18 Aralık 2014 Perşembe

Mutluluk Kervanının Cebi Delik Gönlü Zengin Yolcuları...

          Metrodan indikten sonra ağır ağır ilerledim eve doğru bu akşam. Ilık sayılabilecek bir kış günü, derin derin nefes aldım her köşesinde hatıralarımın olduğu, bir zamanlar top koşturduğum sokaklardan şimdi üzerinde takım elbiseli, mesaisini aksatmayan, her sabah küfrederek uyanan, hayatı sorgulamaktan paranoya olmuş bir adam olarak geçiyorum.

           Bizim jenerasyon özgürlüğüne aşırı düşkün orası kesin. Hayal kurmaktan zevk duyan ve o hayallerin ucundan tuttuğunda bırakmayan insanlar. Şanslıyım ki zenginliği para ile değil, zamanını ne kadar verimli kullandığı ve mutluluğu ile ölçen dostlarım var. Dünyayı otostop yaparak gezen arkadaşım, başarılı iş kadınları ama işkolik olmayan cinslerinden, siyasi bir davanın peşinden koşan idealistler, adalete olan inancımızı korumamıza vesile olan avukat dostlarım, hayallerimizi ucuza pazarlayan bankacılar ve daha niceleri...Hepimiz farklı bir yol seçtik fakat gidiş biletlerimizin hepsi aynı yere. Ernesto Che diyor ya; belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şeyde bizi yolumuzdan etmedi. İşte aynen öyle, sıradanlığın keyfini çıkaran, basit mutlulukların peşinden koşan, hayalleri büyük ,adımları küçük insanlarız. Belki çoğu arkadaşımı arayıp sormuyorum; ama uzaktan mutlulukları ile gurur duyuyorum. Neyi başardığı veya kaç para kazandığı umrumda değil. Sıradan yaşantısına bir anlam yükleyebildiyse ne mutlu ona.

             Her sabah Levent metrosundan çıkarken koca koca binalara takılıyor gözüm. Bizim omuzlarımıza bu yükü neden koydular. Herkes köşesini kapmış ise ben nasıl  mutlu bir adam olacağım diyorum kendi kendime. Tam o sırada soğuk bir kış günü üşüyen ellerine hohlayarak ısınmaya çalışan teyzeyi görüyorum. Her sabah insanlara lezzetli ama ucuz kahvaltı hazırlayan. Evine ekmek götüren, çocuklarının hayallerine destek çıkan cefakar anne. Sonra camekanlarda yansıyan kendime bakıyorum. Bu bezmişliğin sebebi aslında gün gibi ortada. Çocukluğumuzdan beri hayata bir yarış atı gibi hazırlandık. Diploma almamız ile start verildi ve koşu başladı. Bakalım kariyer basamaklarını kim daha hızlı çıkacak. Örnek gösterilen başarılı ve çok para kazanan teyze çocukları size hep örnek gösterilecek. (Şaka bir yana iyi ki var o teyze çocukları. ) Sonra daha 22 yaşınızda kalıp düşünceler girecek aklınıza. Aileme olan vefa borcumu nasıl öderim. Hemen para biriktirmelisiniz, bankadan biraz kredi çeker ev alırsınız o vefakar ailenize. Derken artık evlenme gereği duyar kendi yuvanızı kurarsınız. Çocuklar gelir art arda, emeklilik planları başlar yavaş yavaş. Sonra bir bakarsınız koskoca bir ömür harcanmıştır refahın peşinde koşarken...Bu düşüncelere aklıma geldikçe hayat daha çekilmez oluyor.

