21 Nisan 2013 Pazar

KÜRT SORUNU MU? BARIŞ SÜRECİ Mİ?

           Ülke siyasetini ve günlük yaşantısını epeydir meşgul eden bir konuya değinmek istedim bu sefer. Herkesin farklı bir fikre sahip olduğu ve kendi fikrinin doğruluğundan kesin kez emin olduğu bir ortamda Türkiye iki ucu boklu değnek misali bir sürece giriyor kanımca. Belki kökeni yüzlerce yıl öncesine dayanan bu durumu izah etmek kolay olmayacak ama dilim döndüğünce ben de son zamanlarda yaşadıklarımız hakkında fikrimi beyan etmek istiyorum.

            Gerçekten basının ve egemen güçlerin (iktidarın ve yandaşlarının) kamuoyunu nasıl yönlendirdiğini çok iyi bir şekilde görebiliyoruz. Ulusal kanallarda her akşam akil insanlar demogoji yapıyor, buna muhalefet olan görüş ise pek dikkate alınmıyor. Cumartesi günü İzmir'de MHP'nin yapmış olduğu mitingi izledim. Merak ettiğim tek şey o anda hangi kanalların canlı yayın yaptığı idi. Söylenenlerin ne önemi var diyenler olabilir ama o gün o meydanda binlerce kişi hatta 1 milyona yakın kişi vardı. Bu iradeyi görmezden gelmek nasıl bir çelişkidir inanılır gibi değil.

            Sanki öyle bir hava yaratıldı ki Kürt Sorunu'nun asıl nedeni kafatasçı Türk Milliyetçiliği. Kürtler bugüne kadar ne çektiyse hep bu milliyetçilikten çekti. 12 Eylül'den önce hapishanelerde Kürt kardeşlerimize planlı işkenceleri yapan Türk evlatlarıydı sanki. Veya oralarda işkence görenler sadece kürtlerdi. Geçmişte yaşanan kötü anıları bir kenara bırakalım. 63 tane akil adam ne anlatmak istiyor. Ortaya sunulan talepler Kürt halkının mı yoksa marjinal ve illegal bir örgütün mü?

            1 aydır tartışılıyor ve ben kimsenin ağzından şunları duymadım. Doğu Anadolu'da ve Güney Doğu Anadolu'da işsizlik azalacak, Batı'nın zenginliğinden Doğu'da gereken payı alacak. Adil bir gelir dağılımı yaratılacak. Etnik kimliğinden dolayı kimse hor görülmeyecek. Batı'ya giden hizmetler Doğu'ya da ulaştırılacak. Marksist-Leninist ideoloji ile kurulan bir örgütün, yıllarca Kürt-Türk ayrımı yapmadan yapmış olduğu katliamları, İslam dinini hor gören anlayışları bir kenara bırakıp geçen Nevruz'da verilen İslam sentezli Kürt-Türk kardeşliği temalı mesajı ne kadar gerçekçi bulabiliriz.

           Federal yapı, Başkanlık sistemi, Etkin af, yeni bir Anayasa'yı tartıştığımız bir dönemde çok ilginç vaziyetler bunlar...

18 Nisan 2013 Perşembe

VEFA BORCU...

           Doğduğumuz gün Yaradan kum saatini ters çevirdi ve zaman ellerimizin arasından akıp gitmeye başladı. Hayatımın en güzel anlarını ve acı dolu günlerini dün gibi hatırlıyorum. Aklımın bir kenarına kazınmışlar, arada aklıma gelip düşüncelere dalmama sebep oluyorlar.

            Babamın beni elimden tutup parka götürdüğü günleri hayal meyal hatırlıyorum mesela. Bir plastik topum vardı sarı renkli hiç unutmuyorum, okulun bahçesinde karşılıklı paslaşırdık babamla. Taa o zamanlar kalbime kazınmıştı futbol sevgisi. Ve yıllarca futbolcu olabilmenin hayaliyle terletmiştim sırtımdaki atletimi. Babam bana karşı olan sevgisini pek belli etmezdi. Uzaktan izlerdi hep ve her yere düştüğümde kalkmam için derin bir bakış atardı. Eskiden arkamda duran o adamın gölgesi bile yeterdi. Şimdi roller değişiyor, babam yaşlanırken ben onu seyrediyorum. Nasıl aksi olduğunu; ama tüm aksiliğine rağmen güldüğünde bizi de güldürdüğünü daha iyi anlıyorum.

