30 Ağustos 2012 Perşembe

Zincirlerini Kıramamak...

       Her insan mutlaka görünmeyen zincirler ile olduğu yere bağlanmıştır. Kimileri bunu çok geçmeden kırıp serbest kalmış, kimileri her geçen gün zincirlerine bir yenisini eklemiştir. Ben bugün her geçen gün zincirlerime bir yenisini daha ekleyen birisi olarak içimdekileri dökmek istiyorum...

       Herkes yaşadığı toplum içinde farklı ve özel olduğunu düşünür hatta kimileri bunu iddia eder. Bu kişiler aileleri tarafından bu tarzda yetiştirilmişlerdir. Her zaman elindeki ile yetinmeyen, özgürlüğüne düşkün, özgüveni yüksek, kendi başına ve rahat hareket etmeyi seven, birisine ve bir yere bağlı kalmayan bu insanlar kendilerince farklı olurlar hatta bunların çoğu hayatta bu farklılıklarını başarıya çevirmesini de bilir. Ben kendimi bu kategoride göremiyorum maalesef.

       Bilmiyorum az sonra anlattıklarımdan sonra beni kendisine yakın hisseden olacak mı ama genelde bizim toplumumuzda bizler böyle yetiştirildik. Hep belli bir düzene tabi olan ve o düzenden dışarı çıkmayan bir insan olduk. Her zaman elimizdeki ile yetindik daha fazlasını istemedik. Böyle derken aç gözlülük ve müsriflik olarak algılamayın. Daha iyisini yapma, daha başarılı olma , daha refah bir yaşam sürme açısından değiniyorum ben. Her zaman temkinli olduk, acabalar ile başladık işlerimize, hedeflerimiz hep makul ve ufak oldu. Sade bir yaşam tarzı benimsedik kendimize. Alışkanlıklarımızdan ve arkadaş çevremizden yeri geldiğinde uzaklaşamadık. Yeniliklere ve gelişime kapattık kendimizi. Ve bugün görüyorum ki üniversiteyi bitirmiş çoğu arkadaşım rekabetin olduğu bu piyasada yabancılaşmış ve yetersiz hisseder olmuş. Hep kıramadığımız görünmeyen zincirlerimiz yüzünden...

        Bu zincirler kimi zaman maddi imkansızlıklar, kimi zaman ailevi sebepler, kimi zaman özgüven eksikliğinden oldu; ama her zaman oldular. Ne zaman yeni bir şey denemeye kalkışsak ayağımıza takıldılar. Ve bugün sahip olduğumuz mutsuzluğun kaynağı oldular...Maalesef ben bugün sahip olduğum zincirleri kırmaktansa her gün bir yenisini daha ekliyorum. Hayallerim, bir vizyonum yok mu tabi ki var. Ama elden ne gelir ki bugüne kadar başarılı oldum mu olmadım mı onu bile bilmezken zincirlerimi nasıl kırabilirim.

         Öğrenci iken karne günü eve takdir ile gelirdim. Ve aldığım takdir ile övünemezdim. Bak baba takdir aldım hadi bana bisiklet al falan nerdeee..Annem o gün sevdiğim yemekleri yapardı, ben de afiyet ile yer otururdum aşağıya. Akşam yemeğinde babam karneyi eline alır; aferin oğlum demek yerine matematik 4 gelmiş neden derdi:) Çocukluğumdan beri futbol oynarım. Yani takımın iyilerindendim. Şurada yazarken bile kendimi övemiyorum, kime göre iyiydim diyesim geliyor. Ama iyi bir sol ayağım vardı diyebilirim. Güzel oynadığım bir maçtan sonra maçı izleyenler beni tebrik edince heyecanlanırdım ve o heyecanla babamın görüşlerini merak ederdim. Tabi ki babam yine klasik cevaplarıyla " Ben senin zamanında taş gibi oynardım. heheyy zamanın topçularında iş yok karı gibi oynuyorlar" derdi. Yani sözü söyler söylemez ağzınıza tıkardı lafı :)  İşte böyle bir ortamda iş hayatına yelken açıyorum. Umarım rüzgar arkamdan eser de yeni ufuklara ve güzel bir geleceğe yol açarım...

26 Ağustos 2012 Pazar

Görünen Ekonomi Yaşanan Ekonomi...

