden dert yandığımız, insanların egosundan bıktığımız bir haftayı daha geride bırakıyoruz. Üniversite yıllarımda her dersin sonunda bir gün daha bitti derdim , ilişkilerim esnasında acaba nereye kadar böyle gidecek derdim, her gün işimi küfrederek yapıyorum ve ne zaman kendimi özgür kılacağımı düşünüyorum.  İşin ilginç tarafı çalışkan bir öğrenci, makul bir sevgili ve işkolik bir adamım. Peki ben nerede yanlış yapıyorum ?

           Hak ettiğimizi sandığımız bir hayatı kabulleniyoruz galiba. Aldığımız diplomanın, yetiştiğimiz çevrenin, sevdiğimiz kadınların, yaptığımız işin gölgesine sığınıyoruz. Yarın güneşin doğuşunu göreceğimizin garantisi yok iken dünya derdiyle tüketiyoruz kendimizi. Özdemir Asaf'ın deyişiyle; "Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek."  

         Herkes de olduğu gibi cevabını bilmediğim sorularım var. Mesela iyiler neden kötülerle beraber olmayı tercih eder? Mutluluk bir tesadüf müdür? Her şeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybeder mi? Bu kadar yalnız insan varken neden bu kadar insan yalnız mesela? Bizim sevdiğimiz bizi sevmez, bizi seveni biz sevemeyiz. Neden akıl ile gönül ortak bir noktada buluşmaz ve neden iki seven insan aynı yürekte kesişmez? Kimilerine göre aşk lazım, kimilerine göre sevgi. Aşk karın doyurmuyor diyenleri duyuyor gibiyim. Peki para mutlu eder mi her zaman? Geçmişteki kötü insanlarla, karşımıza çıkan iyi insanları yargılıyoruz. Sevmemiz gerekenleri üzüyoruz, hak etmeyenlere ederinden fazla değer biçiyoruz. Doğru bildiğimiz ne varsa yanlış. Yanlışlarımız da ise ısrar etmekteyiz. Sahi biz nereye gidiyoruz böyle...

      Makul insanlar olduğumuzu söylüyoruz. Yağmuru sevdiğimizi söylüyoruz ama yağmur yağdığında şemsiyemizi açıyoruz. Güneşi sevdiğimizi söylüyoruz ama güneş çıktığında gölgeye kaçıyoruz. Rüzgarı sevdiğimizi söylüyoruz ama rüzgar estiğinde pencereyi kapatıyoruz. Biri bizi sevdiğini söylediğinde belki de bu çelişkiler geliyor aklımıza. Çünkü insan en çok sevdiğini yaralarmış ve kapanmayan yaralar hep sevdiklerinin açtıklarıymış.

         İçimizde bir yerlerde kalan can kırıkları var. Aklımıza geldikçe batıyor, ruhumuzu kanatıyor belki de. Belki pazartesi sabahları işe gitmek yerine trenle şehirden uzaklaşmak istememiz bundandır. Kalbimizi kime açtıysak, giderken görmemiş piknikçiler gibi bıraktı çöplerini. Tertemiz hayallerimizi anlattıklarımız ilk fırsatta çamuru atıp kaçtılar. Ama yine de yağan yağmurda ıslanmaya, kanayan yaralarımızla yaşamaya ve insanlara inanmaya devam ediyoruz. Çünkü bir gün hepimiz birilerinin anılarında yerimizi alacağız...

19 Mayıs 2016 Perşembe

Mevsimlerden Yalnızlık...

Saat altı çift sıfır,
Hava henüz yeni ağarmış,
Cami cemaatinin gözleri mahmur.
Uyanmak için buz gibi sensizliği çarpıyorum yüzüme
Kötü anıların üzerine çekiyorum sifonu
Yine de bir gönül ağrısı
Söküp atamıyorum seni...

Aceleyle çıkıyorum sorma gitsin
Çıkarken telaşla, geçim kaygısını da alıyorum yanıma
Metroda yolu kaybetmiş yüzlerce âmâ
Burunlarının ucundaki saadeti göremiyorlar.
Ne bu acele, kaçamak bakışlara ne demeli
Cam kenarında yer kapma telaşı mı hepsi.

Mesainin bir gün gerçekten biteceği hayali?
Bilmem kaç prim günü kalmış özgürlüğe
Bir sahil kasabası olmadı yıllar sonra baba toprağına dönüş
Sahi huzur içinde ölmeyi bekleyeceğimiz günler de gelecek mi?
Ufak bir tarla ekerim.

Belki yarınlara olan inancımı fena olmaz hani.
Yetiştirmesi zor biliyorum,
Yaz kış ilgi alaka, birazcık şefkat
Gülümsemesi içten olmalı.
Zor gelir mi acaba düşünmüyor değilim.
Karamsarlık mı eksem yoksa?
Zahmeti yok, mahsulü çok...

