Bugün karamsar bir yazı yazmak yerine üniversiteyi bitirdiğim günden bu yana gelişen kariyerimin muhasebesini yapmaya karar verdim. 18 yaşıma kadar en büyük hayalim bir futbolcu olmaktı. Kendimle ilgili olumlu cümleler kurmayı sevmem ama izleyenler iyi bir sol ayağım olduğunu söylüyordu. Gel gör ki bizim takımın hocasında yetenek kavramı çok başkaydı. İyi yaptığımız bir şeye aferin demektense daha iyi olabilirdi diyerek; kendince bizim götümüzü kaldırmamayı yeğliyordu. Futbolcu olup ne yapacaksınız, zaten olamazsanız. O yüzden okuyun veya çalışın da bir baltaya sap olun diyebilecek kadar da açık sözlü bir insandı sağ olsun. Bugün sahip olduğum kariyerden dolayı her sabah kulaklarını çınlatırım.
Aynı şekilde şüpheci ve hayatın ona hiç adil davranmadığını düşünen babam. O adaleti kendi oğluna da çok görmüştür. 13 yaşında bir çocuğun "baba bugün nasıldım, iyi oynadım mı" sorusuna hassiktir oradan sen de buna futbol mu diyorsun. Biz sizin yaşınızda ohoooo... diyecek kadar realist bir adamdı. Bazen düşünmüyor değilim. Zafere gidilen yolda çekilen çile miyim diye?
Etiketi olmayan sıradan bir devlet üniversitesini, iyi sayılabilecek bir ortalamayla, derdimi anlatacak kadar bir ingilizceyle, birkaç staj deneyimi, çeşitli sosyal sorumluluk projeleri ve inşallah işsiz kalmam dilekleriyle bitirdim. Altı ay iş beğenemediğim için 50 mülakata girmek zorunda kaldım. İstanbul'da gezmedik semt, girmedik kapı bırakmadım. Mülakatların hepsi olumlu geçti yani derdimi çok güzel anlattım. Onlarda biz size dönüş yapacağız diyerek pışpışladı. Genelde asgari ücretten 250-300 lira fazlasını teklif ettiler. Mazaretleri ise yeni mezun olduğum için tecrübesiz mişim? Bir de yetmezmiş gibi askerliğimi de yapmamışım. Neyse ki konserlerde yer göstererek ayda 2.500 lira gibi güzel bir meblağ kazanabildim. LC Waikiki de tezgahtarlık yaptım. En sonunda da Garanti Bankası'nda yarı zamanlı olarak gişe asistanlığı işine girdim. Kariyerimde dönüm noktasıdır. Hayat ne ilginç yahu. Onca yıl kendini geliştir, sayısız kitap oku, ekonomiyi yala yut. Sonra bankada üç kuruşa "başka bir arzunuz var mı" diye müşterilere sor. Performansını da kakaladığın kredi kartı ve sigorta poliçesi ile ölçsünler. Bankacılık ile ilgili aklımda tek kalan şey çok sevdiğim insanlarla tanışma olanağıdır. Gerisi boş sepet.
Sonra bir yıl deneyim kasıp, askere de gittikten sonra şu an ki mutsuzluk kaynağım olan işime girdim. Babam öğütler veriyor. Klimalı ortam, bütün gün otur oh mis. Dışarıda çalışanlar ne yapsın. Kurumsal bir ortam, profesyonel insanlar, bol kazanç, yeni kapılar.... Şükürsüz insanlarız şükürsüz. Yoksa bizden mutlusu var mı?
Mobbing diye insanların performansını ikiye katlayan bir şey var. Her gün sabahları aç karnına, öğleden sonra tok karnına kulaktan alıyorsun. Sonra götüm götüm çalışmaya devam :) Sonracığıma empati diye bir şey var. Ben ne çektiysem siz de aynısı çekin de denebilir buna. Yüzünüze gülüp arkanızdan "bu da ne yavşak, yalaka bir insan" diyebilirler. Ama siz sıkmayın canınızı bir kahve pişirir, iki dedikodu yapar olayı tatlıya bağlarsınız. Çocuklarınızı özel okullara gönderip, fırsat eşitliği mi kaldı memlekette diye de riyakarlık yapmadan da olmaz. Kime sorsanız köpekler gibi çalışıyor ama değerini bilen yok. Ama başkaları için bunlar da çalışıyor mu ancak el ense yapsınlar dersiniz. Herkesin içinde itin götüne sokup, tenhada senin gibi çalışan var mı be deyip insanı ilginç bir psikolojiye sokarsınız. 30'u geçtikten sonra anti depresan kullanımdan gözle görülür bir artış başlıyormuş. Büyüklerimiz öyle diyor. Erkekler uzun mesaiden dolayı seksten soğuyabilir veya tam tersi etkide yapabilir. Kadınlarda stresten kaynaklı çocuk doğuramama vakalarına sıkça rastlıyoruz vs. vs.
Peki adama sormazlar mı eh be ibnenin evladı? Bu kadar şikayet edip, isyan ediyorsun da ne bok yemeye hala çalışıyorsun diye? Haklısınız valla ibnelik bende...