              Annemi anlatmak için yeteri kadar sayfam yok belki şimdi; ama bir gün vaktim olursa bir kitabını yazmayı düşünüyorum. Koskoca babamı, el kadar beni adam etti. 25 yıldır evimizi idare etmekle kalmadı, yeri geldi bizleri de idare etti. Bir gün olsun soframızdan sıcak yemeğini eksik etmeyen kadın o da yetmezmiş gibi her akşam çayının yanına sofrayı enfes kurabiyeleri ve pastalarıyla süsledi. Ve bir gün off bıktım sizin yemeğinizden, tatlınızdan, çayınızdan demedi. Hiç unutmuyorum bir gün okula giderken bir gömleği iki gün üst üste giydiğimde "Ne yapıyorsun oğlum sen beni elaleme rezil mi edeceksin. Oğlunu ütüsü kaçmış, kirli gömlekle okula gönderiyor mu dedirteceksin" demişti.

               Hani bazen şu genç yaşımızda yaşadığımız onca zorluğa, ağır şeylere tepki olarak alıp başımızı gidesimiz geliyor ya. İşte her seferinde bunlar aklıma geliyor. Yıllardır kendisi için alışverişe gitmeyen babam, her akşam yaptığı enfes pastalardan bir dilimi bile zar zor yiyen anneme karşı olan vefa borcumu nasıl öderim diye düşünüyorum uzun uzadıya...

               

               

             
            

13 Nisan 2013 Cumartesi

Siyasete Perde Arkasından Bakan Bizler...

         Bugün siyaset üzerine bir beyin fırtınası yapmak istiyorum. Gündem buna oldukça müsait zaten. Tabi fikir beyan edeceğim konularda çok iyi bir bilgiye sahip olduğumu iddia etmiyorum ama kendimce siyasetin  bana neyi ifade etmek istediğini anlatmak niyetindeyim.

          Yaş itibariyle son 20 yılda yaşanan bir çok olaya uzaktan seyirci oldum. Sovyetler Birliği dağıldığında 1 yaşındaydım akabinde Körfez savaşı başladığında belki daha yeni yeni yürüyordum. Dağılan Yugoslavya'da Müslümanlara karşı başlatılan soykırım hareketi Srebrenitsa katliamı olduğunda kelimeler ağzımdan düzgün bir şekilde çıkmaya başlamıştı. 28 Şubat sürecinde ilk okula gidiyordum. 2001 Krizi olduğunda bu da nedir demiştim? Babam neden sabahları kalkıp işe gitmiyor diye düşünüyordum. Hele adını ilk defa duyduğum ikiz kulelere terörist saldırılar yapıldığında Allah Allah acaba şimdi ne olacak diye meraklar içerisindeydim.

             2002 yılında ileri demokrasi ile tanıştım. Aydınlık sokaklar, her yıl yenilenen kaldırımlar, duble yollar derken anlamadan Coni'ler uçakları ile üstümüzden geçip hemen dibimizdeki komşumuz, kardeşimiz IRAK'a paraşütlerle demokrasi dağıttığında. ben  televizyon başında heyecanla olanları takip ediyordum. Acaba bir gün bize gelir mi bu demokrasi diye düşünürken meğersem içimizde demokrasi düşmanları varmış. Kendi kendilerine Ergenekonculuk adını verdikleri bir oyunla aziz milletimin demokrasi hakkını gasp etmek istiyorlarmış. Fırsat verir miyiz ama hemen aldık façalarını.

              Lise yıllarında bıyıklarım henüz bitiyordu dudaklarımın üstünde. Fikirlerim de yeni yeni şekilleniyordu. Bize aklınızda vicdanınızda hür olun diyen hocalarımızın meğersem bizim göremediğimiz prangaları varmış ayaklarında. Ne olduğunu anlamadan üniversite sıralarında buldum kendimi. Hani o filmlerde izlediğimiz koltuk altlarında kalın kalın kitaplarla gezen, yemek aralarında memleket meselesi tartışan güruh var ya hepsi yalanmış o zaman anladım. 12 Eylül'ün depolitize ettiği gençlik üniversite yıllarını batak oynayarak, eve kız atarak değerlendirme amacındaydı.

                Zor yıllardan geçen hocaların yüzlerinden belli oluyordu. Onlardan arta kalan bir hiçti. Aramızda yine bir grup radikal öğrenci grupları yok değildi. Kendilerine Kolektifler diyen arkadaşlar sağolsunlar bizim haberimiz olmadan bizim haklarımızı savunmak için her gün polisten cop yiyor, tomalardan fışkırtılan suyun altında duş alıyordu. Bir de kenarda badem bıyıklı kardeşlerim vardı. Onlar bu dünyayı bir kenara bırakıp Allah rızası için öbür dünyanın peşinden koşuyorlardı. İşte böyle bir ortamda ben ve benim gibiler fani dünya ile ahiret arasında sıkışıp kaldık. Bir eylemsizlik içerisinde bekliyoruz.