               Misal tası tarağı toplayıp gidesim var buralardan. Sırtımda çantam, elimde kalemim kitabım. Hem okurum hem yazarım bilmediğim diyarları gezerken. Yeni insanlar tanırım, para kazanarak değil, insan tanıyarak geçer ömrüm. Yıllar sonra arkama dönüp baktığımda birkaç mevduat cüzdanı değil de; sohbetiyle çayıma eşlik eden, kahkahasıyla evimi inleten dostluklar bulurum. Hayal diyerek geçmiyorum. Azimli değilim fakat azimli olmayanlarında mutlu olduğu bir dünyanın var olduğuna inanıyorum. Hayatımın bu dönemi borç ödeyerek geçiyor. Bana verilen emeklerin ve olan inançların karşılığını vermek. Ne de olsa ağaç kovuğundan çıkmadık. Ama inanıyorum ki ;kardeşim bu yükü omuzlarında hissetmek zorunda kalmayacak. O yüzden bugün daha çok çalış,
kendi mutluluğun için başkalarını mutlu et...
                 

14 Aralık 2014 Pazar

Diktatoryal Demokrasi

            Diktatörlük mümkün müdür diye düşündüğünüzde aslında ikinci bir soru geliyor insanın aklına demokrasi var mıydı ki? Her gün duyarız aslında, gazete köşelerinde, haber bültenlerinde, okullarda, köprü duvarlarında anlayacağınız her yerde çıkar karşımıza, aklımızın bir köşesine kazınmıştır. Abraham Lincoln halkın halk tarafından kendisini yönetmesi dediği günden beri aslında tam tersi oluyor dünyada. 
              
             Köleliğin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın en demokratik olmayan ülkesinde bile iktidarın seçim ile iş başına geldiğini düşünürsek yolunda gitmeyen ne olabilir acaba? Çok fazla derinlere inmeyeceğim. Sadece kendi ülkemin 12 yıllık sürecine bir kuşbakışı yapmak istiyorum. İktidar olabilmek için ortam çok müsaitti. Krizin yıkıcı etkisi yavaş yavaş ortadan kalkmış, işsizlik hat safhada, sosyal adaletsizlik almış başını gidiyor, çok kısa bir zaman önce büyük bir deprem atlatılmış, bölücü başı kodese tıkılmış. Ve en önemlisi toplumda politik bir bıkkınlık var. İnsanlar yeni bir arayış içerisinde. Yeni bir lider, yeni bir siyasi bakış açısı...İşte tam bu zamanda ülke mührü bastı, ampul yandı. 
                  
              Bir siyasi ideolojiye yakın hissetmedim kendimi hiçbir zaman. Mitinglerde heyecan ile bayrak sallayıp, slogan atan o insanları hep anlamaya çalıştım. Mitinglerde ön saflara bakın; doktor, hakim, öğretmen, akademisyen, bilim adamı göremezsiniz. Hafta için yapılan mitingler tıklım tıklım. Peki kim bu insanlar. Ekonomik geleceği, ev geçimi siyasi iktidara göbek bağı ile bağlı olanlar. Doktorlar hastanede dayak yerken, atanamayan öğretmenler var iken eğitim de reform yapılan, adaletin dibine kadar siyasete battığı bir ortamda insanlar heyecanla miting alanlarını dolduruyor. 
                   
               Umudumuzu tabi ki kaybetmeyeceğiz, her ne olursa olsun güzel günler bizi bekliyor. Ruhsuz ve milyonluk eşeklerin ülkenin her köşesini ele geçirdiğini düşünürsek bu pek de kolay olmayacak. Her kanalda 15 tane dizi yayınlanıyor, insanlar hangisini seyretsem derken gündem her zamanki gibi değişiyor. Eskiden birlik beraberliği sağladığımız statlar artık bomboş.  Futbol kulüpleri bile siyasi parti gibi yönetilirken; sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını değil ancak şakşakçısını izlersiniz. Tarihimize sahip çıkmıyoruz deyip Cumhuriyeti yerden yere vururken sahip olduğumuz bu ifade özgürlüğünü acaba neye borçluyuz. 
                     
