25 Şubat 2017 Cumartesi

Bana Bir Masal Anlat Baba

   Yazmak için bir şeyler biriksin istiyor insan. Misal gecenin birinde yorganı kafanıza kadar çektiğinizde, aklınıza çok sevdiğiniz ama erken yaşta kaybettiğiniz bir insan geliyor. Buz gibi duvarı yumruklayıp ağlarken buluyorsunuz kendiniz. Geri gelmeyecek olan çocukluğunuza ağıtlar yakıyorsunuz. 

         Söylediğimde eminim hak vereceksiniz, siz de benim gibi birkaç yıldır 80'lerin ve 90'ların pop kültürüne özlem duyuyorsunuzdur. Tarkan'ın "Dön Bebeğim, Unut Beni, Kış Güneşi, Unutmamalı, İnci Tanem, İkimizin Yerine" şarkılarının ikamesi yoktur bana göre. Zerrin Özer'in uzun bir aradan sonra pop müziğe geri döndüğü "Paşa Gönlüm" şarkısını hatırlayın. Arkada vokal yapan gençleri. Peki Barış Manço'nun "Müsadenizle Çocuklar" şarkısı.  Burak Kut, Soner Arıca, Ufuk Yıldırım, Hakan Peker, Grup Vitamin... Sertab Erener'in slow şarkılarıyla gönlümüze taht kurduğu, Demet Sağıroğlu'nun "Arnavut Kaldırımı" ile yaşanan nostaljiye ne demeli.


      Parliament pazar gecesi sineması vardı. George Michael'in Careless Whisper'ı meşhurdu. Whitney Houston ile I will always love you idi hayatlar... Henüz 2000'li yıllarda Kuzguncuk'ta çekilmeye başlayan Süper Baba dizisi vardı. 90 yaşıma da gelsem unutmam. Şevket Altuğ, Sümer Tilmaç, Şevval Sam, Bennu Yıldırımlar, Jülide Kural, Selçuk Yöntem, Metin Çekmez, Suna Pekuysal... Kadroya bakar mısınız? Şevval Sam'ı geçtim ben Sevinç Erbulak'a aşıktım o zamanlar. Dizinin jenerik müziğini ıslıkla, okulda müzik dersinde flütle çalan çocuklardık. Daha nice diziler vardı tabi. Kazım Koyuncu'yu bize tanıtan Gülbeyaz dizisi vardı. Trabzonlu bir aile olarak İstanbul'da bize memlekete olan özlemimizi dindiren bir diziydi. Yeditepe İstanbul dizisi vardı. Ben o yaşlarda romantizmi anlamasam da yıllar sonra tekrardan izleyince replikleri aklıma kazınan hikayeleri vardı. "35 yaşındayım. Daha hiçbir şeyi yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. Ama kenarındayım o kesin. Hem de en kenarında. Bizim mahalle gibi." 

           Pek çok dizi vardır elbette. Ama ben içime işleyenleri yazmak istiyorum. Misal diğer bir tanesi de "Yedi Numara" dizisidir. Şebnem Sönmez, Engin Alkan, Olgun Şimşek, Ruhi Sarı ve Çağlar Çorumlu aklınıza ilk gelen insanlardır dizide. Çocuğu olmayan bir çiftin ahşap evlerinde öğrencilere oda kiralayarak geçimlerine destek oldukları sıcacık bir aile dizisidir. Anadolu'nun bağrından kopup gelen çocukların ana-baba şefkati ile yaşadığı bir evdir o ev. Kızlı erkekli yaşanan, ama gülünüp eğlenilen, aynı sofrada yemek yenilen, birbirine saygı duyulan bir evdir. 

          Hayat ne tuhaf değil mi? Hani o beğenmediğimiz iktidarların, istikrarın olmadığı, ekonomik krizlerin ceplerimizi boşalttığı, faili meçhul cinayetlerin bitmediği, geceleyin sokaklarda korkunun kol gezdiği bir dönemde evlerimizde içimizi ısıtan diziler ve şarkılar vardı. Evet belki geçim sıkıntısı bugün olduğu gibi boynumuzu büküyordu. Güzel ve güneşli günlere özlem duyuyorduk. Yolunda gitmeyen pek çok şey vardı ama üstesinden gelinemeyecek hiç bir şey yoktu. Çünkü aile dediğimiz, dostluk dediğimiz. komşuluk dediğimiz kavramlar vardı. Hangi görüşten olursa olsun aynı sofraya oturabilen aileler, akrabalar vardı. Hoşgörü vardı, saygı vardı. Oyunlar oynadığımız kuzenlerimiz, elini öptüğümüz büyüklerimiz vardı.