    Okul bittiğinden beri ekonomiden uzak kaldığımı düşünüyorum. Gerek blog sitelerini gerekse haber programlarına göz atmaz oldum. Eee haliyle 4 yılın verdiği yorgunluk ve bıkkınlık biraz kafamı boşaltmama sebep oldu. Biraz ara vermenin vermiş olduğu zihin açıklığı ile tekrardan ekonomi hakkında yazılar yazmaya karar verdim. Bilgileri taze tutmak gerekiyor...Dünden bugüne bir değerlendirme yapmak istedim kendimce kafamda ölçtüm biçtim ve sizlere sundum.

       İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni kurulan dünya düzeninde birçok yeni ülke haritaları çizilmiş, savaştan çıkan ülkeler yaralarını sarmaya başlamış ve kısa zamanda kalkınma ve büyüme yarışına girişmişlerdi. Büyük Buhran'dan Roosvelt'in Keynesçi politikaları ile kurtulan ABD sahip olduğu ihraç fazlası ürünleri Avrupa ve gelişmekte olan ülke pazarlarına sunmaya başladı. Alım gücü olmayan ülkelere satınalma gücü transfer etti. Ve yaptığı hamlenin meyvesini 50 yıldır toplamaya devam ediyor. Girmiş olduğu bütün pazarlara kendi kültürünü ve ürünlerini kalıcı olarak yerleştirmeyi başardı. Artık ülkeler toplam talep yetersizliği ile değil artan talebi karşılayamamaktan dolayı krizler ile karşılaşıyordu. İnsanların  yaşam standartları iyileşmiş, konfor,lüks ve aşırı tüketim hat safhaya ulaşmıştı. Haliyle yerli üretim toplumların ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmiş fazla talep yurt dışına kaymaya başlamıştı. Velhasıl kelam ABD savaştan sonra dağıttığı dolarları geri kazanmış üstüne üstlük üretim fazlası stoklarını eritip kendisini yeni ve kalıcı pazarlar edinmişti.

       Bu kısa girişi yapmamın sebebi şuydu. Diyebilirsiniz bugünkü ekonomik ve sosyal yapıda ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki ekonomik hamlelerinin ne alakası var. Bana göre çok alakası var. Ekonomi  veya tarih ile yakından ilgilenen arkadaşlarım bilirler ki 1929 Dünya Ekonomik Krizi'ne kadar üreticiler sadece üretir satın alınırsa alınırdı. İnsanlar ürettiğinden fazla tüketmedikleri için yaygın bir enflasyon sorunu pek olmuyordu. Sadece savaşlar sonrası kıtlık çeken ülkelerde Almanya, İtalya,Polonya gibi ülkelerde 3-4 yıllık hiper ve aşırı enflasyon süreçleri yaşanmış ve raylar yerine oturunca ortadan kalkmıştır. Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra artık iki kutuplu dünya düzenine geçilmiş. Bir yanda hızlı büyüyen sanayisi ve hızlı tüketen toplumu ile ABD diğer yanda ise kaynaklarını sadece rejim için kullanan birey refahı değil devlet refahı için çalışan SSCB vardı. Tabi ki savaşı Amerika kazandı. Ve günümüzdeki ekonomik ve sosyal kargaşa sarmalları kalıcılaşmış oldu...

         Gelelim Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin bu olaylardan nasıl etkilendiğine kısaca göz atalım. I.Dünya Savaşı'ndan yorgun ve bitap çıkan genç Türkiye hızlı bir kalkınma atağına başladı ve kısmen başardı. Büyük Buhran devletçilik politikası ile az hasar ile atlatıldı. Doğru hamleler ile yüksek büyüme düşük enflasyon rakamları yakaladı genç Türkiye; ama bir yere kadardı tabi ki. Adnan Menderes sanayideki atağı tarım sektörünü de işin içine katarak daha da sağlam temellere oturtmak istedi ama maalesef herşeyi aynı anda yapmak isterken ağır borç yükünün altında ezildi ve siyasi bir komplo ile aramızdan ayrıldı. 1960 Darbesi Türkiye için bir devrimdi. Evet hazırlanan anayasa için hala devrim diyenler var içimizde. Bu devrim iyi mi kötü mü bilinmez ama o tarihten itibaren artık Türkiye için birçok şey değişti. 1950'lerde başlayan enflasyon sarmalı artık kalıcı hale gelmişti hemde üç haneli rakamlar ile. Türkiye bu olgu ile tam 40 yıl yaşadı. Türkiye 40 yıl boyunca 2 ileri bir geri adımlar ile ekonomik büyüme gerçekleştirdi. Halk enflasyon ile yaşamaya alıştı bir nesilin ömrü gaz ve ekmek kuyruklarında geçti. İstihdam seçim sonrası arttı devrilen hükümetler ile azaldı. Yani Türkiye 40 yıl boyunca bir bebek gibi emekledi. Savaştan kurtardığımız Güney Kore her alanda gelişimi tamamlayıp bize tur bile bindirdi. Peki neden böyle oldu. Türkiye neden kronik bir enflasyon, inişli çıkışlı büyüme ve istihdam rakamları ile 40 yıl yaşamaya mecbur kaldı? Sanırım bu sorunun cevabını en iyi sanayiciler ve politikacılar biliyordur...

