Malum ülkenin gündemi erken pardon baskın seçimle çalkalanırken hepimizin aklında aynı soru. Biz kime oy vereceğiz. Parlamenter sistemi terk edip başkanlık sistemine geçtiğimiz için biz hangi partiye oy vereceğimizi değil de hangi kişiye oy vereceğimizi tartışıyoruz. Tek adam rejimini eleştirirken başka birisini onun yerine koymaya çalışıyoruz.
Ekonominin gidişatı pek iyi değil. Yazının asıl konusu ekonomi olmadığı için hiç bu derin mevzulara girmek istemiyorum. Keza sayfalarca yazı yazılabilir. 2001 krizi sonrası yaşanan sürece benzetenler var. Lakin değil. Bugün döviz kurları bu kadar yükselmişken, dış ticaret açığı, cari açık ve özel sektör borcu Cumhuriyet tarihi rekoru kırmışken neden ekonomimiz hala ayakta o zaman diye sorabilirsiniz? Veya madem ekonomiden, eğitim sisteminden, toplumsal düzenden, demokrasi düzeyinden memnun değiliz. Neden halkın buna karşı sesi çıkmıyor?
2002 yılına kadar Türkiye koalisyon hükümetleri tarafından yönetildiği için hiçbir parti böylesine bir kitle desteğine sahip olmamıştı. 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti tecrübesi var diyenleri duyar gibiyim ama sonunun hazin bittiğini hatırlatırım. Çünkü henüz ikinci seçimde (1954) yılından itibaren Demokrat Parti yaygın desteğini kaybetmeye başladı. Ve bugünkü serbest ekonomi koşullarına sahip olmadığı için ekonomik çarkları çevirmek bugünkü kadar kolay değildi.
1990'lı yıllarda Sağ kesimde Milliyetçi bir parti, Muhafazakar bir parti ve Liberal bir parti modeli vardı. Yani MHP, Refah Partisi, Doğru Yol ve ANAP. Hal böyle olunca bu partilerin oy oranları %15-30 arası performanslarına göre değişiyordu. MHP kürtlerin ve solcuların oyunu almaya tenezzül etmiyordu. Din üzerinden de siyaset yapmıyordu. Çünkü zaten onu yapan bir parti vardı. Refah Partisi kürtler ile ilgili çok açık konuşmuyordu, solcular desen töbe bismillah. Siyasal İslam modelini kendilerine referans alarak yollarında ilerliyorlardı. Siyonizm ve ABD ile kafayı bozmuşlardı. Tekrardan İslam alemini tek çatı altında toplamının derdindelerdi. Doğru Yol ve ANAP ise 90'lı yılların en kaymak partileriydi. Çünkü 80'li yıllar Dünya'da Thatcherizm ve Reaganizm siyasi modelinin hakim olduğu dönemlerdi. Ve bizim ülkemiz iflas etmiş bir modelin peşinden gitmeyi tercih etti. Turgut Özal ülkenin taşını, toprağını, havasını, suyunu,eğitimini, askeriyesini, fabrikalarını, ekonomik sistemini yani satılabilecek ve pazarlanabilecek ne varsa her şeyi serbest piyasanın ayaklarının önüne serdi. Ve Türkiye geri dönülemez bir yola girdi...
Sol kesime gelirsek CHP ve DSP arasında gidip geliniyordu. Radikal partileri bir kenara koyuyorum veya Sosyalist, Komünist partileri. Türkiye henüz o eğitim seviyesine gelmedi arkadaş. O yüzden Türk solu 1990'lı yıllarda eski heyecanını ve gücünü kaybetmiş Ecevit ile muhalefet etmekten başka hiçbir şey bilmeyen Baykal'ın eline kalmıştı. Birbirinin paçasını çeken bu iki kardeş olduğu müddetçe bu ülke hep sağ hükümetler tarafından yönetildi. Muhalefet etmeye o kadar kaptırdılar ki kendilerini vatandaşa hizmet götürmeyi bile unuttular...