Güya bugün bir şeyler iyiye gidecek diye ümit edenler var. Oysa ki hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikar. Televizyonları açamayacak duruma geldik. Hayat pahalı, insanlar ucuz. Neyse ki kredi kartına  taksit var. Bayramları herkes kendi evinde geçiriyor. Kuzenlere sarılamasakta, uzaktan fotoğraflarını beğeniyoruz. Sanırım böylesi daha iyi. Harçlık alacak yaşı da geçtiğimize göre ne gerek var büyüklerin halini hatrını sormaya. Zaten onlara göre marjinal bir gençlik olup çıktık. Biz onları beğenmiyoruz, onlar bizim fikirlerimize saygı duymuyor. Cenazelerde bir araya gelip özlem gideriyoruz. O zaman bu karamsar ve geçmişi sorgulayan yazıyı nostalji yapmanıza vesile olacak şarkı sözleri ile bitirelim...

Bana bir masal anlat baba
İçinde bütün oyunlarım
Kurtla kuzu olsun şekerle bal

Baba bir masal anlat bana
İçinde denizle balıklar
Yağmurla kar olsun güneşle ay
Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsem bile
Bırakıp gitme sakın beni

Bana bir masal anlat baba
İçinde tüm sevdiklerim
İçinde İstanbul olsun



16 Şubat 2017 Perşembe

Taktik Maktik Yok Bam Bam Bam...

      Hayatımın bir gününü de first class yolcu koltuğunda oturan adam gibi geçirmek istiyorum. Kemerimi bağlayıp uçuşun keyfini çıkarsam. Güler yüzlü insanlar gelip bir isteğiniz var mı Murat Bey deseler... Portakal suyumu şarap bardağından içerken, kitabımı okusam mesela. Ama nerede; sabahın altı buçuğunda çalar saat sesiyle uyanıp, boynu bükük flamingolar gibi işe gidiyoruz. Her sabah sarışın, tay gibi bir kızla yolculuk ediyordum metroda, artık o da yok. İş mi değiştirdi acaba, ne yaptı yoksa o da mı evlendi. 

          İki büklüm otururken kitap okumaktan kendimi kitap ayracı gibi hissetmeye başladım. Aklıma bu aralar sürekli Demolition filmindeki o meşhur metro sahnesi geliyor. Vericem kulağıma müziği, alıcam hayatı sessize. Vurucam kırbacı vurucam kırbacı... Hunharca dans edip, insanlara dil çıkaracağım. Fatih Erkoç'tan oynatmama az kaldı doktorum nerede'yi istiyorum o zaman. Hadi bakalım gelsin. 

     Bilmem kaç katlı plaza da, ülkenin en parlak zekaları ile çalışıyorum. Ama hala bizim köşebaşındaki market sahibi Adem abi ile Rus edebiyatı ve rus kadınları hakkında konuşuyorum. İşini çok iyi yapanlarla, işini iyi yapamasa da reklamını çok iyi yapanlar arasındaki mücadele devam ediyor. Ben tarafsız bölgedeyim. İşinin amına koyim, insanlara bir şey olmasın kıvamına geldim. 26 yaşında öğrenmeye devam ediyoruz. Mesela piyasa şartları çok kötü o yüzden mevcut işinizde mutlu olmasanız da çalışmaya devam edin. Resmi rakamlara göre işsizlik %11,2. Kim bilir resmi olmayan rakamlara göre nasıldır. Eee malum ülkenin siyasi koşulları da kötü, o yüzden kötünün iyisi ile yola devam. Yeter mi yetmez mi bilmem ama Evet demeyenleri sikerler mi yoksa  sabaha mı bırakırlar orası şüpheli. 

        Dokunan yanıyor, açık sözlü olan kaybediyor, dürüst olan aldatılıyor, sevenler terk ediliyor. Memlekete bak arkadaş. Büyüklerim aman çocuğum diyerekten nasihat veriyor, profesyonel mentörler ise zaten piyasanın oyuncusu. Herkes kazan kazan oynamanın peşinde. Kendimiz olup mutlu olamayacağız belki; ama kafamız güzel olsa bari. Ne yapsam bir tane bankacı bıcır kızlardan birini mi ayarlasam. Garibim onlarda deli gibi çalışıp,strese boğuluyorlar. Yoğun iş stresinden kaçıp sığınacak liman arıyorlar. Böyle karamsar konuşmayıp, realist de olmazsam bu iş olur gibi ya. Şakalar, komiklikler, biraz edebiyat, biraz felsefe, haftada bir gün tiyatro, bir gün de kahvaltı veya yemek. Rutine bağlarız. 