      "Gelişmekte olan ülke" kavramına değinelim biraz da çünkü; bu kavram Türkiye için 50 yıldır söylenmekte. Bence çok sinsi ve gelişmiş ülkelerin 2.dünya ülkelerini sömürdüğü  kavramın ta kendisi. Geçmişten günümüze baktığımızda bunun ne kadar doğru olduğunu görmemek imkansız gibi birşey. Gelişmek isteyen bu ülkeler gelişme adına kalıcı kapitülasyonlar vermeye devam ediyor. Ekonomik olarak büyümesini kalıcı hale getirmek isteyen ülkeler bunu altyapı yatırımları ve eğitim reformları ile gerçekleştirmeli. Türkiye bu üçlü ayağın sadece ekonomi ayağına ağırlık vermiş bundan dolayıdır ki topal bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. 1980'de geçtiğimiz Serbest Pazar Ekonomisi ile sınırlar açıldı. Her türlü ürün ve mal ülkemize rahatça giriş yaptı, ithalat ve tüketim her geçen gün artmaya devam ediyor. Bunları kötü birşey gibi anlatmıyorum ama bizim ülkemize hep olumsuz yanları sirayet etmiş. Evet yerli sanayi rekabet edebilecek bir durumda bugün, sanayi ve turizm alanında atağa kalktık. İhracat rakamlarımız rekorlar kırıyor ama ne zamana kadar. Bu rakamlar ne kadar kalıcı olabilecek. Bugün devletin GSYH/borç stoğu AB standartlarının bile altında, enflasyon rakamları tek haneli bir seyir izliyor  ama bu buzdağının görünen yüzü. Bugün artık enflasyon ile başa çıkılabiliyoruz çünkü 50 yıllık bir deneyime sahibiz. Fakat devletin yerine aşırı borçlanan bir özel sektör, rekor kıran bir cari açık ve en önemlisi aylık geçimini kredi kartları ile sağlayan bankalara dünya kadar borcu olan bir toplum sanırım bu da buzdağının görünmeyen yüzü...

     Son olarak şu kanıya katıldığımı da belirtmek isterim. Ben her alanda balon gibi büyüyen bir Türkiye olduğunu düşünenlere katılıyorum. Benjamin Disraeli'nin güzel bir sözünü yinelemek istiyorum: "Üç türlü yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik..." Bugün büyümek isteyen bir Türkiye'nin üretmesi lazım, bugünkünden daha çok üretmesi lazım. Görüyoruz ki her üç üniversite öğrencisinden biri iş bulamıyor. Bulanların belki önemli bir kısmı istediği meslekleri icra etmiyor. Hizmet sektörü aşırı bir şekilde büyümeye devam ediyor. Rakamsal olarak büyüyen Türkiye ile övünenler var ama bu büyüme ne kadar gerçekçi. Kendi tasarruflarımız ile değil yüksek faizden dolayı ülkeye gelen sıcak para ile büyüyoruz. Toplumdan nasıl tasarruf yapmasını bekleyebiliriz ki; ay sonunu getiremeyen bir toplum ve tasarruf bilinci gelişmemiş  genç bir nesil. Yeni yetişen nesil paranın kolay kazanılmadığını öğrenmeli, birikim sahibi ve tasarruflu olmanın bilincine sahip olmalı ki ülke olarak komple kalkınabilelim. Bugün asgari ücret kazanan bir gencin cebinde 2 bin liralık telefon, cüzdanında her bankanın kredi kartı varken ekonomide pespembe  tablo çizenler neyin kafasını yaşıyorlar çok merak ediyorum...
     