Ve 2002 yılında siyasi bir mühendislik faaliyeti ile yeni bir parti doğdu. O zamanlar 40-50 yaş arası olan genç siyasetçiler bu ülkeye bir umut vaad etti. Çünkü hocalarını karşılarına aldılar. Yıllardır aynı adamlar tarafından yönetilen ülke bu yeni ve genç adamlara bir şans verdi. Ak Parti şark kurnazlığı yaparak önce muhafazakar kesimi sahiplendi. Sonrasında kürt halkının güvenini ve oyunu almayı başardı. Tabi bunda din ve aşiret faktörünü unutmamak lazım. Ve son olarak hiç beklemediğimiz bir şekilde milliyetçi kesimi de bu halkaya dahil etti. Beklemediğimiz şekilde dedim çünkü muhafazakar ve kürt taban milliyetçilikten yıllarca çok çekti, çok mücadele etti. Günün sonunda Türkiye'nin seçmen kesimi tamamen omurgasız bir hal aldı. Bugün sokakta insanları çevirin siyasi ideolojinizi, savunduğunuz değerleri, inandığınız evrensel değerleri açıklayın deyin. Kimsenin elle tutulur verebileceği bir cevabı yok. Çünkü tüm değerler salt bir oy için birbirine karıştı. Birbirine hakaret eden ideolojiler aynı potada eritildi. Ve bugün bu ülke bu kadar kötü yönetilirken neden çıkıp kimse ses etmiyor diye düşünüyorsa hiç düşünmesin. Çünkü artık uğrunda dövüşebileceğiniz, hayatınızı şekillendirebileceğiniz, hayaller kurabileceğiniz, peşinden koşabileceğiniz siyasi değerler ve ideolojiler yok. Kenan Evren'in yaratmaya çalıştığı apolitik genç nesili, Ak Parti iktidarı kafasını karıştırarak başardı.
Peki biz kime oy vereceğiz? Adaylar az çok belli. Fakat heyecan ve değişim vaat eden bir isim yok. Denenmiş isimler var. İktidar değişim değil, kurulu düzenin devam etmesini vaat ediyor. Yani bizim memnun olmadığımız düzeni devam ettirmek istiyor. Muhalif adaylar ise düzeni yıkacağız diyor ama yerine ne koyacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Öne çıkanlar isimleri kendi bakış açımla kısaca değerlendirirsem:
1) Abdullah Gül: Beyefendi bir kişiliği var. Mevcut başkana göre daha ılımlı ve uzlaşmacı. İyi tahsil almış. Eğitimli ve işinin ehli kişilerle bir kabine kurabileceği düşünülebilir. Yani bugünkü kabine gibi vasıfsız ve sadece söyleneni yapan bir kabine kurmayabilir. İngiltere'de eğitim aldığı ve İngiliz sempatizanı olduğu için komplo teorisyenleri tarafından içimizdeki İrlandalı olarak düşünenler çoğunluktadır. Mevcut başkan kadar güçlü ve kararlı değildir. Siyasi hayatında elini hiç taşın altına koymamıştır. Peşinden gelebilecek, körü körüne bağlı bir tabanı yoktur. Cumhurbaşkanlığı döneminde tüm yasaları gözü kapalı onaylamıştır. Fetöcülerin devletin içine sızmasını sağlayan tüm kritik atamaların altında imzası vardır. Ülke böylesine bir süreçten geçerken bir kenara çekilip olanları izlemiştir. Yani her zaman ki gibi fırsatçılığını konuşturmanın peşinde olabilir.
2) Meral Akşener: Bir kadın olarak özlediğimiz bir figür siyaset arenasında. Tansu Çiller deneyimini düşünürsek sütten ağzımız yandı. Gerçi Çiller Amerika'da yaşayan ve ülkesine tamamen yabancı olan bir ekonomistti. Akşener ise siyasette pişmiş ve kendini az çok kanıtlamış bir politikacı. Kadın duyarlılığı olduğu için siyasetin çirkin dilini yumuşatacaktır. Milliyetçi yönü ağır basmaktadır. Zamanla muhafazakar kesiminde oyunu almak için büyük ihtimal din silahını kullanabilir diye düşünüyorum. Geçmişte İçişleri bakanlığı yaptığı dönemde Mehmet Ali Ağar ile terörü neredeyse bitirmiştir ama faili meçhul cinayetleri ardında bir leke olarak kalmıştır. Maalesef diğer siyasetçiler gibi Gülen cemaatini övdüğü konuşmalara bu kulaklar şahit oldu. O yüzdendir ki bugün Fetöcü damgası yemektedir. Zaman her şeyi gösterecektir. Şahsi görüşüm biz bu filmi daha önce izlemiştik olacak. Ama bir ümit işte. Belki yoldan çıkmaz diye düşünmüyor değilim.