İşte kalakaldım bir başıma yine düşüncelerle,
Ne ekili bir toprağım ne de döneceğim bir yuvam var.
El de avuçta üç beş kuruş,
En iyisi koymak kenara ne me lazım.
Hiç olmazsa ölüm uykusunda yatacağımız bir mezarımız olsun...

15 Mayıs 2016 Pazar

Tuzu biberidir hayatın, Mutsuzluk!

     Gecenin bir vakti İzlanda sinemasından sonra düşüncelere daldım. Çayımı koydum önüme, arkama yaslandım. Odamdaki posterleri göz ucuyla kestim. Ayağa kalktım başım hafif yana eğik kitaplarımı seyre daldım. İçimden bir hımmm dedim; Yalnızlık paylaşılır mı diye? Paylaşılsa yalnızlık olmaz değil mi zaten. Çağımızın hastalığı belki de. Kendinden çok başkasını düşünmek. Oysa insan önce kendini mutlu edebilse...

       Bunca kitap, bunca yazar, altını çizdiğim binlerce kelime, bir kenarlara karaladığım yüzlerce şiir, izlemediğim hangi filmler kaldı acaba... Ne değişmeli hayatta? Hep uzaktan baktığım kadehler şimdi  bir bir devriliyor yüreğime. İçimi kemiren sorular var? Cevabını bulsam yenileri çıkıyor karşıma. Dünya derdiyle boğazıma kadar batmışım; Kitaplara sığındığım her anda düşünce denizinde boğuluyorum. İçimde bir deli çocuk. Kendimden koparıyorum parça parça, atıyorum rüzgarı döven martılara. Sahi bunca savaşın, kanın, ölümün, sefaletin içinde yarına dair ne gibi umutlarım olabilir. Mesela bir ağaç diksem, evimin önüne bir çiçek eksem. Üstüne basarlar mı? Ağacı kökünden söküp beton dökmeyecekleri ne malum! 

       Mutluluk demek; sanırım her sabah uyandığında bugünün dünden daha güzel olacağına inanmak. Sonra sabahın köründe sevdiğin insanlar uyanmasın diye parmak ucunda yürümek, kapının kilidini yavaş yavaş açıp usulcana süzülüp gitmek işine. Telefon numarasını ezbere bildiği insanların var olmasıdır belki de mutluluk. Her ne kadar yeterince vakit ayıramasanda kardeşinin sevmesidir seni.  Yorgun argın işten geldikten sonra fırında anne eli değmiş kurabiyedir mutluluk. Babanla iki çift laf edemesen de gözlerinin içine bakıp gülmesidir bazen de. 

      Hani küçük bir çocuk iken itilip kakıldıktan sonra yere düşüp dizimiz kanar ya! Ağlarken gülerler halimize. Sonra herkes gidip yalnız başımıza kaldığımızda, elimizden tutup kaldıran biri yok iken, yaramız kendi kendine kuruyup acısı dindiğinde. Bir söz veririz kendimize. " Bir gün mutlu olacağım. Yere düşeceğim tabi ki. Kimi zaman ayağım kayacak, kimi zaman itileceğim. Canımı sıkan şeyler tabi ki olacak. Her şeye rağmen gülüp geçeceğim. En azından siktir edeceğim. Ağlanacak halime güleceğim çoğu zaman. Küçük bir çocuğun kuşu severken kanadını kırdığı gibi; birini severken kalbini de kıracağım. Hayat bu! Belki kanadı kırılan ben olurum. Ama sonunda duvarlara çarpa çarpa bulurum yolumu. İnsanlar beni gördükleri kadar bilirler. O yüzden önce ben kendimi bileceğim."

          Biliyorum. Her konuştuğunuzda size ama'lar ile başlayan cümleler kuruyorum. Karamsarım belki de, hiç mi mutlu olmadın diyeceksiniz. Belki de mutsuzluk tuzu biberidir hayatın. Mutluluksa bayram sabahı yenilen şeker..

8 Mayıs 2016 Pazar

Anne Türküsü...

       Bir pazar bilmiyorum kim akıl etmiş. Bu pazar da annelerin günü olsun demiş. Sanki diğer günler çuvala girmiş. Çok marjinal biri değilim ama kutlamak sadece bir gün hatırlamak beceremiyorum sanırım. Koskoca bir sene, dünden bugüne, beşikten mezara ne yaptık. Harika bir çocukluk yaşamamıza sebep olan, annemizi anne yarısı teyzelerimizi dünyaya getiren kadından başlamalı belki de. Ağzı var dili yok derlerdi Fatma Kamacı için. Dişi çıkmamış biz bebekler onun parmağını emerdik kucağında. Tay tay yaptırırdı yemyeşil çimenlerde. Fındık yerdik, erik yerdik elinden. Sonra biraz büyüdük yaramaz olduk. Kızamazdı ya bize. Islak ıslak öperdi yanaklarımızdan. Kimseye yük olmadı , usulcana gitti aramızdan. Bir annenin koskoca bir aileyi ayakta tuttuğunu biz o zaman daha iyi anladık. Şimdi ne eski bayramlar bayram, ne kurduğumuz sofraların tadı aynı...