      

19 Ağustos 2012 Pazar

İktidar olma, MUHALEFET ol...

     Gecenin geç bir saati blog sitelerini dolaşırken yine düşüncelere dalmışım. Ve maalesef yine sistemi eleştirmek geldi içimden. Diyebilirsiniz ki hep eleştiri hep eleştiri nereye kadar ama bu kadar güzelliğin içinde bu kusurlarda insanın bırak gözüne batması bildiğin delip geçiyor.

       Üniversiteden mezun olmadan önce haberlerde hep duyardık her üç üniversite öğrencisinden birisi işsiz, işsizlik rakamları son üç ayda tek haneli rakamlara düştü, kişi başına düşen milli gelirimiz arttı, merkez bankasının dolar rezervleri tarihi rekor kırdı, 2023'de en büyük 10. ekonomiyiz, demokrasi yolunda yetmez ama evet, üniversite sayısında İngilizleri geçtik, ülkeye gelen doğrudan yatırımlar arttı vb. birçok haber hergün bir kulağımızdan girip ötekisinden çıkıyor. Aklımızda ise kısaca önemli satırbaşları kalıyor. Şimdi felaket tellallığı yapmayacağım fakat gözü açık rüya görenler gibi şakşakçılık da yapamam sıradan bir vatandaş olarak içimden gelenleri saydıracağım şimdi...

          Bugünlerde her üniversite mezunu genç arkadaşım harıl harıl iş arıyor. İlk başlarda çıta hep yüksek tutulur ee tabi ki öyle olacak, herkes kendisini en iyisine layık görüyor ama zaman geçtikçe sabırsızlık, stres ve umutsuzluk baş gösteriyor ve zamanla yapmam dediklerinizi bile yapıyorsunuz . Ülkede üniversite sınavına girenlerin sayısı kadar insan KPSS sınavına giriyor. Bu ne anlama geliyor kısaca açayım. Tabiri caizse genelleme yapacağım çünkü %90 böyledir. 4 sene veya iki sene üniversite okuyup bir baltaya sap olamayacağını anlayan, özel sektörün rekabet şartlarında şansının olmadığını gören, sırtını devlete yaslayıp rahat yaşamak isteyenlerin girdiği bir sınavdır. İktisat literatüründe kamu kesiminin marjinal verimliliği sıfırdır ya işte bu insanlarda ya çaresizdir ya da gerçekten sıfırdır. Bende bu sınava girdim riyakar olmayayım idealim var ama bende rahatına düşkün koca kıçlının tekiyim. Ama her şeyi bir kenara bırakın bu insanların bir o kadarının da koyun olması gücüme gitmiyor değil. Allah inşallah bana o günleri göstermez de bir koli ramazan kumpanyasına oyumu satmam...

         Demiştik ya ülke zenginleşiyor kişi başına düşen milli gelir ve Gayrisafi milli hasıla artıyor hatta daha somut bir örnek insanlar artık daha çok tüketiyor, kıçları rahat gördü, karınları doydu da diyebiliriz. İşte ülkemizdeki  her iki insanın zihniyeti böyle olduğundan iktidar tarafından koyun gibi güdülmeye mahkumuz. Çünkü Türk insanı yediği tabağa tükürmez, vefakardır, ona uzatılan yardım elinin arkasında hangi niyetin olduğuna bakmaz. O sadece günü kurtarmanın peşindedir çünkü bugüne kadar daha fazlası reva görülmedi onlara. Hal böyle olunca bu ülkede her iş,aş diyen partiye oy verip oyumuz çöpe gidiyor. İktidar birilerini çöplükten çıkartıp zengin ederken birilerini çöplükten çıkartıp şehit ediyor. Ülkeye giren sıcak para birilerini ısıtırken, o sıcak paranın faizini yabancılara ödeyen gariban halkın kıçı soğuktan donuyor. Oyu karşılığında belediyede üç kuruşa işe alınan adam Allah razı olsun deyip her işi yaparken, parasal gücü ile iktidara destek olan her dediğini yaptırıyor. Mesai saatleri içerisinde banka sırasına girip vatani görevini yapanlar akşam boğaz kenarındaki gece kulüplerinde eğlenirken, 18 yaşında parası olmayan gençler kör kurşuna şehit olurken akşama onların evinde ağıtlar yakılıyor. 4 yıl emek veren  liyakat sahibi genç pazarda limon satarken, okula uğramadan diploma alan falanca bakanın yeğeni falanca kurumda bir yerlere geliyor....