                  Alfabenin ve dilin sadece bir iletişim aracı olduğunu bir kenara bırak. Bugün aynı dili konuşmamıza rağmen anlaşamaz iken Osmanlıca okuyarak tarihimizi öğrenip daha bilinçli nesiller yetiştireceğimizi sanıyorsak kusura bakmayın. Muhteşem Yüzyıl'a kadar tarihini Aşk-ı Memnu'da arayanların sandalı ile denize açılırsak boğulacağımız kesin.  Çok şükür okul çağını atlattık. Yoksa ne yapardık. Okulda hangi dersi öğreneceğimizi şaşırdık. Kur'an'ı okullarda devlet rejiimi ile siyasi propaganda ile öğretmek isteyenlerin çocukları acaba dinini okulda mı öğrendi yoksa annesinin veya dedesinin şefkatli kollarında mı? Okullar öğretim verirken , aileler eğitim ocağıydı bir zamanlar. 
                      
                 
Eskiden siyaset bu kadar hayatın içinde değildi. Biz belki yaşımız itibari ile darbe günlerini görmedik. İnsanların sağcı-solcu ve alevi-sünni olarak ayrıştırılıp sokak ortasında öldürüldüğü günleri de...Fakat gençlerin bir ideali vardı. Düşünün bugün babamızın verdiği harçlık olmadan okuyamaz iken, yaşantımızı bir gün dahi devam ettiremez iken. 68 kuşağı bu ülkede babaları evde otururken kendi geleceğini inşa etmek için sisteme başkaldırdı. Bugün gençler başları dik bir şekilde okullarına gidiyorsa 100 yıl öncesine gitmeye gerek yok. Olanları akıl süzgecinden geçirmeyi bırakın. Vicdan muhasebesi yapın biraz. Unutmamak gerekir; iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır. 

8 Aralık 2014 Pazartesi

Maske

Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
Ve,
Hiçbiri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
 "Kendinden emin biri" dersiniz,
Sanki güllük gülistanlık
Benim için herşey...
Adım güven belirtir,
Ve,
Oyunumun adı
"Ağırbaşlılıktır".
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Her şeyin kumandanı ben...
Kimseye gereksinme duymayan
Ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!...
 Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!...
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla...
Kimsenin bilmesini istemem...
Zayıf taraflarımı düşündükçe
Titrer ve sararırım...
Ya başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek ben ve yalnızlığımı!
İşte,
Maskelerimi onun için takarım...
Onun için, arkalarına saklanacak
Maskeler yaratırım...
Onlar,
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Beni korur, bakan gözlerden...
 Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek
Bakışları bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben...
Ve,
Ben bunu biliyorum.
Beni kendi maskelerimden kurtaracak,
Kurduğum hapishaneden kaçıracak
Diktiğim engellerden aşıracak,
Beni seven,
Beni anlayan
Bakışlar olacak. Bana,
"Sen değerlisin" diyecek,
"Maskesizken daha bir insansın"
"Daha yakın, daha bir dostsun"
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım...
 Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!...
Uyarırım seni dost!..
Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
Sana kendini kolayca açamayacaktır...
Bütün gücümle tutunacağım maskelerime
Ne kadar sokulursan yakınıma,
O denli şiddetli geri iteceğim seni...
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki 
Her erkek ve kadınım...
Maske takan her insanım.


       Charles C. Finn (Çeviren: Doğan Cüceloğlu)

7 Aralık 2014 Pazar

Bir Hayalim Var...

          Günler geçiyor, takvimden yapraklar birer birer koparken alnımızdaki çizgiler belirginleşmeye dursun. Bir haftanın yorgunluğunu attığımız bir Cuma günü ben, Mahmut ve Mustafa Üsküdar'ın eşsiz manzarasına karşı sıcak salebimizi içerken hayallere daldık yine. Ne zaman unuttuk çocukluğumuzu, aynı sokakta koşup top oynadığımız günleri, elimizde kitaplarla okulun yolunu eskittiğimiz günleri...Şimdi eli ekmek tutan, evlilik hayali kuran, güzel günlerin bizi beklediğini ümit eden yetişkin adamlar olmuşuz. Halimize bakıp gülüyoruz.