           Yazarken düşündüm de bankacı kızlar kariyer delisi oluyor. Böyle evini sahiplenecek annemin kurabiyeleri gibi olmasa da arada sevgisini katıp bir şeyler pişirebilecek. Hafta sonları kitap-kahve pineklemesi yapabilecek. Edebiyat,sinema,çay üçgeninde bir ilişki... Hımm tadı damağımda kaldı resmen. Bak bu Murat'ın hoşuna gitti. Hey güzel Allah'ım şu kulunun karşısına çıkarsan bir tane böyle. Evrene olumlu mesajlar göndererek bitiriyorum bu yazıyı da. Ne mutluluğunuz varsa görün inşallah...

12 Şubat 2017 Pazar

Sızıyor Kalbimizin Çatlaklarından Hayat...

Elbet çayla olmuyor içimizde soğuyan şeyleri ısıtmak.
Kendi kendime düşünürken gözlerim kayıyor boşluğa. 
Nasılda büyüdü ufacık bedenim, 
ama içimdeki küçük çocuk direniyor yüreğinin kaldırımlarında oyunlar oynamaya. 
Birkaç beden büyük geliyor hala yaşadıklarım bana. 
Teneffüs zamanlarında yaşadığım kısacık mutluluklara özlem duyuyorum. 
Gülüyorum gülmesine fakat hayat biz istemesek de boşalan bardağı doldurmaya devam ediyor. 
Ve her defasında bir solukta içiyoruz; yalnızlığı, hayal kırıklığını, yarım kalmışlığı...

Sanıyordum ki ben iyi olmaya çalışırsam, her şey iyi olacak
Parmak ucunda yaşarsam kimse rahatsız olmayacak.
Kırsak birilerinin kalbini eskisi gibi olmayacak biliyorum.
Her ne kadar yapıştırsalar da parçalarını kalplerinin çatlaklarından akacak 
Hüznü, neşesi, mutluluğu ve kederi...

Çok çalışırsam karşılık bulacaktı emeklerim,
Babam gibi susacak, yalnız kaldığımda haykıracaktım.
Değişmeyen dünyanın şerefine kaldıracaktım kadehimi.
Açık sözlü olmak beni bir adım öteye taşıyacaktı hani,
Güven dediğin duygu ;sözle değil, eylemle hissedilecekti.
Sevmek; derdini paylaşıp üstesinden gelmek
Hayaller kurup gerçekleştirmek olacaktı bizim için.

Kazandığım para kadar değil
Kendi istediğim hayatı yaşayacaktım. 
Birileri nasihat adı altında küçük görse de hayallerimi
Ben bildiğim yoldan vazgeçmeyecektim.
Nasıl da safmışım...
Kendin gibi görünene aldanma gönül,
Seviyorum deyip yarı yolda bırakana da.
Her karanlığın bir sabahı, her yokuşun bir düzlüğü vardır nasıl olsa
Sen ne gözünü yum karanlığa ne de yürümekten vazgeç yarınlara...

Ne diyordu kuşların şairi:
"Ve bilmiyordu kimse yüreklerimizden uçan üzgün güvercinin inanç olduğunu..."


      

8 Şubat 2017 Çarşamba

Kahramanlar Can Verir, Yurdu Yaşatmak için...

      Saçları üç numaraya vurduruyorsunuz yıllardır gittiğiniz berberde. Tıraş bittikten sonra bir tane yanağa, bir tane kafaya şaplak atıp sarılıyor size. Son birkaç gün toz pembedir her zaman. Elinde büyüdüğünüz insanlar şaşırır kalır, hangi ara büyüyüp askere gidecek yaşa geldin sen. Annelerin gözü yaşlıdır ama dostlar sizi halay çekerek uğurlar. Var mıdır başka millette böylesine coşku bilemedim şimdi. 