        İşte böyle bir ülkede bunları yıllardır bunları yaşarken kimse bana geleceğe umutla baktığını söylemesin. Ülke zenginleşir, tüketim artar, ekonomi büyür ama adalet olmadıktan sonra bi sikime yaramaz. O yüzden s.ktir et demokrasiyi; ağrısız başım, bir tabak dolusu aşım deyip yaşayın. Fakir edebiyatı ile zengin olanların, basın karşısında iyiyi oynayıp gece yarısı mecliste milletin anasını ağlatanların iktidar olduğu bu ülkede işsiz kalmışın, sokakta kocan tarafından 40 kere bıçaklanmışsın, atama beklerden menopoza girmişsin ne fark eder. Koy götüne rahvan gitsin,  biz bu kadar koyun olursak illa ki birileri gelip bizi güder. O yüzden istikrar sürsün, badem bıyıklılar gülsün :) 

14 Ağustos 2012 Salı

Hayat Mücadelesi Devam Ediyor...

    Zaman ellerimin arasından akıp giderken  anılar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor. Hangi ara büyüdük, iş güç sahibi olacak yaşa geldik. Ah ah bir zamanlar gözyaşları içinde bir an önce büyüyeyim özgür olacağım, mutlu olacağım diye haykırıyordum. Hay senin kedi canını :)
   
     Hayat düdüğü çaldı ve zorlu mücadele başladı. Evet tam olarak böyle oldu. Hayat bizim için oldu olası bir mücadele değil miydi zaten. Bir zamanlar birbirini seven iki insan evlendi ve çocuk yapmaya karar verdi ve akşamına mücadele başladı. Dile kolay milyonlarca spermin arasından galip geliyorsun ve ana rahmindeki 9 aylık hücre hayatın başlıyor:) Her dönem bizim için zordu kim kolay diyebilir ki evet belki bugün geriye dönüp baktığımızda biz bunlar için mi ağlayıp sızladık diyebiliyoruz ya anı yaşarken nasıldı...Okumayı öğrendik diye hocamızın taktığı kurdele ile gururlanır, sünnetin ertesinde erkek olduk diye önüne gelene çükümüzü gösterir havalanırdık. Karne günü elimizde karne ile koşar babamızdan bisiklet, annemizden en güzel yemeklerini yapmasını isterdik. Ne kadar da sade ve basit bir mutluluk anlayışımız varmış. "Önemsiz başarılara sevinip, küçük şeylerle mutlu olabilmek." Evet anahtar kelime sanırım bu. Masumiyet bize bunlarla yetinmemizi gerektiriyordu; fakat dünya kerhanesinde kim bakire kalmış ki. Henüz üniversiteyi bitirmeden iş hayalleri kurar,şu kadar paraya çalışır,şöyle bir araba alır,hayırlı bir kısmet ile evlenirim hayali kurduktan sonra diplomayı eline alman ile hassiktirr demen bir olur:) O yüzden en iyisi için çalış, en kötüsü için hazırlan demiş atalarımız...

       Malum üniversite başlarken herkes Türkiye'nin farklı yerlerine gider 4 yapraklı yonca gibi bir kenara dağılır. Zaman samimiyeti elden alır, geriye soğuk merhabalar kalır. Artık kendi evinde özgür yaşamanın rahatlığı, yeni dostlukların keyfi başlar. Ama o da çok uzun sürmez. Çünkü rahatlık insanın götüne batar, bok vardır ; bir insana kendinden çok güvenir ona sırtını yaslarsın ama bir bakarsın sırt üstü yere uzanmışsın. Hayat sana bir ders daha verir o zaman. Telefon rehberindeki kalabalığa aldanma yalnızsın arkadaş işte, samimi merhabadan çok uzak çıkar ilişkileri ile sarılı dört tarafın ve o gün bir söz daha verirsin kendi kendine bundan sonra kendime daha çok değer vereceğim. Ta ki evlendiğin güne kadar.

       Şimdi önümde yeni bir beyaz sayfa doldurulmaya hazır beni bekliyor. Güzel bir iş, yeni arkadaşlar, kendime ait bir hayat, sıcak anılar, bol kahkahalar, bekleyen başarılar, doyasıya mutluluklar ve çocuklarımın anası olacak güzel insan...Liste kabarık,hayat kısa,mücadele zor ; öyle olması gerekmiyor mu zaten. Erken kalkan yol alır bekle beni hayat sağlı sollu bindirmeler ile geliyorum...
   