                  Ünlü Alman Papaz Martin Niemöller'in güzel bir sözü aklıma geldi: "İlk önce geldiler komünistleri alıp götürdüler, ben sesimi çıkarmadım. Beni ilgilendirmiyordu. Sonra yahudileri aldılar toplama kampına, işkenceye götürdüler, ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana göre bir şey yoktu. Sonra sosyal demokratları vurmaya, hapse atmaya, toplama kamplarına götürmeye başladılar. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana dokunan yoktu. Bir gün kapım çalındı. Beni alıp  toplama kampına götürdüler: İşkenceye... Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı..."

7 Nisan 2013 Pazar

Modern Kölelik: Ucuz Hayaller, Sahte Zenginlik...

           Her geçen gün hayatın gerçekleri yüzüme çarptıkça yolumda daha dikkatli ve yere sağlam basarak ilerliyorum. Kolay bir süreçten geçmiyoruz. 6 yaşında başlayan bir serüven 22 yaşında sona eriyor. Kimileri hayatın gerçekleri ile çok erken yaşta karşılaşıyor kimileri daha geç. Ama farketmiyor; çocukluktan yetişkinliğe, öğrencilikten iş hayatına geçiş her zaman insan üzerinde strese ve sıkıntıya sebep oluyor. Şu an o stresi ve sıkıntıyı yaşayan birisi olarak sisteme ve düzene karşı bir kamyon dolusu küfür etmek istiyorum.

           Merak ederdim o diplomayı neden rulo yapıp verirler diye meğersem sırf bize kolaylık olsun diyeymiş. Buyrun gençler böyle oturun. Elimde ingilizce kitabı ile Bakırköy'de dershaneye giderken gözüme çarpan yüzlerce insan aklımda. Yaşlısından gencine kadar hepsi farklı bir dünyada yaşıyor sanki. Kızlar son moda kıyafetler, bir ton makyaj, beyaz gülüşler ortalığı kasıp kavuruyor. Ergen erkekler one direction tipi saçlar, dar paça pantolonlar, köşe başında geçen güzel kızları etkilemenin derdinde. Dershaneye giden güruh s.kerim  ÖSYM'yi genciz biz öpüşcez, koklaşcaz , eğlenicez modunda...

            Birileri insanlara farkında olmadıkları bir afyon enjekte etmiş. Damardan mı desem nerden enjekte etmişlerse artık. Giren şemsiye açılmış bana mısın diyen yok. Üniversite okumak ayrıcalık olmaktan çıkmış, her dört mezundan biri iş bulamıyor. Eskiden iyi bir hayata ve kariyere sahip olmak için üniversite okuyanlar artık olmadı tezgahtar olurum düşüncesi ile okuyor. Farkında olmadan birileri ünlü oluyor. Paraya para demiyor. Yeni sanatçılar, yeni siyasetçiler, yeni müteahhitler türüyor. Ülke zenginleşiyor, zenginler daha zengin oluyor; ama vatandaş yerinde saymaya devam ediyor. Aileler çocuklarını dershaneye göndermek için çalışıyor, üniversiteyi kazanınca rahat okusun diye çalışıyor, okul bitince iş bulabilsin diye didiniyor. Evlenecek yaşa geldiğinde onlara destek olmak için çalışıyor. Yani bir ömür; bir lokma ekmek bir yudum mutluluğun peşinden koşarak geçiyor.

              Robespierre ne diyor: "Pohpohlanan ama hor görülen, egemen ilan edilen ama köle gibi davranılan halkım! Unutmayın, adaletin hüküm sürmediği her yerde hakim güçlerin hırsları hüküm sürer, insanlar ise sadece zincirlerini değiştirmiş olurlar, kaderlerini değil...Dürüst insanların ceza görmeden ülkelerine hizmet edebilecekleri zaman daha henüz gelmedi!"

               Adalet nedir diye kendime soruyorum bazen. Kesinlikle isyan etmiyorum hele hele Allah'ın adaletini sorgulayacak biri asla değilim. Evet şurası bir gerçek ki; dürüst kalmak, kendi halinde yaşamak, aza kanaat etmek bile bu devirde insana çok görülen bir şey. Hep daha fazlası için mücadele isteniyor. Emeğin değerinin kalmadığı, alın terinin ucuza satıldığı, babana bile güvenmeyeceksin lafının ağızdan eksik olmadığı bir dönem. Bırakın devlet dairesini , normal bir yerde çalışabilmek için bile eş,dostun el ayak olması ile iş bulabildiğin bir düzende nereye kadar huzurlu olabileceğiz.

               Nerede o eski güzel günler. Sabahında misket oynayıp, akşamın da mahalle arasında top koşturan çocuklar. Bir ülker çikolatalı gofret ile yüzünde kocaman gülücük beliren çocuklar. Bırakın gençliğimizi, geleceğimizi o masum ve sıradan çocukluğumuzu bile kaybetmişiz. 

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...