      Otobüse binmeden önce baban gelir usulca yanına. Yıllardır doyasıya sarılamadığın, belki de kokusunu bile hatırlamadığın baban bağrına basar seni. Derin derin içine çekersin kokusunu. Kendine iyi bak evlat dediğinde gözünden yaş gelmez ama emin ol gönlünden kocaman bir buz kütlesi eriyip gitmiştir yaşlı adamın. Cam kenarına kafanı yaslayıp başlarsın düşünmeye. Geride bıraktığın ailen, seni bekleyen sevdiğin, kurduğun hayaller, dostların...

    Askerlik tuttuğun nöbet, taşıdığın tüfek, soyduğun patates, kapıdan girerken bıraktığın mantık,yediğin dayak değildir aslında. Bunların hepsini güzel bir anı olarak biriktirmektir. Her meslekten, her mezhepten insan aynı koğuşta, aynı masada, aynı cephedesin. Dersimli bir kardeşin geçmişi anlatıyor sana, Maraşlı bir Alevi ailesinin geçmişini, Diyarbakır'lı bir çocuk babasının yaşadığı işkenceleri anlatıyor. Gayrimüslimlerde yok değil, Ermeni Varujan var bölükte. Yedi göbek İstanbul'lu. Arada komutanlar Ermeni dölleri deyip genelleme yaptığında suratı kızarsa da seviyor bizi. 

         İlkokul mezunu var, hiç okumayanı var. Çatırda yaşayan çingene vardı hiç unutmam. Hayatında hiç okul yüzü görmemiş, okuma yazması yok. Hiç kendine ait evi, odası, yatağı olmamış. Ömrü at arabalarında, çadırlarda geçmiş. Adı Nejdet... Tekmil vermesini öğrenene kadar az şamarımızı yemedi.  Neden mi anlatıyorum. Askerlik biteli neredeyse 3 yıl olacak. Terhis belgesini aldıktan sonra hepimiz özlemini duyduğumuz hayatlarımıza geri döndük. Her şey daha güzel olmadı. Ama biz evine kara haber gidenlerden olmadık. Anamızın babamızın verdiği emekler birilerinin siyasi emellerine kurban gitmedi. 

      Biz farkında olmadan her gün birilerinin isimleri gazetelerin 3.sayfalarına yazılıyor Bold karakterlerle. 3 dakikalık bir haberde tabutu başında ağlayan eş, çocuk veya babayı görüyoruz. Birkaç saniyeliğine bir iç çekiş ve haberlerden sonra sevdiğiniz dizi ile tüm derdi tasayı unutuveriyorsunuz. Kahramanlar can verir, vatanı yaşatmak için... Okuduğum binlerce kitabın, aldığım eğitimin, giydiğim takım elbisenin, tuttuğum takımın, oy verdiğim partinin hiçbir önemi kalmıyor. Vatan uğruna ölecek birileri olmadıkça. Ne tuhaftır ki sabah kalkıp işe gitme isteği uyanmıyor içimizde. Peki ya bir daha hiçbir sabaha uyanamayacak olanlara ne demeli? Şu an düşündüklerim, yazdıklarım ne için? Az sonra sıcacık yatağıma girip uykuya dalacağım. Ve birkaç dakikalığına yaşadığım hüznü, karamsar düşünceleri alıp bir kenara atacağım. 

              Dünya dönüyor, bayrak dalgalanıyor, karınlar doyuyor, insanlar gülüyor eğleniyor, hayaller kuruluyor... Nasıl mı oluyor; birileri ölüyor...Bizim refahımızın bedelini başkaları ödüyor. Aklıma geldi bu gece yazayım dedim. 

Gerilir zorlu bir yay 
Oku fırlatmak için; 
Gece gökte doğar ay 
Yükselip batmak için. 
Mecnun inler, kanını 
Leyla’ya katmak için. 
Cilve yapar sevgili 
Gönül kanatmak için. 
Şair neden gam çeker? 
Şiir yaratmak için. 
Dağda niçin bağırılır? 
Feleğe çatmak için. 
Açılır tatlı güller 
Arılar tatmak için. 
Tanrı kızlar yaratmış 
Erlere satmak için. 
İnsan büyür beşikte 
Mezarda yatmak için. 
Ve........................... 
Kahramanlar can verir 
Yurdu yaşatmak için... 


         

4 Şubat 2017 Cumartesi

(Yirmi) Yedi Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor...