5 Ağustos 2012 Pazar

Eğitim Cehaletimi Aldı Eşeklik Baki Kaldı :)

        11 Ayın Sultanı evlere teşrif edip soframıza bereket kalplerimize sevgi getirdiğinden beri bütün günüm yatarak ve kitap okuyarak geçiyor. Aslında bu durum benim canımı pek sıkmıyor, çocukluğumdan beri kendimi odama kapatıp kitap okuyarak farklı masal dünyalarına dalmaya bayılırım. Bir aylık süreç içerisinde uzun uzadıya düşünme fırsatım oldu. Şimdi ne olacak alışmışım sabah erken kalkıp okula gitmeye, her defasında bir dönemi daha bitirip tatile girmeye ve sil baştan yeniden başlamaya. Aile büyükleri ile başbaşa kaldığınızda hepsi haklı olarak "ee evlat noldu şimdi ne düşünüyorsun? Bak bence... "ile başlayan nasihatler ve onlara beğendiremediğim düşüncelerim. Dertler derya olmuş bense bir sandal derken İbo abi tam yerine parmak basmış.

        Şimdi çevremdeki insan profillerini anlatmak istiyorum ve en nihayetinde benden bir cacık olmayışı: Lise döneminde inek gibi ders çalışıp Türkiye standartlarında çok iyi üniversiteleri kazanmış arkadaşlarım var. Bu arkadaşlar aynı başarıyı üniversite hayatında sürdürmek yerine 4 yıl tatil yapmayı tercih ederek farklı ülkeleri gezip birkaç yabancı dil öğrendiler. Okulun önünden bile geçmeden diplomalarını alarak işverenler tarafından havada kapıldılar. Lise döneminde vasat olan arkadaşlarımda vardı; ama ben bu kelimeyi pek kullanmak istemiyorum. Kime göre vasat yani çünkü müfredat o kadar boktan ki 16 yaşında bir ergen gencin parklarda öpüşüp sevgili ile elele gezmesi daha cazip. İşte böyle arkadaşlarımda oldu. Bu arkadaşlar liseyi parklarda öpüşerek bitirdikten sonra ösym'nin koyduğu barajı kıl payı geçerek kıçı kırık bir özel üniversitede %50 burs alarak okumaya başladılar ve anlaşmalı olan iş yerlerinde işe başladılar. Birkaç tane de olsa bazı arkadaşlarım  babalarının verdikleri sermaye ile kurdukları işte yükseldi ve bugün eli ekmek tutan evlenip ev geçindiren tipler oldu.

      Şimdi bunları niye mi söyledim. Kıskandığımdan falan değil he..Çok şükür küçük şeylerle yetinmesini öğretti hayat şartları ;ama şu son bir ayda gittiğim iş görüşmelerinde birçok aptalca soru ile karşı karşıya kalıyorum. Koskoca ülkede ilkokuldan başlayıp üniversite bitene kadar ingilizce eğitimi alan gençler daha derdini bile anlatamaz iken bugün sıradan bir şirket bile çaycı alırken neredeyse yabancı dil soruyor. Bana şimdi golaballeşen dünyada yabancı dil çok önemli diyenleriniz olacak ya bırakın Allah aşkına dünya bana mı globalleşiyor. Ülkenin gelecek vaad eden gençleri genç yaşta ingilizce öğrenip ülkesini beğenmez oluyor gidiyor yurt dışında eğitim almaya. Bizde gıpta ile bakıyoruz halbuki 40 yıldır biz farkında olmadan beyin göçü veriyoruz. 40 yıldır yurt dışına eğitim almaya giden Türkler nerdesiniz be kardeşim...Hindistan,Brezilya,İran,Güney Kore bile bize tur bindirirken biz üretmek yerine hala İngilizce öğrenmeye çalışıyoruz.