    Elime ilk kitabı zorla tutuşturduğunda annem, ağlayarak bitirmiştim. Şimdi ağlasam da bırakmıyorum. Beraber okuduk, beraber öğreniyoruz hayatı. Babama çektim biraz içimde bir yerlerde duygusallığa dair bir şeyler var ama kendime saklıyorum işte ne beklersin. Onun demlediği çayın, onun pişirdiği yemeğin, dededen miras pastacılığın lezzetlerini ne ben anlatayım ne de siz hayalini kurun. Anne sözü dinlemiyorsun dediğinde hep burnumu sürtmem yok mu? Bazen sırf o haklı çıksın diye burnumun dikine gidiyorum dersem yalan olmaz. Bir deniz kenarında oturup kendi başıma hayal kurup, geçen ömrümün muhasebesini yaptığımda şükrediyorum. Mutluluğu arıyorum diye bir türkü tutturmuşum ya? Ve de zenginlik... Olur ya bir gün kendi yuvamı kurarsam bu saadeti yaşar mıyım? Bir erkeğin dediği gibi ;annelerimiz gibi eşler ile hayatlarımızı birleştirir miyiz? Küçücük dünyamıza kocaman yürekleri sığdırabilir miyiz tek düşüncemiz belki de bu...


        Sahi teyzemlere ne demeli... Anne yarısından fazlasıdır Neriman teyzem. Yedirdi , içirdi, giydirdi, okuttu adam etti. Hayır duasını da eksik etmedi. Kendi gibi üç tane harika evlat yetiştirdi. Heykelini diksek koca yüreğine beton yetmez desek yeri.  Mihri teyzemle gülmek sarılıp kol kola yürümek. Sürekli şakalaşıp kahkahalarımız. Ve en küçük teyzemiz. Adı gibi güzel, anneannem gibi elma yanaklı kadın. Tek derdi yeğenlerinin mutluluğu olan. Sanırım büyümekle çocukluk ettik. Küçük bir çocukken onlara koşup sarılmak, öpmek kolaydı. Biz koşmasak onlar yakalar zorla öper koklardı zaten. Şimdi kocaman adamlar sığmıyoruz kendi kabımıza... 

            İyi ki varlar, varlık sebeplerimiz güzel kadınlar... 

1 Mayıs 2016 Pazar

İÇ SES...

       İnsan en çok sabahları ihtiyaç duyuyor mutluluğa...
       Yataktan kalkıp insan seline kapılmak için bir neden?
       Geçim kaygısı mı? Peki ya hayaller...
       Sahi kim ütülüyor dolaptaki gömlekleri.
       Her sabah tam takır kahvaltı sofrasına ne demeli.

       Öğlenleri pek de çekilmiyor desem haddimi aşar mıyım?
       Sanki çiçekler bile bezmiş hayattan, daha bir renksiz mi açıyorlar ne !
       Akşamüstü omuzlarımda yorgunluk,
       Ceketimin iç cebinde hayallerim,
       Ellerimde poşet dolusu sensizlik.
     
       İsyan da edemiyorum hayata.
       Kapıda güler yüzlü annem,
       Hala okula gönderdiği çocuğu beklediği gibi bekliyor.
       Babam desen yorgun savaşçı,
       Ben yel değirmenleriyle dövüşürken, o kenarda benim zavallı halime gülüyor.
       Sahi ne kadar zaman oldu oturup karşılıklı konuşmayalı.
       Oysa bir nasihatini alır yolluk yapardım ya kendime.

       Sonra her sabah 07:45 metrosunda bakıştığım kız,
       Kaç sefer geçti ve kaç gece sabaha vardı bilmiyorum.
       Sanırım o da hayal kurmayı seviyor,
       Belki platonik ilişkiler, uzaktan sevmeler moda bu aralar.
       Yoksa kim oturup anlatacak kendini tekrar tekrar.
       En sevdiği renkten, çocukluk aşkına ne gerek var zaten...
       Çayı tek kişilik demlemeye devam,
       Kendimi bulacağım yolculuğa sayılı günler kala rotam belli,
       Şiirleri ve şairleri yazdığım defterim de hala boş sayfalar var.
       Demek ki az kaldı.
       Düşünmeden uyuyacağım, gülerek uyanacağım.
       Takmayacağım bazı şeyleri kafama.
       Sonunu düşünmeden seveceğim,
       Yalnızlığımı da paylaşacağım, mutsuzluğumu da...
       Ve her şeye rağmen gülmeye de devam edeceğim.

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...