       Her geçen gün yeni şeyler öğretiyor hayat bize. İnsanları anlamak zorunda kalıyoruz, fakat bizim daha önemli işlerimiz var. 27. yaşıma şunun şurasında birkaç basamak kalmışken ben hala 7 yaşındaki çocuk gibi davranmaya devam ediyorum. Eğer 7 yaşındaysanız hayat gerçekten çok zor :) 

        Çok şikayet ediyorum farkındayım. İşimden, kendimden, çevremdeki insanlardan. Hiç kimseyi değiştirmek gibi bir niyetim yok, kendim de zaten olduğum gibi yaşayıp gidiyorum. Göte göt diyorum. Hayallerimi anlatıyorum, felsefe yapıyorum, kendimle alay ediyorum. Misal planlarım gerçekleşmeyince küçük düşebiliyorum. Fakat başarı hikayeleri kadar başarısızlık hikayeleri de önemli değil midir? 

        Terfi alamadım mesela, haliyle maaşıma zam da olmadı. Hala bok varmış gibi burnumun dikine gidiyorum. 3 kuruş fazla almak için içten pazarlıkçı olamıyorum. İnsanlar beni sevdiğini söylüyor, çalışmaktan zevk alıyorlarmış, işimi iyi yaptığımı iddia edemem. Ama elimden geleni yapıyormuşum. Ne de olsa babamın oğluyum, karın tokluğuna it gibi çalışmayı erdem sayıp, kendimle baş başa kaldığımda hayatı şikayet ediyorum. Her sabah çalar saat sesi ile uyanıp, kendimi işe gitmek için motive ediyorum. Tüm olumsuzluklara, hayal kırıklıklarına, kıskançlıklara, tutulmayan sözlere rağmen hayata kaldığım yerden devam edebiliyorum. Mutlu da olsam, mutsuz da olsam aynı verimlilikte çalışabiliyorum. Acaba çok mu vurdumduymaz oldum ne !

         Tezek kokusunu özleyen biri olarak, koca koca plazaların içinde kendimi yalnız hissediyorum. Islak çimenlere uzanıp masmavi gökyüzüne bakarak futbolcu olma hayalleri kurduğum günleri özlüyorum. Sabah ezanı ile beraber otlatılmaya çıkarılan ineklerin sesi kulağımda hâlâ. Erik ağacının tepesindeyiz dedemle, anneannemle mısır tarlasına iniyoruz. Eve dönüşte bahçeyi sıcak poğaça kokusu sarmış. 5 çayına hazırız ailecek. Kavak ağaçlarının arasından serin rüzgar esiyor üzerimize. Zeytin, peynir ve çay... Allahım düşündükçe tüylerim diken diken oluyor, gözlerim yaşarıyor ufaktan. İlker'in kahkahası çınlıyor evin dört duvarı arasında. Günler geçtikçe hafızamdan siliniyor ufak ufak o güzelim günler. 

        Başarılı olma trenini yıllar önce kaçırdım. İyi bir kariyerin hayalini de kurmuyorum desem yalan olmaz. Kumaşım her ne kadar kaliteli olsa da, etiket fiyatım ucuz. O yüzden her zaman şüphe ile yaklaşılacağım. İlk tercih değil, zorunda kalınan olacağım. Zenginlik pahada değil, ağırlıkta olacak her zaman. Alışveriş sepeti doldukça şükredeceğiz. Tatillere hep ya biterse korkusu ile çıkacağım. Bu hayat şartlarında ev alabilecek kadar para kazanır mıyım bilmiyorum ama. Evin içini mutlulukla dolduracak bir kadınla tanışırsam semt bizim, sevda bizim, ev kira olsa da olur. Küçük şeylerden mutlu olmaya devam o zaman. Mesela her akşam iş çıkışı mahallenin bakkalına sırf edebiyat konuşmak için uğramaya devam. Hanginizin bakkalı sizinle dünya klasiklerini konuşup, şairlerden vecizeler sunuyor. Bizim Adem abi şiiri gazete kağıdına sarıp veriyor...

          Geride bıraktığım bu hafta  çok şey öğretti bana. Sahip olduğum güzellikleri, geçmişe sıkı sıkı bağlanıp, bugünü ve yarını da ihmal etmemeyi hatırladım. Tüm olanlara canınız sağ olsun deyip, eyvallah çekmenin keyfini yaşadım. İnsanın kendi olabilmesi, prensipleri ve idealleri uğruna mücadele etmesi gibisi var mı? Ne mutlu bize o zaman. Meşaleyi yakın, mutluluk yakın...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...