    Evet isyan ediyorum çünkü 4 yıldır yüzlerce kitap okuyup kendini geliştirmeye çalışan gençler bugün iş bulamıyor. Her önüne geleni üniversiteli yapan sistem sayesinde sokakta çöp toplayacak, inşaatta mala vuracak gençler bulmakta zorlanıyoruz. Herkes Kpss denen hangi seviyeyi ve genel kültürü ölçtüğü belli olmayan bir sınava bel bağlamışken bu ülkeyi kim büyütüyor anlamış değilim. Böyle bir ülkede gündüzleri Uçankuş izleyen, akşamları Survivor ile eğlenen geceleri ise kimin eli kimin belinde diye reklam yapan programların zaplandığı memlekette ben veya bir başkası işsiz kalmış kime ne. Eğitim cehaleti alır eşeklik baki kalır dememiş boşuna atalarımız.

       Son olarak yarın öbür gün bir ortamda arkadaş meclisinde bir araya gelip herkes ne iş yaptığını, ne kadar kazandığını, hangi mevki ve makam aldıklarını anlattıkları sırada ben yine mal gibi kitap okuyor olacağım ve arkadaşlarım bana o kadar  okudun ama boşuna okuyorsun diyecekler. Peki bu lafları sürekli duymaya alışkın olan ben ne diyeceğim. Adaletsiz sistem yüzünden bu gerizekalılar bile okumadan adam oldu ben okuyup bunların soytarısı oldum ya. Varsın böyle olsun, bize giren şemsiye olsun:))


          

2 Ağustos 2012 Perşembe

Babalar ve Oğulları

    Zor zamanlardan geçiyoruz. Kim geçmiyor ki aslında, sorsanız herkes perişan kendi derdimize düşmekten ne olmuş ne bitmiş haberimiz yok. Dünyaya birileri gelirken, birileri ebedi yolculuğa yelken açıyor. Bir gün ailecek bir araya gelip yeni gelen üyeye merhaba derken, ertesi gün bir diğerini yolcu etmek için yas tutar oluyoruz. Hayat, dengesinin hassas olduğu bir terazi ise kantarın ucunu kaçırmamalıyız işte o zaman mutluluğunun ucundan tutabiliriz belki...

     Bugünlerde melankoli halinde etraflarda dolanıyorum. Bakıyorum ama görmüyorum sanki; nedir asıl olan görünen mi yoksa arkasında gizlenen mi?  Hayatta her şeyi kitaplardan öğrenemeyiz bazen kitap gibi okunacak insanlar lazımdır bize bunlar en yakınlarımız da olabilir hiç güvenmediklerimiz de yeter ki okumasını bilelim.Her erkek evladın babası ile özel bir ilişkisi vardır benim de böyle bir ilişkim yok dersem yalan olur ama gerçekten bizimkisi sıradışı biraz. Hani babalarımızdan genelde duyarız ya "ben babamdan ne gördüysem sende onu göreceksin veya benim babam bana ne verdi ben sana vereyim." Evet baba olmak kadar bir babanın erkek evladı olmakta bir o kadar zor. Baba evin çatısı ise biz o çatıyı ayakta tutan kolonlarız. Dimdik olmalı ve vakti geldiğinde evin çatısı olmaya hazır olmalıyız.

       Babam bana hiçbir zaman oğlum bunu böyle yaparsan daha iyi olur, bak hayat böyle bir şey dikkat et demedi. Beni elimden tutup bir kenara oturttu ve sadece izlememi istedi. Önceleri hep babama kızardım, neden beni ciddiye almıyor diye ama sonra anladım ki önemli olan senin kendini ciddiye alman zaten sonrası geliyor. Erkek evlat olmak gerçekten zordur, çocuk olsan bile evin işlerini yakından takip edersin varlığınla bile babana destek olur ona güç katarsın. Bugüne kadar sağolsun babam bana her istediğimi aldı; ama bende ne istediğimi bildim her zaman. Şimdi düşünüyorum da 22 yaşında hayata yeni başlayan bir adam olarak oturup babamın bana öğretmediklerinden veya vermediği maddi imkanlardan dolayı şikayet etmek yerine bunca zaman yanımda olduğu için şükretmem gerektiğini öğrendim. Babalar ulu bir ağaç gibidir, bunaldığımızda onun o serinletici gölgesi altında huzuru buluruz.

      İhtiyarlar her ne kadar ben bilirimci olsalar da yaşlandıkça daha da çekilmez olsalar da en nihayetinde bizi adam ederken bu hale geldiler değil mi? Keşke biraz da mal mülk bıraksalardı da biz de yolumuzu bulsaydık hani fena da olmazdı sanki:)) Herşeye rağmen iyi ki varlar...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...