3) Selahattin Demirtaş: Bu ülkenin ihtiyacı olan dinamizm, gençlik, gençlerin ruhundan ve halinden anlama, sempatiklik, hitabet yeteneği ve siyasi mizah kendisinde vardır. Fakat ülkenin genelini kucaklayacak bir yapısı yoktur. Siyasi arenaya çıkış nedeni kürt milliyetçiliği olduğunu düşünürsek ülkenin geneline hitap edebileceğini zannetmiyorum. Yerel siyasetten öteye gidemedi. Evet Ak Parti tarafından pohpohlanıp meclise sokuldu, demokratik süreçler önlerine açıldı fakat sonra tehlike arz ettikleri düşünüldüğü için yine Ak Parti tarafından pasifize edildi. Hapise girmekten çekinmeyen bir dik duruşları var. Kaçabilirlerdi de diyebiliriz. Selahattin Demirtaş eğer bu ülkeye farklı bir ideolojiye sahip olan biri olarak gelseydi böylesine yükselip parti başkanı olamazdı. Yaşlı amcalar izin vermezdi. Yalan yok bir zamanlar yaptığı siyaseti ve muhalafeti beğendim. Fakat ülkeyi kucaklayamayışı, PKK ve teröristleri savunması, çevresindeki dar görüşlü ve kürt milliyetçileri hiçbir zaman kabul edilemez. Bu yüzden ancak %15'i zorlar ötesini geçemez. Kürt milliyetçiliği üzerinden siyaset yapmaya devam eder.
4) Mevcut Başkan : Başkomutan, Reis ve Hazretleri de diyebiliriz. Son halife diyenler de var. Benim açımdan koskocaman bir hayal kırıklığıdır. Ben kendimi bildim bileli solcuyumdur ama çok şükür körüne körüne ideolojilere saplanmadım. Solculardan çok muhafazakar kesim ile büyüdük, aile olduk, arkadaş olduk. Hâlâ daha da öyledir. Bu yüzden dedesi Erbakancı olan, ailesinin yarısı da muhafazafar olan birisi olarak kendisine gerçekten inananların ümidini boşa çıkarmıştır. Eğitimli ve entellektüel bir tarafı yok. Zaten öyle bir iddiası da hiç olmadı. Bizden birisi gibi çıktı siyaset arenasına. En alt basamaktan en tepeye tırmandı. Siyaseti mutfağında öğrendi bazıları gibi tepeden inmedi. Siyasi teşkilatçılığı bu ülkede en iyi bilen insandır. Parti ilçe başkanlığı, parti il başkanlığı, belediye başkanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı... Ne ararsanız var. Fakat siyasi gidişatını özetleyen bir söz var: "İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır."
İktidar olmadan önce tüm söylemlerini izleyin, okuyun. Hak vereceksiniz. O mütevazılık, gerek yaşam tarzı ile gerek siyasi eylemleri ile. Bugün tamamen uzağındadır. Geçmişte ne dediyse kesinlikle tam tersini yapmıştır. Örneklerini vermeye çalışırsam bu yazı bitmez. Mağdur olarak geldikleri iktidardan mağdur etmeden gitmeyecektir. Ki 15 yıllık süreçte yarattığı mağdurlar ortadadır. Türk ordusu, atanamayan öğretmenler, kpss'ye bel bağlayan gençler, hapislerde sebepsiz çürüyen binlerce insan, Fetöcü diye damgalananlar...
Belediyecilik hizmetleri ile bu ülkeye çağ atlattığı bir gerçektir. Özelleştirmeler yaparak ülkenin tüm kaynaklarını elden çıkartarak devletin kasasına para koyduğu da bir gerçektir. Globalleşen dünyada İsveç, Norveç, Almanya, Kanada gibi sosyal devlet anlayışını benimsemiş devletleri örnek almak yerine tabi ki de Amerikanlaşmış gelişmekte olan ekonomi modelini örnek alacaktı. Ülkenin ekonomik büyümesi kesinlikle onun mucizesi değildir. Dünya piyasaları bu kadar birbirine entegre olmuşken, tek tuşa basarak paralar dünyaları dolaşırken keramet bizimkinde değil kolay yoldan para kazanmak isteyen kapitalistlerdedir. Bu ülke üretmeden ekonomik büyümesini gerçekleştirdi. Bunu da kolay ve ucuz elde edilen borç para ile yaptı. ABD'nin tüm dünyaya pompaladığı dolarlar ile. Ve bu kolay ve ucuz para bizim ekonomimize ne yaptı dersiniz. Enflasyonu ve faiz oranlarını yükseltti. Çünkü ülkeye giren sıcak para kaçmasın diye tek yapabildiğimiz faiz oranlarını yükseltmek. Döviz kurunu dengelemek için para bastığımız da ise enflasyon yükseldi. Yaşam standardı yükselen Türk halkı aynı yaşam standardını korumak için çok çalışmak yerine daha fazla borçlanmayı tercih etti.
Ve geldiğimiz nokta bugünkü Türkiye. Kutuplaşan, hoşgörüsüz, liyakata ve emeğe saygı duymayan, bugün ak dediğine yarın kara diyebilen, demokrasiye inanmayan, adalete inanmayan, alın teriyle helal parayla geçimini sağlayamayan bir ülke olmuştur... Şimdi tüm bunları düşünerek sandığa gidiyorum. Ve gerçekten kimi seçeceğimi bilmiyorum.