             Bir insanın en önemli zenginliği onun hayatının anlamıdır. Olgun insan bu hazineyi kaybetmeyi göze alamaz. Hiçbir zaman karamsar olmadım, siz öyle zannettiniz. Çünkü sorgulamak işinize gelmedi, güvende olmak için hep bir adım geride kaldınız. Kaybedecek bir şeyimin olmadığını anladığım gün, özgürlüğün tadına vardım. Yoksulluk mu? Üniversitede parasız geçen günlerimizi unutmadık. Ne istediysek babamız aldı ama biz de ne isteyeceğimizi her zaman bildik. Para kazanmaya başlayınca daha iyi anladık. Bir insanı değerlendirmek için nelere sahip olduğuna değil, sahip oldukları ile neler yaptığına bak demişler. Küçük bir mahalle, aynı hayalde kenetlenen birkaç dost, sıcak bir çay ile memleketi kurtarma arzusu, yarınlara ümitle bakan ama geçmişini ve bugününü sorgulamayı ihmal etmeyen bir avuç genç adamız.

              Sıradan insanlara aşık olduk kendimiz gibi, bir beklentimiz olmadı hiç. Hayallerimiz belki boyumuzdan büyüktü ama her şey daha mutlu olmak adınaydı. Küçük bir çocuk iken hangimiz futbolcu olmanın hayalini kurmadık. O günkü aklımız ile en kısa yoldan zengin olmanın tek yoluydu. Annemizi saraylarda yaşatacaktık, babamız belki de gerçekten emekliye ayrılacaktı. Belki diyorum hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de bizi yolumuzdan etmedi. Her zaman kitaplara verdik sırtımızı. Kurabiyelerimizi çaya batırarak yedik, kuru fasulye pilavsız olmadı sofralarımızda.

               Doygunluk hissini bastırmak için ekmeğe dadanmadık, daha çok para kazanmak için başkasının sırtına da basmadık. Kendi yolculuğumuzu yapmak için buradayız, kendimiz olabilme cesareti bulduğumuz bu günlerde bakmayın düşüncelere daldığımıza şafak doğmadan önce bastıran karanlığın farkındayız. Paranın satın alamayacağı dostluklarımız, anılarımız var. İyi bir kariyerin veremeyeceği huzur ve saadet var evlerimizde. Paylaştıkça çoğalan sevgimiz, yüzümüzden eksik olmayan gülümsememiz var. Alışveriş merkezlerinden çıkmayan, kollarını poşetlerle dolduran kalabalıklardan uzak duran, teknolojiye mesafeli yaklaşan, cebinde kendisinden akıllı olmayan telefon taşıyan nesli tükenmekte olan bir azınlık olsak da mutlu olmaya çaba sarfediyoruz.

                   Yarın öbür gün huzur dolu sıcak yuvamızı terk edip, kendi mutlu yuvamızı kuracağız. Misal evimde televizyonu sadece film izlemek için açacağız. Akşamları konuşmadan televizyona bakmak yerine, bir koltukta ben, bir koltukta eşim karşılıklı çay içerken kitap okuyacağız. Salon boydan boya raf, raflarda ağzına kadar kitapla dolu olacak. Her akşam bir demlik çayımız mutlaka kaynayacak. Çocuklarımıza bırakacağımız mirasımız bankada birikmiş mevduat, değeri her geçen gün artan bir gayrimenkul olmayacak fakat gölgemizde huzuru kollarımızda mutluluğu tadan şanslı keratalar olmaları için elimizden gelene yapacağız. Martin Luther King'in meşhur hitabeti gibi "Bir hayalim var" gerçekleşeceğini göremesem bile o yolda yaşlanmak bile yeter....

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...