29 Ekim Cumhuriyet bayramı ile ilgili haberleri, programları izliyorum. Sokaklara asılan bayraklara, yapılan etkinliklere bakıyorum. Aşikar olan bir şey var. Zoraki yapıldığı ortada. Örneğin Kuzguncuk'ta sokakları süsleyen Kuzguncuklular Derneği'ydi. Belediye'den olandan bitenden haberi. Eskiden okullarda tatlı bir telaş olurdu. Okulların bando takımları sokaklarda yürür, halk onları bayraklar sallayarak selamlardı.
Bugün iktidar FETÖ hüsranı ve açılım süreci fiyaskosundan sonra sığınılabilecek en güvenli liman olan Atatürk'e sığınmak zorunda kaldı. Birlik mesajı, güçlüyüz mesajı, dış mihraklar, milli egemenlik falan filan. Gazeteler ve haberler 29 Ekim coşku ile kutlanıyor manşetleri ile süslü. Hayat ne tuhaf öyle değil mi? Şu an elimde Yılmaz Özdil'in son çıkan kitabı "Sen Kimsin" var. Yılmaz Özdil'in köşe yazılarını üniversitede iken satırı satırına okurdum. Son 3 yıldır nadiren ayda yılda bir okurum. Çıkan her kitabı kitaplığımda yerini de almıştır. Beğeniriz beğenmeyiz. Eleştiririz eleştirmeyiz. Ama şu bir gerçek yazdığı kitaplara gazeteciliğin tarih kitabı gibi. Her liderin, her siyasi aktörün televizyonlarda, gazetelerde, dijital basında ve canlı yayında söylediklerini satır satır önümüze koyuyor. İnkar edilemez. Ve tarih bize Mustafa Kemal'in 100 öncesinden bile söylediklerinin tek tek çıktığını gösteriyor.
Gelelim diğer konulara. Bu yazıyı sadece 29 Ekim'e ayırmayı düşünmüyorum. Çünkü o kadar çok anlattık, konuştuk ama günün sonunda söylediklerimizi aleyhimize kullandılar. Yunus Günçe şiir kitabı çıkarmış. Hali hazırda bende 18 yaşımdan beri düzenli olarak yazan birisiyim. Hâlâ daha yazdıklarımı yayınlamaya çekinirken ve her geçen gün kendimi geliştirirken böyle sapsız adamların saçma sapan kitaplarına maruz kalmak çok canımı sıkıyor. Sosyal medyada takipçi satın alıp, kendisini şişirenlerin kitap bastığı, sosyal bir mesajı olmayan, kültürel ve entelektüel birikimi olmayanların roman yazıp bir de üstüne bunların filminin çekildiği bir ortamda sahi ne yapmalı bilmiyorum?
İki şiir kitabını bitirdim bir de roman çalışmam var. Dergilere göndermeye üşeniyorum, yayın evlerine gitmeye de şüphe ediyorum. Ben kimim ki? İş hayatına girerken de, sporculuk yaparken de hiç kimseden yardım isteyemedim. Birileriyle yavşaklık derecesinde ilişki kuramadım. Bugün bir edebiyat dergisine binlerce öykü ve şiir gönderilirken içinden tanıdıkların eserleri seçilirken ne yapmalı onu da bilmiyorum. En iyisi kendi arkadaş çevrem ile yetinmek. Beni anlayan insanlarla okuyup, sohbet eder. Küçük dünyamızla tatmin oluruz. Egoya ve kibire bulaşmadan güzel sohbetler ederiz. Zaten 30 yaşından önce eser yayınlamanın bu devirde sakıncaları var. Biraz daha pişmemiz lazım. İnsanlar yazdıklarımızı okuduklarında pişmemiş, ham fikirlere maruz kalmasın. Ne dersiniz bir gün bizim de yazdıklarımız okunmaya değer olur mu?